Gezi Parkı’na destek için 31 Mayıs Cuma günü Kuğulupark’ta toplandı Ankaralı önce. Ankaralı bundan 7 yıl önce de Kuğulupark’ta toplanmıştı, geceleri nöbet tutarak ağaçlarını korumuş, kavşağın yapılmasına engel olmuştu. Kuğulupark Ankara’dan yolu geçen herkesin aklında boşuna güzel hisler bırakmamış. Son 8 gündür yaşananlardan sonra Ankara’dan nefret eden İstanbulluların bile artık Ankara’yı bir başka sevdiğini biliyorum.
Atatürk Bulvarı üzerinde Kuğulupark’a doğru yürürken karşıdan kasklarını henüz kafalarına geçirmemiş yaklaşık 200 polis geldiğini gördüm. Aklımdan geçen ilk olarak şu oldu: İmza istemeye geldiniz, değil mi canlar? Yanımda hepinize yetecek kadar albüm olsaydı keşke ama ne yaparsın imkanlar kısıtlı... Bir hafta önce müzikmarketlerde yerini alan albümümüzü kutlayacaktık o akşam, kutlamaya başlamak için Kuğulupark’tan güzel mekân mı vardı?
Kuğulupark’a vardığımda insanlar zıplıyordu, parkın içindeki genci yaşlısı herkes aynı büyük heyecan içinde zıplıyordu. “Zıpla, zıpla, zıplamayan Tayyip” diye bir slogan duydum zıplaya zıplaya sarılacağım ağaca doğru yaklaşırken. Zıplayan insanlar sloganı duydukça gülüyor, güldükçe daha yükseğe zıplıyor, zıpladıkça daha çok gülüyor, güldükçe zıplıyordu. Sloganın ardındaki öfke ve kırgınlık, yüzlerde gülümsemeyle ifade bulmuştu.
Günlerdir aslında büyük vahşet yaşandı. Kızılay’dan dönen bir arkadaşım ilk defa polise bu kadar yakın olduğunu anlatırken “Polisin kaskları, kalkanları ve silahlarıyla bu kadar güçlü olduğu bir çatışmada sadece orada olduğu için saldırıya uğrayan insanların bankları söküp barikat kurmasının ne kadar meşru olduğunu deneyimledim” demişti.
Dün mahallemizin içine kadar giren polis sokakta yürüyen mahalleliye doğru taarruza geçince pazaryerinin tezgahlarından kurulmuş olan barikatı ateşe vermeyi önerdi önde çarpışanlardan bir arkadaş. Yanındaki komşu “Yakmayalım!” dedi, insanların nasıl saldırıya uğradığını görüyor ama yine de senelerdir üzerinden meyvelerini seçtiği tezgahlara kıyamıyordu. Polisi durdurmak için bu ateşe ihtiyaç olduğunu çok iyi bilen arkadaş komşunun yüzündeki merhameti görmüştü, tek çare kaçmaktı. İnsanlar evlere sığınırken sokakta kalanları fenerle arayan polisi camlara çıkıp hep bir ağızdan yuhaladığımızda çarşımıza doğru bir el ateş etmeyi ihmal etmediler.
Karnavalesk hava
Ve çektiğimiz acılara rağmen kendimizi o kadar yaratıcı bir şekilde ifade ediyorduk ki yaşadığımız vahşet bu karnavalesk havayı sadece perçinleyebildi.
Ankara’da başlamak üzere olan Türkçe Olimpiyatları öncesinde şöyle bir tivit okuduk: “Türkçe Olimpiyatlarında ‘Havada bulut yok bu ne dumandır’ diyen Afrikalı kardeşim, cevap veriyorum: biber gazı.”
Başbakanın “üç beş çapulcu” açıklamasını takiben Behzat Amirimin soyadını yine attığı tivitten öğrendik: “Behzat ‘Ç’apulcu”.
Başbakanın bu açıklamanın hemen ardından seyahate çıkmasını bir pankartla karşılamıştık: “Başbakana ‘Gezi’den çık’ dedik, ‘Geziye çık’ anladı.”
Nihayet yayına başlama cesareti gösterebilen televizyon kanalları için de bir tivit atılmıştı elbette: “Hoca gitti, ders boş!”
Başbakanın seyahatiyle ilgili şarkı da yapılıvermişti üstelik, sosyal medyada Gezili pankart misali yayılıyordu: “Şimdi eşim dostum beni yastayım sanıyor, Fas’tayım hiç kimse bilmiyor.”
Şarkı demişken, İstiklal’de TOMA’ya karşı gitar çalan bir direnişçinin fotoğrafını görmüştük ilk günlerde. TOMA direnişimizin öyle önemli bir parçasıydı ki Ankara’nın semtlerine isim olmayı bile başarmıştı: Tunalı Hilmi bundan böyle Tomalı Hilmi diye anılmaya başlamıştı, Kızılay Gazılay’a dönüşmüştü, Güvenpark Dövenpark’a...
Direnişin liderlerinden yalnızca biri olan Beşiktaş’ın taraftar grubu Çarşı, yaratıcı eylemlerine TOMA’yı da dahil etmişti elbette. Önce bir iş makinesini ele geçirip TOMA avına çıkmışlardı, söz konusu iş makinesi artık bir POMA’ydı (Polis Olaylarına Müdahale Aracı). İddiaya göre bu POMA iki TOMA’yı avladı, TOMA 7 ve TOMA 9’u. Polis amiriyle aralarındaki telsiz diyaloğu kısa sürede sosyal medyada karşımıza çıkmıştı. TOMA 9’u Davulcu Vedat’ın yönettiğini fark eden amir TOMA 7’yi geri çağırdığında “Siyah!” cevabını almıştı, gülmekten yaşaran gözlerimizi biber gazı bu kadar yaşartamamıştı.
Gazla olan ilişkimizi ifade etmek için de zeka, mizah ve zarafet sözcüklerimizi birbirine bağlıyordu; bir başka arkadaşımın tabiriyle “sineğe ilaç sıkar gibi” biber gazı kullanan polislerin tavrını eleştiren, çok nüktedan ve “orantısız zeka” içeren pankartlar açılmıştı. Bir tanesinde şöyle yazıyordu: “Biz sinek ilacı aracının arkasında koşmuş nesilleriz, gaz da neymiş :)”.
Polisin gazından korkmuyorduk, çünkü biz acı seviyorduk: “Sen o biber gazını kebabıma sık, şalgamıma sık, acı bize atadan kalma, biz Adanalıyız Raşo”.
Gaz bizi korkutabilen bir şey değildi çünkü: “Tüp kaçağını çakmak yakarak kontrol eden bir milleti biber gazıyla korkutamazsınız.”
Korkmuyorduk ve korkmadığımız gibi çok da eğleniyorduk. Belki de birilerinin canını en çok sıkan bu kadar eğleniyor olmamızdı; saldırdılar korkmadık ve eğlenmeye devam ettik, aşağıladılar korkmadık ve eğlenmeye devam ettik. Şimdi Gezi Parkı’na “Çapulcu Kütüphanesi”nin kurulduğu saatlerde biz eğlenmeye devam ediyoruz, olan bitenlerden yoğurularak yapılan şarkı ve videoklibi de cabası[i]... (SNB/HK)
[i] LFMAO’nun kendine özel dansı olan “Everyday I’m shuffling” (her gün ayaklarımı sürüyorum) şarkısı Başbakanın “çapulcu” açıklamasının ardından “Everyday I’m çapuling” şeklinde şarkılaştırıldı. Şarkının kendine özel dansının hareketleri söz konusu videoklipte meydanda gaz maskeli bir direnişçi tarafından yapılıyor ve videoklip meydanlardaki neşeyi yansıtırcasına kahkahalarla bitiyor...