İskelede vapur beklerken ‘güvenlikli’ turnikelerden öylece geçen bir kadının savurduğu küfürleri, onun ‘delice’ haykırışlarını ve kendiyle tutuştuğu kavgayı izliyordum. Sıska bedeniyle bağırıp duran kadın, kendindeki bir başkasıyla tartışıyordu: “Seni mahvedeceğim orospu!”. Böyle diyordu ve buna benzer şeyler. Ama kendiyleydi ve kendindeki diğeriyle. Kendinde çoğalıyordu. Kimseye karışmıyordu, sözleri kendindeki bir başkasından başka kimseyi hedef almıyordu. Mekanı ve zamanı yoktu. Burayı aşan bir çokluk içindeydi.
Ama iskeledekiler önce homurdanmaya sonra da öfkelenmeye başladı. Korna sesine, şantiyelerdeki dozerlerin gürültüsüne, gece gündüz her yerde saçma sapan konuşan iktidar sarhoşlarına çıt çıkarmayanlar birden bu sesten rahatsız olmaya başlamıştı. Kendine çekilenler, kendinde bir başka'ya açılan deliye bileniyordu.
“Kes sesini aptal”, “Gerizekalı, terbiyesiz!” diye bağırmaya başlayanlar oldu. Onu akla, toplumsal ahlaka davet ediyorlardı. Bir erkek ise ‘güvenliği’ davet etti: “Güvenlik, güvenlik. Müdahale eder misin? Bu ne yahu?”
Sonra ‘güvenlik’ geldi ve bir eliyle sarıldığı belindeki copu ile kadının karşısına dikildi: “Rahatsız etmesene insanları”. Kadın öylece bakakaldı ve sadece şunu söyledi: “Ne yapacaksınız, beni dövecek misiniz? Bu mudur yani? Dövemezsiniz ulan!”.
Sonra mı? Kapılar açıldı ve o da, biz ‘aklı bütünler’ de vapura bindik.
‘Delice’ şeyler
Gerçek ve tutku dolu bir sevgi için şöyle deriz: “Onu deli gibi seviyorum”. Ya da bazen ansızın haykırmak, sevinç veya öfke çığlıkları atmak, kırıp dökmek, çırılçıplak olmak isteriz. Bunlar da ‘delice’ şeylerdir.
Peki, dilde kendini ele veren bu şey nedir? Misal, neden gerçek ve tutku dolu bir sevgi ‘delilikte’ saklıdır ya da neden bir şeyleri, belki de bir sarayı bile yıkabilecek öfke oradadır, delilikte?
‘Deli’ denilen bir filozofun sözleri bize yardımcı olabilir:
Her türlü düşüncenin ardındaki Anlamın ve İlmin iliğin sinirsel diriliğinde saklı olduğunu, bir tek Zekâya ya da mutlak Düşünselliğe bel bağlayanların nasıl bir yanılgı içinde olduklarını fark edebilmek için insanın yaşamından, varoluşun sinirsel ışımasından, sinirlerin bilinçli sağlamlığından mahrum bırakılmış olması gerekir. Sinirlerin bağlılık ve bütünlüğü her şeyden önce gelir. Bir bütünlük ki, bilincin tamamını ve zihnin tendeki gizli patikalarını da içermektedir. [1]
Antonin Artaud bizi bedene yönlendirir, yani ‘akıl’ ile bezeli şimdinin dünyasında eksik olan şeye. Herkes onun aklıyla uğraşadururken o, beden üzerine ‘düşünmeye’ buyurur bizleri: bedenle düşünmeye. Öyle ya, akıldan azade ‘deli’likten beden fışkırır. Daha fazla beden ise ‘delice’ şeylerdedir. Bu da bizi çokluğa götürür, aklın ve iktidarın sınırlarını aşan çokluğa.
O gün iskelede hedef alınan şey, deli bir akıl değil bir bedendi: Öfkesini ulu orta kusan, delice haykırışlarını saklamayan, içinde çokluğu taşıyan, kendinde çoğalan bir beden. Bu çokluğu hedef alan ise iktidarın zehrini zırh edinen diller ve akıllardı. Aklı bütünlerin tahammülsüzlüğü, ahlakın sınırlarını aşan ve mekanı yok sayan, zamanı tuzla buz eden, ‘ten’in gizli patikalarından taşan bedenin taşıyıcısınaydı.
Belki de sözü bir kez daha Artaud’ya bırakmak gerek:
Yaşamın hakikati, maddenin dürtüselliğinde gizlidir. İnsan aklı, ezelden beri kavramlarla zehirlenmiştir. Sonunda ait olduğu yerde olduğuna inanması için, ondan mutlu değil, huzurlu olmasını istemeliyiz. Fakat yalnızca Deliler gerçekten huzurlu olabilir.[2]
[1] Artaud, Antonin, Tenin Durumu, e-skop, Bkz: http://www.e-skop.com/skopbulten/pasajlar-tenin-durumu/2334
[2] Artaud, Antonin, Açık Bir Dilde Manifesto, e-skop, Bkz : http://www.e-skop.com/skopbulten/pasajlar-acik-bir-dilde-manifesto/1201
* Manşet fotoğrafı Zehra Beşli, metin içi çizim "Metafizik" - Jean Dubuffet