Charlie Hebdo dergisine yönelik yapılan saldırıya paralel olarak gerçekleştirilen iki eylemde 20 kişi yaşamını yitirdi, 30’u aşkın kişi yaralandı. Dünyanın birçok ülkesinde ciddi bir tepkiye yol açan katliama karşı ortaya çıkan reaksiyonun doğru okunması son derece önemlidir. Farklı etnik, dini ve politik eğilimlere sahip 2 milyonun üzerinde insanın katıldığı Paris yürüyüşü toplumsal refleksin doğru okunması bakımından da önemli bir mesaj verdi.
Farklı dönemlerde birçok ülkede basına yönelik kapsamlı saldırılar yapıldı, onlarca gazeteci ve yazar katledildi. Ancak, bir basın kurumu basılarak bu düzeyde toplum bir katliam gerçekleşmedi. Bu bakımdan tarihe kara bir leke olarak geçecek ve basın dünyasında asla unutulmayacak olan bu katliamın nedenlerinin çok yönlü sorgulanması bir bakıma zorunludur.
Charlie Hebdo mizah dergisi, Fransa’da özgür basının önemli halkalarından biri olarak bilinir. Eleştirel yayıncılık politikasıyla, sadece Fransa’da değil aynı zamanda dünya çapında dikkat çeken bir dergidir. Son aylarda özellikle “radikal” İslamcı hareketlere yönelik çok net eleştiriler yapmakla ön plana çıktı. İslam’dan çok İslamcılığı eleştiri konusu yapan dergi aynı zamanda Avrupa’nın ve Fransa’nın izlediği İslam politikasına yönelik eleştirilerini de karikatürleriyle kamuoyuna yansıtıyordu. Bu bakımdan, özellikle İslamcı çevrelerin Charlie Hebdo dergisinin “İslam düşmanı yayın yaptığı” biçimindeki iddiaların doğru olmadığı biliniyor.
Charlie Hebdo dergisine yönelik gerçekleştirilen katliamı, soğukkanlı, duygusal tepkilerden uzak, daha objektif ve çok yönlü verilerle ele alarak analizi etmekten yarar var. Çünkü her yanlış politik söylem ve değerlendirme farklı din ve inanç grupları arasındaki sosyal çatışmayı derinleştirecektir.
Bu sorunu özet olarak birkaç alt başlık altında irdelemekten yarar var.
Fransa’dan cihada gidip dönen ve soruşturulmayanlar
Birincisi Ortadoğu merkezli bölgesel işgalleri esas alan güçler, aynı bölgede kendi politik çıkarlarına gerekçe olacak bir kısım örgütler oluşturdular. ABD-İngiltere ve Fransa özellikle Irak, Libya ve Suriye merkezli askeri operasyonları güçlendirmek için radikal İslamcı örgütlere çok aktif destek verdiler. Afganistan’da El Kaide, Nijerya’da Boko Haram, Mali’de Magrip El Kaide, Irak-Suriye merkezli IŞİD ve El Nusra ön plana çıkartılanlardan birkaçı oldu. Örneğin Libya’da El Kaide adına faaliyet yürüten örgütleri Muammer Kaddafi’ye karşı silahlandırdılar. Suriye’de El Nusra gibi El Kaide adına hareket eden ‘radikal’ İslamcı örgütlerin güç olması için askeri, politik ve ekonomik olarak desteklediler.
Özellikle İngiltere ve Fransa, Esad’ı düşürmek için kendi ülkelerinde yaşayan Müslüman gençlerin Suriye’de savaşmaları için teşvik etti, yönlendirdi. Örneğin Fransa’dan tahminen 1500 kişinin Suriye’ye savaşa gittiği ve bunlardan yaklaşık 200’ünün tekrar geri döndüğü belirtiliyor. Bunlara dair yürütülen açık bir soruşturmanın olmadığı, gerekli sorgulamaların yapılmadığını hükümet yetkilileri açıkladı. Peki, IŞİD ve El Nusra saflarında savaşıp geri dönen bu insanlar neden tekrar Fransa’ya döndüler? Yarın ne yapacaklar? Ne gibi bir planları var? Bu sorular halen ortada duruyor. Aslında soruların yanıtı çok açık ve biliniyor. Fransa istihbaratı ülke içindeki ve özelikle Paris’te El Kaide’nin ve IŞİD’in örgütlenme ağlarını kontrol edecek yeterli bilgiye sahiptir.
Fransa’nın Mali operasyonu saldırıya davet çıkarmıştı
İkincisi ise Fransa’nın Mali merkezli Orta Afrika politikasıdır. Fransa ve İngiltere desteğinde Libya’da önemli bir güç olan ve özellikle askeri olarak ciddi olanaklar elde eden El Kaide’nin bölgesel güçleri Somali, Nijer, Tunus, Nijerya ve Cezayir’den sonra Mali’de politik dengeleri değiştirecek bir düzeye geldiler ve bu nedenle ABD ve İngiltere’nin desteğiyle Fransa’nın askeri müdahalesi gerçekleşti. 19 Şubat 2013 tarihili Mali üzerine yazdığım bir makalemde “Mali, Fransa’nın Afrika’sı olacak gibi görünüyor. Girmenin kolay ama çıkmanın zor olduğunu bütün askeri stratejistler bilir. Burada amaç bölgesel çıkarlardır. Fransa 4 bine yakın askeri bir güçle müdahalede bulundu. Bölgesel çıkarlarını birkaç ayda kontrol altına alınmayacağı açıktır. Bu süreç çok daha derinleşebilir. Ayrıca Fransa ve Afrika Birliği karşısında savaşan en azında bölgede bir güç olmaya çalışan ve belirli bir toplumsal tabanı olan İslamcı hareketler bulunuyor. Bu bakımdan Fransa’nın fiilen AB adına başlattığı askeri operasyonun sonuçlarını şimdiden kestirmek zordur. Bu sorunun AB’nin sınırlarına taşınma riski oldukça yüksektir. Ayrıca önümüzdeki süreçte çatışmaların çok daha şiddetlenerek artması ve bölge ülkelere yayılması oldukça yüksek bir olasılıktır…”
Charlie Hebdo binasında katliam yapanların biz “El Kaide liyiz” diye mesaj vermiş olmaları da çok bilinçlidir.
İslamcı terör sayesinde Müslümanlara karşı algı operasyonu
Üçüncüsü, Ortadoğu’yu savaş arenasında döndüren küresel güçlerin stratejilerinden biri de İslam dünyasına karşı güçlü bir psikolojik savaşı örgütlemekti. IŞİD bu sürecin önemli bir halkası oldu. IŞİD’in insanın kanını donduracak düzeyde gerçekleştirdiği vahşi katliamlar, kadınların kollarından zincirlenerek pazarlanması gibi yöntemler, dünya genelinde İslam algısını oldukça olumsuz yönde etkiledi. Bu psikolojik savaş özellikle de İslam sokağını etkiledi. Daha önce saldırı halinde olan Müslüman toplumu İslam’ın bu olmadığı savunmasına geçti.
Charlie Hedbo dergisine yönelik gerçekleştirilen saldırı da, Avrupa’da İslam’ın artan etkisini bütünüyle etkisizleştirilmesinin ve Müslüman toplumun izole edilmesinin çok önemli bir aracı haline getirilecektir. Saldırganlar bir bakıma IŞİD’in Avrupa’daki versiyonu olarak karşımıza çıkıyor. Bubakımdan ŞİD’i kim yönetiyorsa, Fransa’daki saldırıların arkasında da aynı gücün olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
AB’nin verilerine göre Avrupa Birliği sınırları içinde yaklaşık olarak 45 milyon Müslüman yaşıyor ve bu oran Avrupa nüfusunun % 10’una tekabül ediyor. 64 milyon nüfusu olan Fransa’da ise yaklaşık olarak 6 milyon Müslüman yaşıyor. Fas, Tunus, Cezayir başta olmak üzere Orta Afrika ülkelerindeki göçmenlerin çok önemli bir kısmı Müslüman olup bunların yaklaşık olarak % 60’ı da Fransa vatandaşıdır.
AB’nin hemen her ülkesinde İslami faaliyetleri yürüten yüzlerce dernek bulunuyor. Devlet desteğinde oluşturulan “sivil” toplum kurumlarıyla Müslüman toplum içerisinde ayrı bir otoriter güç olan İslami kadrolar tersine devlet kurumlarında ve bürokrasisinde etkisiz ve güçsüzdürler. Örneğin İngiltere’de devletin tanıdığı ama resmiyeti olmayan ‘İslami’ mahkemeler bulunuyor. Müslüman toplumun birçok davası şeriat kurullarına göre bu mahkemelerde görülür ve karar bağlanır. Aynı şekilde Fransa’da yarı devlet kurumu gibi çalışan “Yüksek İslam Konseyi” devlet adına Müslüman toplumun kontrol edilmesini sağlar.
Dışlanan Müslüman Sokağı radikallere teslim
Fransa’nın iç politik dengelerini etkileme potansiyeline sahip olmaların rağmen bunu seferber edecek bir örgütlenme ağına sahip olmayan Müslümanlar, izole edilmiş bir toplum gibi kendi içine kapalı yaşıyorlar. Öyle ki İslami dernekler ve kurumların aracılığıyla Müslüman kitleler kendilerini Fransa toplumunda izole etmeyi bilinçli bir tercih olarak seçmeye başlıyor. Kendi içine kapanan bu toplumsal yapı adaptasyon ve entegrasyon sürecinin dışında kalıyor. İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya, Belçika, Hollanda gibi ülkelerin tamamında aynı sosyolojik manzara görülür ve esasen AB’nin bir devlet politikası olarak uygulanır.
Oluşturulan İslami kurumlar üzerinde ciddi bir denetim ve kontrol söz konusu olmayıp, radikal İslamcı hareketlerin örgütsel faaliyetlerinin önemli bir alanı haline gelmiş bulunuyor. Öyle ki, sokaklarda İslamcı örgütler adına kampanyalar örgütleniyor, Suriye’de ve Irak’ta savaşmak için gençlere çağrılar yapılıyor. Camilerde şerait yasalarının uygulanması için vaazlar verilir. Bütün bunlar söz konusu devletlerin bilgisi ve onayı ile gerçekleşmiş olması bir tesadüf olmayıp, ilgili devletlerin izlemiş oldukları politikaların bir parçasıdır. Yıllardır kendi içlerine kapanmış Müslüman gettolara baktığında İslami kurallara uygun yaşam tarzı 1990’lü yıllarda % 25 civarındayken bugün bu oran % 40’ların üzerine çıkmış bulunuyor.
Saldırının olası etkileri
Bu tür saldırıların boyutları farklı olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinde gerçekleşme olasılığı yüksektir. Devam etme olasılığı olan saldırılar farklı kültürel ve dini değerlere sahip topluluklar arasında çok daha derin ve sarsıcı etkiler yaratacaktır. İslam olgusu Avrupa halklarının gözünde çok ciddi bir tehlike olarak görülecektir. Bu algı IŞİD üzerinde Ortadoğu’da yansıtıldığı gibi El Kaide, El Nusra, IŞİD gibi radikal İslamcı örgütlere yaptırılacak eylemlerle Avrupa’da İslam bütünüyle negatif bir algıyla teşhir ettirilecek.
Ayrıca esasen örgütsüz ve dağınık olan ve yaşadıkları ülkelerde daha çok İslam gettoları biçiminde yaşan Müslüman topluma karşı ırkçı faşist hareketin güçlendirilmesinin bir aracı haline getirilecektir. Avrupa’da çok hızla güçlenen ırkçı-faşist hareketlerin, ideolojik-politik ve fiziki saldırıları çok daha üst boyuta çıkma olasılığı yüksektir. Böylelikle sosyolojik bir sorun olan göçmenlik politikasına din-İslam politikası eklenerek toplumsal ayrışma çok daha derinleştirilecektir.
1990’lı yıllarda Cezayir Müslüman Kardeşler Örgütü’nün Fransa’daki eylemleri dikkate alındığında önümüzdeki süreçte, Fransa bu tür olaylarla çok daha sık karşılaşabilir.
Fransa istihbaratı ne yaptı?
Burada dikkat çeken bir başka nokta da Fransa istihbaratının bu eylemdeki pozisyonudur.
Bu derginin daha önce birkaç kez tehdit edildiği biliniyor. Genel Yayın yönetmenine koruma verilmiş, Çok sayıda tehdit yapılmış. Bütün bu verilere göre, böylesi bir saldırının yapılmış olması da kafalarda bir kısım soru işareti oluşturuyor.
Birincisi, Fransa İstihbaratı bu süreci görmemişse, bilgisi yoksa Fransa bakımından çok ciddi bir güvenlik zafiyeti olduğunu gösterir. Başbakan Manuel Valls bu duruma dikkat çekti ama bunun bir başka anlamı da, Fransa’da ‘radikal’ İslamcı grupların çok daha kapsamlı eylem yapma potansiyeline sahip olduğunu gösteriyor.
İkinci olasılık, söz konusu tehdit ve olası saldırıları ciddiye almayarak ve istihbarat çalışmasına gerek görmedikleridir. Bu aynı zamanda Irak ve Suriye’de savaşıp gelen ve tahmini sayıları bilinen güçlerin, eylem yapma kapasitesini küçümsemek ve görmemektir.
Üçüncüsü, beklide en vahimi, saldırı hazırlıklarından haberdar olup, eylem için yol vermesidir. Bu tehlikeli olasılığın politik arka planı da Avrupa’da İslam’a karşı toplumsal bir reaksiyon oluşturmak ve Müslüman toplumu çok daha fazla pasifleştirmektir. Bunun etkileri de çok net olarak görülüyor.
Sonuç olarak, Avrupa’da yeni saldırıların gündeme gelme olasılığı yüksektir. Charlie dergisi hiçbir dönem ırkçı, faşist ve milliyetçi bir çizgiye sahip olmadı, tersine bu Avrupa’daki bütün ırkçı hareketlere karşı çok açık bir tutumu var. Dine yönelik eleştirileri nedeniylede özellikle İslam’a karşıtıymış gibi bir algı yaratılması da son derece yanlış ve tehlikeli. Bu nedenle Charlie Hebdo dergisine yapılan saldırının merkezinde İslam düşmanlığından çok başka politik gerekçeler bulunuyor. İki gün içerisinde saldırıların yapıldığı alanlar dikkat çekicidir. Önce bir karikatür dergisinin basılıp katliam yapılması, sonra sokakta iki polisin vurulması, eş zamanlı bir caminin yakınına bomba bırakılması, bir gün sonra bir Yahudi marketinin basılarak içeridekilerin rehin alınması. Bütün bunlar, birkaç kişinin eline silah alarak yapacağı bir organizasyon değildir. Çok yönlü bir planın küçük parçalarıdır. Bu eylemlerde El Kaide veya IŞİD gibi örgütlerin kullanıldığına bakılmaksızın İslam dünyasını yeniden dizayn etme politikasının bir aracıdır. Bu bakımdan özellikle Türkiye’de İslamcı medyada bu katliamı meşrulaştıran bazı yazarların basiretsiz politik söylemleri/açıklamaları, küresel güçlerin stratejisine hizmet ediyor.
Charlie Hebdo dergisi yayın yönetmeni Staphen Charbonnier’in Kobanê’de YPG güçlerinin IŞİD güçleri karşısında gösterdiği direniş üzerine söylediği şu sözleri öğreticidir: “Kürt değilim, tek bir kelime Kürtçe bilmiyorum, hiçbir Kürt yazarını da tanımıyorum, ama artık Kürdüm, Kürtçe konuşuyorum, Kürtçe düşünüyorum, Kürtçe şarkı söylüyorum, Kürtçe ağlıyorum…” Direnişe sahip çıktığını bu cümlelerle ifade eden Charbonnier İslam karşıtı değildi. Özellikle Avrupa’nın radikal İslam politikasını da eleştiri konusu yapıyordu.
Önümüzdeki süreçte AB’nin politik yönelimlerinde ciddi değişiklikler gündeme gelecektir. Güvenlik politikaları ön plana çıkarken özellikle göçmenler ve Müslüman toplumu üzerindeki toplumsal ve politik baskı artacaktır. Her ne kadar Fransa Cumhurbaşkanı ve Başbakanı alınacak güvenlik önlemlerin ‘Müslümanlara karşı olmadığını, olmayacağını, terörizme karşı olacağını’ özel olarak vurgulasalar da Fransa ve Avrupa sokaklarında durum çok daha farklı olacaktır.
Fransa’da radikal İslamcılar tarafından yapılan bu saldırıların Türkiye’ye yönelik politik yansımaları tahmin edilenden çok daha ağır olacaktır. Bu konuyu önümüzdeki süreçte ele alacağım. (MP/HK)
* Fotoğraf: Dursun Aydemir - Paris / AA
Araştırmacı, gazeteci ve yazar Mustafa Peköz. Fransa’da Siyaset Bilimi alanında mastır, Sosyal Bilimler alanında doktora yaptı. Türkiye’de yayınlanmış sekiz kitabı bulunuyor. "Kontrgerilla Stratejisi", "Türkiye’de Politik İslam’ın Gelişimi ve MNP-FP Gerçeği", "Avrupa Birliği’nde Göçmenler/Almanya’da Kürtler-Türkler", "1923’den 2004’e CHP’nin İdeolojik-Politik Tarihi", "Küresel Güçlerin Ortadoğu Stratejisi", "İslami Cumhuriyete Doğru", "Küresel Kapitalizm Ve Göçmenlik", "Küresel Güçlerin Çatışma Merkezi Asya Ve Yükselen Çin". "Küresel Savaşta Büyük Ortadoğu" isimli kitabı Vivo Yayınları'ndan yayınlanacak. Ayrıca Fransızca yayınlanan bir kitabı bulunuyor. |
* Bu yazı 8 Ocak günü sendika.org'da yayınlandı