Merhabalar...
Evet, yine hapishaneden bir mektup! Çok açık ki, bu tecrit ve treadman uygulamaları sürdükçe, yeni ortaya çıkan 19 Aralık Katliamı belgelerinde de görüldüğü gibi devlet tutukluları "düşman güç" olarak gördükçe bu mektuplarımız ve şikayetlerimiz devam edecek.
11 yıldır tecritte olan siyasi tutuklular, bu zorlu sürecin sonuçlarından biri olarak sürekli sağlık sorunlarıyla uğraşıyorlar. Şimdiye kadar çok sayıda tutuklu hapishanelerde hayatını kaybetti. Belki bir erken teşhisle veya daha iyi bir bakımla yaşayabilecekken... Bunlarla daha çok ilgilenmenin, gündeme getirmenin, insanlık dışı koşulların daha çok göz önüne serilmesinin önemi çok açıktır.
Size kısaca hastalandığımız andan itibaren yaşadıklarımızı anlatmak istiyorum. Özellikle "Aile Hekimliği" uygulaması başladıktan sonra revire haftada sadece bir gün çıkma hakkımız var. Diğer günler hastalanırsak "ama bugün sizin gününüz değil!" cevabıyla karşılaşıyoruz.
Uzun tartışmalar sonucunda çıkabilirsek şanslıyız demektir. Tabi birde doktorun gelmemiş olma olasılığı da var. Geçen yıl 1000 kişilik Bakırköy hapishanesi iki ay doktorsuz kaldı. Geçen ay iki hafta boyunca doktor yoktu. Bu durum çok sık yaşanıyor.
Diyelim ki, uygun zamanda (!) hastalandık, revire gittik ve hastaneye sevkimiz yapıldı. Bu sefer hastaneye gidebilmek için günlerce- haftalarca çeşitli nedenlerle bekletilebiliyoruz. O sırada çektiğimiz ağrılar, hastalığın ilerlemesi vs. çok önemli değil. "Kendini tek hasta mı sanıyorsun?" , "Birşey olmaz" , "Durumu çok daha ciddi olanlar var!" , "Ring yok" sıkça karşılaştığımız cevaplar arasında.
Ama geçelim bunları, sevkimiz çıktı diyelim. Ringte bizi saatlerce tuttukları 6 kişilik yer 2 metrekare bile değil. Bu mekanda elerimiz kelepçeli ve tam tepemizde bir kamera ile saatlerce bekletiliyoruz.
Bu daracık mekanda, üstelik ellerimiz kelepçeli, kapı üzerimize kilitliyken, kendi deyimleriyle "güvenlik sorunu" olmayacağı apaçıkken, konulan kameranın taciz ediciliğine katlanmak istemediğimizden, kameranın önüne koyduğumuz peçete nedeniyle hakkımızda tutanak tutuluyor ve genelde ziyaret, iletişim yasaklarına maruz kalıyoruz.
Mevsimine göre, sıcakta veya soğukta saatlerce bekletildikten sonra, kalabalık götürüldüğümüz için sıramız gelmediğinden -poliklinik kapandığından- muayene olmadan hapishaneye geri götürülebiliyoruz. Ama diyelim ki tüm bu engelleri aşıp, doktorun karşısına çıktık. Orada yeni bir sorun başlıyor.
Komutanlar, 3'lü Protokolü gerekçe göstererek muayene sırasında odadan çıkmayacaklarını söylüyorlar. Bu sorun dahiliye, ortopedi, kadın doğum gibi tüm bölümlerde yaşanıyor. Bunun doktor- hasta mahremiyetini ihlal olduğunu, evrensel hasta haklarına uymaları gerektiğini söylememiz bir şey ifade etmiyor.
Muayene sırasında doktor ve hemşirenin yanı sıra birde hapishaneden gelen bir kadın gardiyan bulunmaktadır. Bunun yanı sıra komutan yanında bir askerle içeride kalmayı dayatıyor. Bunun güvenlik sorunu olmadığı açıktır.
Komutanın ve yanında bir askerin muayene sırasında bulunmaları resmi tacizden başka bir şey değildir. Aleni bir şekilde, devletin birey haklarını yok sayması nedeniyle gerçekleşen bir taciz! Defalarca kez, sayısız arkadaşımız hastaneden bu nedenle muayene olamadan geri döndü.
Son olarak da, 6 Nisan'da ben ve iki arkadaşımız, bu nedenle muayene olamadık. Komutan daha hapishanedeyken "odadan çıkmayacağım!" diye uyardı(!) bizi... Çekingen bir dille komutana; "çıkabilirsiniz, benim için sorun değil" diyen doktorun ( ki, genelde askerle aynı tavrı gösteren doktorlarla karşılaşıyoruz. Bu istisnadır) aldığı cevap çok bilindikti; "Bunlar terörist."
Bu söylem sorunun güvenlik değil de siyasi-ideolojik olduğunu açıkça göstermektedir. Biz bu resmi tacizi reddettiğimiz için tedavi hakkımız engellenmiş oluyor ve hapishaneye geri götürülüyoruz. Yaptığımız suç duyuruları da hiç bir işe yaramamakta, hatta bazen aleyhimize dönmektedir.
Bizler, "tecrit işkencedir" diyoruz, çünkü bunu hayatımızın her alanında, sürekli yaşıyoruz. En temel haklarımızdan olan sağlıklı yaşam hakkı hapishanelerde elimizden alınmaktadır. Bunun değişmesi, sizlerin ve halkımızın sahiplenmesiyle olacaktır.
Devletin yalanlarının boyutunu bir kez daha "Tufan Operasyonu"yla gördük ve medyanın sadece devlet kurumlarından hareketle nasıl yalan yanlış, çarpıtılmış haberler yaptığını biliyoruz.
Devletin yalan haberleriyle değil, "diğer" tarafa da kulak verilerek haber yapılmasını istiyoruz. Mektubu yazma sebebimde bu. Hapishaneden gelen bu sese kulak vereceğinizi umarak, çalışmalarınızda başarılar diliyorum. 11 Nisan 2011 (HY/EÖ)
(*) Hiyem Yolcu, Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi B/4