Aytekin Yazgan bir sağlık emekçisi idi. Çok genç yaşta, bir kalp krizi Aytekin'i bizden ayırdı.
Kocaeli dışında bulunan bazı arkadaşlar onu tanımayabilir. Biraz Aytekin'i tanıtmak ve anmak istedim.
Tıbbi mümessil arkadaşımız vardı. Bu arkadaş, bir gün bana gelip, "bir köy sağlık ocağına Sivas'tan bir doktor tayinen gelmiş, tanıştınız mı, Cumhuriyet gazetesi falan okuyor, iyi bir insana benziyor" dedi. Böyle bir mesajı alınca bir doktor arkadaşı aradım.
Kış vakti idi. 1992 yılı başlamıştı. Aradığım arkadaş, az sonra, o köye gitmek üzere yola çıkmıştı. Birkaç saat sonra geri döndü, yüzü gülüyordu ve "artık bir yoldaşımız daha var" dedi.
Ertesi gün ben de o köye gittim ve Aytekin ile tanıştım.
Kamu emekçilerinin sendikalarının 12 Eylül sonrası dönemde tekrar kuruluş dönemiydi. İzmit'de Sağlık Sen şubesini açtık. Aytekin şube kurucu yönetim kurulu üyesi idi ve hemen akabinde, grevli toplu sözleşmeli sendikal hakkımız için sendika'da açlık grevine başlamıştı.
Bir taraftan sendikal mücadeleyi yürütürken, diğer yandan tabip odasında faaliyet yürütüyorduk. 1994'te statükocu, elitist yönetim anlayışına karşı, tabip odasının demokratik kitle örgütü olarak faaliyet göstermesi gerekliliğini iddia ederek, Aytekin ile ikimiz bir grup arkadaşla birlikte, bıkıp usanmadan herkes ile tek tek görüşüp bütün İli örgütleyerek Tabip Odası (TO) yönetimini kazandık.
Esasen hakim güçler karşısında sinerek kendi özgüvenini kaybetmiş demokrat, ilerici, aydın hekimler, bizimle birlikte bir umut gördüler. İşkenceye karşı hekim tutumunu geliştiren, yayın çıkartan, maga deri direnişlerinde sağlık desteği sunabilen ve aynı anda işçilerle siyasal sohbetler yürüten, işçi sağlık hakkı ve işçi sağlığı bilimini geliştiren, eylemlerde, grevlerde pankartları ile boy gösteren bir tabip odası olmuştu ve diğer sağlık emekçileri ile birlikte omuz omuza duruyorlardı.
1995'te, Dinar depreminde, Aytekin ile birlikte, beş kişilik gönüllü bir ekip, TO+SağlıkSen çadırını Dinar'a kurdu. Topladığımız çok miktarda yardım malzemesini dağıttılar ve yanlarında götürdükleri tıbbi malzemeyle sağlık hizmeti sundular.
Dinar'ı özellikle yazdım çünkü; depremin olduğu gün örgütlenip, yardım toplayan ve Dinar'a ilk ulaşanlar bizim arkadaşlarımızdı. Oradaki resmi görevliler, Dinar'ı dört bölgeye ayırmışlar ve bunlardan birisinin tüm sağlık hizmetlerini bizim arkadaşlarımıza devretmişlerdi; "nasıl böyle alçakgönüllü, fedakarca davranabiliyorsunuz ve mesleklerinizde çok iyisiniz" diyerek.
Bu faaliyetimiz karşısında, dönüşte, beş arkadaşımız hakkında soruşturma açıldı, sürgünler ve maaş ve uyarı cezaları geldi. Aslında sürgün ve cezaların nedeni şuydu: Dinar'da ölenlerin sorumlusu deprem değil yine düzenin ta kendisi idi.
Bunu herkes biliyordu. Buna rağmen, halka yardım etmeye koşma refleksinin bizlerden gelmesi hazmedilemeyen noktalardan birisi idi.
Biz "depremde yardıma gitmek suç mu" derken, bize "siz memursunuz, izinsiz gidemezsiniz" deniyordu. Halbuki, Aytekin'lere Afyon Valiliğinden depremdeki fedakarlığımızı gösteren bir teşekkür mektubu verilmişti.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) kuruluşu, Sağlık Sen ve Tüm Sağlık Sen'in birleşimi- SES'in [Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası] kuruluşu süreçleri ve ilerleyen dönemlerde, Aytekin, SES Kocaeli Şube yönetim kurulu üyelikleri, SES ve KESK delegeliği görevlerinde bulundu. Yine bir çok kez Tabip Odası yönetim kurullarında ve genel merkez delegelik görevlerinde bulundu.
İzmit'ten gelerek Paşabahçe direnişinde yer aldı. Mahallelerde uyuşturucuyu anlattı. İzmit Gölcük depreminde, tabip odası konteynırında görevde idi.
İşkence görmüş halde muayeneye getirilen adli gözaltındaki kişiye, işkenceyi tespit eden sağlık raporu verdiğinde, raporu değiştirmesi isteği ile başına tabanca dayayan jandarma astsubayını karşısından kovmuş ve derhal basın açıklaması ile teşhir etmişti.
Şimdi arkadaşlar, neden bu kadar yazdım?
Aytekin, 1966 doğumlu, Gümüşhane'nin bir köyündendi. Bir Anadolu insanı idi. Kendi çabası ile saz çalmayı öğrenmişti, Mahsuni'nin, Yorum'un türkülerini çalardı. Bize dinletmek istemezdi, utanırdı, ustalara saygısızlık olur derdi.
Çok sabırlı, sessiz, alçakgönüllü idi. Onunla konuştuğunuzda hemen ona güvenmeye ve onu sevmeye başlardınız. Kimseye saygısız davranmazdı. Küfür bilmezdi.
Kimsenin sözünü kesmezdi. Entelektüel ve ekonomi politik bilgisi iyiydi; az ama öz konuşurdu. Onurlu idi, olağanüstü sakin davranışına rağmen, hiçbir antidemokratik yaptırıma boyun eğmezdi.
Hiçbir zaman ön planda durmadı, populist, elitist olmadı. Hiçbir sofrada önce kendisi yemeğe el atmadı. Herkes doymadan kendisi doymadı. Emekçi halkın dışında, yanında saf tutulacak bir kesim görmedi.
Hiçbir zaman para alarak hasta muayene etmedi. 20 yıl önce de yoksuldu, öldüğünde de yoksuldu. Hiçbir zaman bir hastasına kötü, ilgisiz davranmadı.
Hiçbir zaman beraber çalıştığı sağlık emekçilerinden ayrı durmadı, her zaman hak arama mücadelesindeydi, ve bedellerini ödemeyi göze aldı.
Hiçbir zaman her hangi bir makama "ben" diye talip olmadı, bizler, "şu iş, şu görev açıkta kaldı kim yapacak" dediğimizde, "tamam ben yaparım" derdi. Daima kişisel çatışmadan uzak durur, diğer yandan hiçbir zaman düşmanla uzlaşmazdı.
Arkadaşlar ile kendi aramızda onun hakkında, (dinsel kavram/anlam dışında) ruhani hali olduğunu, ermiş olduğunu konuşurduk.
Bu kadar tanımlamayı yaparken, şüphesiz onun da bir insan olduğunu, zaaflarını olduğunu bilmemiz gerekiyor. Zaaflarından kurtulabilenlerin yeni insan olabildiğini de biliyoruz.
Ölenlerin arkasından buna benzer methiyeler (?!) görüyoruz. Ancak ölenleri tanıyan bizler, onların hakkında anlatılanların, yazılanların methiye değil, gerçeklerin sadece bir kısmı olduğunu biliyoruz.
O kadar ki, bizim dil dağarcığımız gerçeklerin bu kadarını anlatabilmemize olanak sağlıyor.
Gerçek bir emekçiyi, dostu, yoldaşı kaybettik. Başımız sağ olsun.