* Fotoğraf: Recep Yılmaz
Yüksel Direnişi’nin başlarıydı. Daha önce farklı eylemlerde görüp kısa süreli sohbetler ettiğim Perihan anneyle Yüksel Direnişi sırasında yoldaşlık, anne-kız, abla-kardeş, yarenlik ilişkisi kurduk. 3 yıl, dolu dolu, her gün sohbetle, muhabbetle tanıdım onu. Tanıdıkça hayran oldum. Hayranlığınızı belli eder, onu överseniz, yanakları kızarır, gözlerini tatlı bir gülümsemeyle yere indirirdi. Bir gün “ben büyüyünce Perihan Pulat olacağım” dedim. Çok hoşuna gitti. Yanakları kızardı, gözlerini kapattı, sonra sarıldı bana. Daha ne kadar büyüyeceksin diye takıldı. Dedim Perihan Pulat olana kadar…
Perihan Pulat, Perihan teyze, Perihan abla, Perihan anne, Peri, Periş, yoldaş, kız kardeş… Bu hitapların hepsini kabul ediyordu. Bana Perihan nene de diyebilirsiniz diyordu. Perihan hanımefendi denildiğinde “hanımefendi nedir, düzgün konuşun, ben kimsenin efendisi değilim” diye sinirleniyordu. Çünkü halka ait olmayan hiçbir tanımlamanın yapılmasını istemezdi kendisi hakkında. Emekli Sayıştay üyesiydi. Hakim düzeyinde görev yaptı. Hatta cumhurbaşkanını denetleme yetkisine sahipti. Ancak ona özel olarak nereden emekli olduğu sorulmadıkça bundan hiçbir yerde ve zamanda bahsetmedi. Çünkü bunların, insan olmaya, insanlık mücadelesine bir katkı sunmayacağını net olarak anlamıştı. Maddi olarak mütevazı bir yaşam sürdü, mütevazı bir biçimde de göçtü bu dünyadan. Tüm kariyerini insanlığın kurtuluşu üzerine kurdu, insanlığın gönlündeki tahta oturdu.
Perihan annemizdi: Emekli maaşı oldukça yüksekti. İstese her ay dünyanın bir ülkesini gezecek gelire sahipti. Lüks yaşama para harcamazdı. Dışarıda yemek yemez, çok acıkırsa bir simit alırdı. İştahı olmadığından değil. Zira davet ettiğim bazı günler memnuniyetle gelir, bizde kalır, birlikte hazırladığımız sofrada dolu dolu iştahla yerdi yemeğini. O, dışarıda yemeğe harcanan parayı israf olarak görüyordu. Para ancak ihtiyacı olanlara harcanabilirdi. Öğrencilere, direnişçilere, grevdeki işçilere, yoksul ailelere ve işçilere… Kapalı zarf içinde verdiği öğrenci bursları, yoksul harçlıkları “benim verdiğim bilinmesin” uyarısı ile teslim edilirdi. Bu dünyada şaşılacak bir nahifliğe sahipti Perihan anne. Ah annemiz!
Perihan ablamızdı: Suratın mı asık, mutsuz musun, üşüyor musun, ağladın mı, dertli dertli oturuyor musun bir kenarda? Usulca yaklaşır, yüzünde kaygılı bir gülümseme ile bir sorun mu var diye sorardı. Anlatırsan hemen çözüm bulmaya çalışırdı. Anlatmadın diyelim, anlatabileceğin birisini gönderirdi yanına. Çok terliyordum. Özellikle kalabalık alanlarda, gözaltı arabasında… Kaygılanıyordu kalbimde pil var diye. Gözümün içine bakıyordu. Bir gün elinde kırmızı bir yelpaze ile geldi. Baktım değerli bir şey. Bunu al, yanında taşı, terlediğinde iyi gelir dedi. O yelpaze çantamdan başka yere hiç konulmadı. Ah ablamız!
Perihan yoldaştı: Sosyalizme öyle inanıyordu ki Yüksel Direnişi sırasında çekilen bir videoda “Bu direniş beni yeniden umutlandırdı. Aydınlığı göreceğimize olan inancımı güçlendirdi. Beni yeniden sokağa çekti. Aydınlığı göreceğiz, insanlık kazanacak, kazanmazsa zaten dünya bitecek” diyordu. O dünya bitmesin diye nükleer karşıtı eylemlerde çevrecilerle, 1 Mayıs’ta işçilerle, Tekel direnişçileriyle, Soma madencileriyle, Gezi’de milyonlarla sokaktaydı. 15 Temmuz sonrası korkunç sessizliğin içinde bunalmışken de sessizliği yırtan Yüksel Direnişçileri ile yine sokaktaydı. Sokak onun bilincini diri tutan, o çok özendiği, sık sık hayranlıkla bahsettiği Amazon kadınları gibi onu savaşçı kılan bir yerdi. Biz Perihan yoldaşla gözaltına alındık, kimyasal gazlara maruz kaldık, yerlere atıldık, sürüklendik. Döndük yine eylem alanına geldik. Tıpkı 18 yaşında bir genç gibi sabah erkenden kalkıp, görev bilerek Cinnah yokuşundan aşağı yürüyüşe geçer, Yüksel Caddesi’ne kadar yürüyerek gelir eylem alanında yerini alırdı. Gözaltı arabasında “Avusturya İşçi Marşı’nı” her söylediğimizde coşkuyla katılır, yüksek sesle haykıra haykıra söylerdi;
Kara deryalarda bir fenersin,
Senin ışığınla yürüyoruz,
Biz bu karanlık yolun sonunda
Doğacak güneşi görüyoruz…
Sesin hala kulağımda, Ah Perihan yoldaşım!
Peri’mizdi, Periş’imizdi. Şakacı, komikli canım kadın. Hep kavgada, dövüşte olacak değildik ya bazen direnişi sloganlarla bitirince bir çay için bir yere oturur, kaynatır, kıkırdaşırdık. Sevgilisini, yani eşini anlatırdı bazen. Gençlik yıllarından, yaşadıklarından bahsederdik, gülüşürdük. İşte o vakit aramızdaki yaş farkı kalkar, ikimiz de gençleşirdik. O benim Periş’im olurdu. Ah canım Periş!
Hiç sağlık problemleri yaşadığını görmedik 3 yıl boyunca. Kar-kış-yağmur-sıcak hep alandaydı. Direnişimizin başından beri ayakta bildiri dağıtır, imza toplar, pankartın arkasına geçer, ateşin başında durur, gözaltılar başladığında gözaltına alınır, serbest kalınca gider dinlenir, yine gelirdi dipçik gibi… Ta ki o zalim el onu arkasından hınçla, kinle ittirip yüzünün üstüne düşmesine sebep olana kadar… 1 Mayıs 2018. Yüksel Direnişi’nde dört kadın her günkü eylem biçimimiz ile elimizde pankart eylem alanına ilerledik. Dört kişiye TOMA getiren Ankara emniyeti, dört kadından başka eylemci olmamasına rağmen TOMA’nın suyunu açtı ve tazyikli su ile hepimizi bir yana savurdu. Perihan anne su ile birlikte biraz kenara geçti. Biz sokağın ortasına oturduk. Ancak su sıkılmasına karşı itirazını yükseltince torunu yaşındaki bir polis tarafından yere fırlatıldığını ve korkunç bir darbe aldığını sonradan öğrendik. Çünkü bizler saçlarımızdan sürüklenerek gözaltı arabasına götürülüyorduk. (O sürüklenmede Gülnaz Bozkurt’un saçları kökünden kopartıldı.)
Gözaltından bırakıldığımızda öğrendik ki Perihan annenin suratı tanınmaz hale gelmişti. 76 yaşında bir kadına bunu yapan bizlere neler yapmazdı. O polis yargılandı. 3 bin lira para cezası verildi. Ve ceza ertelendi. Aynı durum polisin başına gelse bunu yapanın hapishaneden çıkamayacağını biliyoruz değil mi? Bu polis de tutuklanmalıydı. Zira Perihan anne bu travmadan sonra bir daha kendini toparlayamadı. Denge ve hatırlama sorunları yaşadı. Çok hastalandı. Evine ziyarete gittiğimizde bazen bizi hatırlamadığı oldu. 20 Ağustos 2020 tarihinde Yüksel Direnişçileri olarak tutuklandık. Perihan teyzeye gidip kendimizi hatırlatma imkanımız bile olamadı. İktidar bizi kamuoyuna unutturmak istediği gibi, Perihan annemizin, yoldaşımızın hafızasından da silmek istedi.
Biz unutmadık! Perihan annemize, ablamıza, Peri’mize yapılanı unutmadık! Eminim Perihan ablamız, yoldaşımız da son anına kadar hafızasında bizi yaşatarak, kendisini Yüksel’de direnirken hayal ederek veda etti bizlere. Yüksel Direnişçileri hala tutuklu. Belki gittiğini çok sonra öğrenecekler ama Perihan Pulat’ı unutmayacaklar.
“Doğru olduğunu içimizde hissetmedikçe hiçbir öykünün gücü ve kalıcılığı yoktur”*
Perihan Pulat o kadar doğruydu ki yüreğimde güçlü-kalıcı bir öykü ve yenilmez, baş eğmez bir direnişçi olarak yerini aldı. Canımın içi kadın, Periş’im, pandemi girdi araya seni göremedim. Üstüne tutukladılar 6 ay da öyle göremedim. Küsme bana!
* Steinbeck-Cennetin Doğusu
(AK/AS)