Birkaç gün önce Lübnan Dışişleri Bakanı Cebran Bassil’in parti toplantısı sırasında Meclis Sözcüsü Nebih Berri’ye hakaret ettiği bir video sosyal medyaya düşünce Berri taraftarları ortalığı birbirine kattı. Berri, Amal hareketinin resmi, büyükçe bir mafya ağının da gayri resmi lideri. Cebran Bassil de Cumhurbaşkanı Mişel Aoun’un damadı ve kayınpederinin kurduğu Özgür Vatanseverler Birliği (FPM) partisinin de başında. Bassil de başka bir mafyaya liderlik ediyor olmalı ki bu iki adamın sevenleri sevmeyenlerine şehrin ortasında silahlarla karşılık verdi. Peki Bassil, Berri’ye ne dedi de bu kadar kıyamet koptu: “Baltaji (بلطجي )”
Türkçe’de birine hakaret etmek için akla bile gelmeyecek olan baltacı kelimesi Lübnan’da “soyguncu, serseri, haydut, eşkıya” anlamında kullanılıyor.
Yalnızca Lübnan’da değil, Mısır’ı son yıllarda takip edenlerin bileceği üzere önce Mübarek’in ve daha sonra Sisi’nin para vererek meydanlara sürdüğü, halkın üzerine sopalarda ve silahlarla saldıran sivillere de “Baltacılar” deniyor.
Baltacılar Osmanlı ordusunda bir sınıf, 2. Murad tarafından oluşturulan bu baltacılar sınıfı başta Topkapı Sarayı’nı korumakla beraber sarayın nakliyat işlerini de yapmakla görevli, iri yarı kuvvetli yeniçerilerden oluşuyor. Mısır’ın Osmanlı topraklarına dahil edilmesi ile birlikte baltacı sınıfı burada da görev alıyor, sonraları Yeniçeri ordusunda emir komuta bozulunca bu grup halka zulmedip haraç toplayan bir mafyaya dönüşüvermiş. Baltacı (Baltaji) kelimesi de Arapça’da serseri, haydut anlamına gelir olmuş. Berri taraftarları kelimenin etimolojisini bilse eli baltalı bir lider tahayyülü hoşlarına bile gidebilir ama halkın aklında balta değil zorbalık kalmış.
Osmanlı ordusundan hatıra kalan başka bir kelime ise “Seferberlik”. İlk kez Arapça’ya başladığım dönemde bir Lübnanlı arkadaştan film tavsiye etmesini istiyorum, “Safar Barlik” diyor, başrolünde Lübnanlı ünlü şarkıcı Feyruz.
Seferberlik benim kafamda hayli epik bir süreç. Kağnısıyla cepheye mermi taşıyan Elif Analardan okulunu bırakıp harbe katılan gençlerin hikayesiyle dolu milli eğitim müfredatına uygun tarih okuyan hemen herkes gibi bir kahraman ulus anlatısı beynimin gereken yerlerine işlemiş.
Oysa Osmanlı’nın merkezindeki Balkanlar ve Anadolu’dan uzaklaştıkça hikaye değişiyor. Daha doğrusu farklı ulus devletlerin inşaası sırasında iki farklı anlatı ortaya çıkıyor, haliyle Lübnan’da çekilen sıkıntılar epik bir sonla biten bir hikayenin parçası değil. Zaten on yıllar boyunca kıtlık çeken Lübnan ve Suriye topraklarında Safar Barlik halkın ürettiği unun, ekmeğin Osmanlı askerlerince zorla alınması, köylerden erkeklerin zorla alıkonarak savaş halindeki ordu için çalıştırılması olarak hafızalarda kalmış. Hal böyle olunca film de Osmanlı askerlerine karşı köydeki unu korumak için hep birlikte verilen halk mücadelesini konu alıyor. Askerlerin söktüğü zeytin ağaçlarının ardından ağıt yakan köylüler barışın bereketli günlerini özlüyor. Folklorik danslar ve şarkılarla pekiştirilen bu milli hikayede esas oğlan ve esas kadın (Feyruz) ise bu mücadelenin ortasında aşklarını yaşamaya çalışan ve direnişe de önderlik eden kahramanlar.
Seferberliğin getirdiği açlık ve yoksulluk aslında aynı ama ulus devletlerin tarih yazımı söz konusu olduğunda bir yanda askerlere mermi taşıyan ananın hikayesi diğer yanda aynı askerlerden un kaçırıp köyün çocuklarına ekmek yapan anaya denk düşüyor. Velhasıl, bazı kelimelerin, Arapçası Türkçesini tutmuyor. Bazen bir ulusun çektiği acılardan bir diğerinin tarih kitapları bahsetmiyor. Ama Ortadoğu’da ne baltacının zulmü unutuluyor, ne de seferberliğin alıp götürdüğü ekmek.