Hatırlanacağı gibi 2000’lerin başında kuş gribi virüsü veya hastalığı tüm dünyayı sarmıştı. Uçan, kaçan, yatan, batan, her türlü kuştan ölümüne korkuluyordu. Herkesin baş düşmanı kuşlardı artık. Bre zındık kuşlar!
Dolayısıyla ilginç ve komik bir şekilde İran, Hindistan, Türkiye gibi yerlerde ‘kuş gribi’ ile değil de ‘bre zındık kuşlar’la mücadele ediliyordu. Öyle ki; az kalsın memleketteki tüm kuşlar yok edilecekti.
Nerede bir kuş görülse canlı canlı çukurlara atılıp üstü kireçle, toprakla örtülüyordu ya da diri diri yakılıyordu. Öldürmediklerini ise sokaklara atıyor, kırsal bölgelere, göletlere salıyorlardı.
Bu sayede tilkiler, kurtlar gibi yabani hayvanlar da aylarca keyif yapmıştı. Belki de hayvancağızlar hayatları boyunca bu kadar tavuk yememişti. Elbette bizler de…
Tilki veya kurt değildik fakat o vakitlerde Ankara’da, lüks öğünü yumurta veya makarna olan, üniversite öğrencisiydik. Kuşların düşman edilip canlı canlı ortalığa salınmaları ise bize altın tepside sunulmuş bir fırsat oluvermişti. Sonuçta her kaos beraberinde fırsatlar getirir.
Biz öğrenciler de böylece her canımız istediğinde hemen her akşam kaz, ördek, hindi, tavuk eti keyfi yapabiliyorduk. ‘Ah şu kuş gribi birkaç yıl daha sürse’ diyorduk. En azından okulu bitirene kadar…
Birkaç vakit sonra, yani kuş gribinden sonra, domuz gribi paniği tüm dünyayı sarmıştı. Ve yine ‘domuz gribi’ ile değil de ‘domuz’larla mücadele etme baş alıp götürmüştü. Nerede bir domuz görülse işkenceyle, sopayla, taşla, dövülüp öldürülüyordu.
Kuş gribi insandan insana geçen bir forma geçememişti, fakat domuz gribi insandan insana da geçen bir mutasyona ulaşmıştı. Yani anlaşılacağı gibi veya bilim diliyle; insan domuzlar da söz konusu olmuştu. Veya domuzlar aramızdaydı artık…
Akabinde gelen Covid-19 virüsü (pandemi) ile binlerce ‘online’ ‘sosyolog, tarihçi, doktor, bilim insanı, edebiyatçı, psikoloğumuz…’ oluverdi. Tatbiki sınavlara üç bilgisayar veya telefonla girmek yetmezmiş gibi yanına on tane kopyacı da alarak...
Böylece, yıllarca mezun olamayanlar ne hikmetse, bir anda çok yüksek puanlarla mezun olup başımıza idareci falan oluverdiler. Şimdi hemen herkes bir şeylerin uzmanı yani!
Bu günlerde tekrar koronavirüs türevleri ve domuz gribi virüsü birleşerek gelmiş durumda. Artık onunla da nasıl mücadele edildiğini hepimiz biliyoruz. Tekrara gerek yok! Bakalım bu ikisi bize ne yapacak?
Aslında bu gibi beklenmedik felaketler patlak verdiğinde bir ülkenin ne kadar güçlü veya gelişmiş olduğu ortaya çıkar.
Gözlemlendiği gibi gelişmiş ülkeler bu gibi felaketlerle mantıklı ve bilimsel önlemlerle mücadele edebiliyor. Yani gelişmiş ülkelerde hastalığın kendisiyle, sorunun kendisiyle mücadele edilir. Fakat gelişmekte olan ülkelerde ise hastalıkla değil de hasta olanlarla ya da hayvanlarla mücadele edilir veya onlar öldürülür!
Gelişmiş ülkelerde kuş gribinden ölüm vakalarına rastlanmadı. Domuz gribi de bu gibi gelişmiş ülkelerden çok Meksika, Hindistan, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde etkili olmuştu. Koronada da hakeza öyle…
Velhasıl demokrasi ile liyakat, hak, hukukla yönetilmeyen yerlerde söz yolsuzluklara veya memleketin diğer ciddi sorunlarına gelindiğinde ise tam tersi yapılıyor. Yani hastalık korunuyor ve onu çıkaranlara dokunulmuyor. Yani aramızdaki domuzlara…
Böyle işler racon buralarda. Yükselmek, para kazanmak, bir yere gelebilmek için artık her türlü yol mubah görülür. Liyakatsizlik, yalakalık, müritlik, yolsuzluk, profesyonel yalancılık, üçkâğıtçılık her yerde, her kademede yol açıcı olur.
Bu gibi meziyetlerin yoksa ağzınla kuş tutsan nafile… En iyi üniversiteyi okumuşsun, kendini yetiştirmişsin ne yazar? Yukarıdaki meziyetlerin yoksa bir ağanın, il/ilçe başkanının, belli bir güruhun, yalakanın adamı değilsen veya aynısını yapmazsan bir işe girmen, tutunabilmen zor…
Düşünürler bu çağa ‘post truth’ diyor. Yani ‘gerçek ötesi’, Hakikat sonrası/ötesi…
Post truth (Hakikat ötesi/sonrası) kamuoyunun nesnel gerçeklerden çok duygular ve kişisel inançlardan etkilendiği kültürel ve politik iklimi ifade eder. Yanlış bilginin, sahte haberlerin yaygınlığı ve kamuoyunun algısını şekillendirmek ve belirli gündemleri desteklemek için bilginin manipülasyonu ile karakterize edilir.
‘Post truth’ bir toplumda, duygulara ve kişisel inançlara hitap etmek çoğu zaman kanıta dayalı akıl yürütmenin ve eleştirel düşüncenin yerini alır. Nesnel gerçeklerin ve gerçeğin kamusal söyleminin ve karar vermenin temeli olduğu fikrine meydan okur.
Bunun halk dilindeki açılımı şudur: Yalanın, dolanın, yolsuzluğun devlet ve kurumları eliyle, örgütlü bir şekilde gerçekmiş, doğruymuş gibi topluma empoze edilmesi; toplumun, bireylerin buna zorlanmaya çalışılmasıdır. Bu duruma karşı duranın da yalancı, hain, kâfir, terörist, öteki, düşman gibi gösterilmeye çalışılmasıdır.
Eskiden ‘doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar’ diye bir söz vardı… Şimdiki durum bunun biraz değişiği, modern veya ‘post truth’ şekli yani…
Anlayacağınız, artık ‘yalan söylemeyeni dokuz köyden’ değil her yerden kovuyorlar!(İK/AÖ)