A. Murat Eren'in son bir kaç ayda önce WASET ardından da Türkiye'de düzenlenen uluslararası bir konferans'taki makaleler ile ilgili yazıları çok endişe verici olaylardır. Bilimsel yayın sistemi belki de Dünya'da karşılıklı güven ve dürüstlük üzerine kurulu en önemli yapılardan birisidir. Bir bilim insanı olarak, siz bu sistem içindeki yayınların belli bilimsel standartlara uygun olduğunu, sisteme müdahil her bireyin belli bir profesyonel ciddiyetle çalıştığını varsayarsınız. Eğer bu varsayım doğru değilse, ya da üniversitede bulunan bir takım insanlar bu sistemin etrafından dolaşıp kişisel çıkar elde etmeye çalışıyorsa, uzun vadede bu durum sistemi çökertir. Bu nedenle bazı temel değerlendirme kriterlerin evrenselliği önemlidir. Bence tartışma şu iki noktada kilitleniyor:
1. Kendine her bilimsel makale diyen yayın bilimsel yayın kabul edilebilir mi?
2. Eğer birinci sorunun cevabı 'hayır' ise, aradaki ayırım nasıl yapılır?
Avrupa Birliği'nin araştırma desteklerini verirken kullandığı bilimsel indeks motorlarını kullanarak size bu konuda kısa bir cevap vermeye çalışacağım. Bunu bu yazıyı kaleme alırken yapıyorum ki, düşüncelerim çıkacak olan sonucu etkilemesin. Eğer Türkiye Dünya standartlarında ise o zaman haksız kuşkumdan dolayı özürlerimi bildiririm. Ama yok eğer, aksi çıkarsa o zamanda birileri şapkalarını önlerine koyup düşünmek durumunda.
İlk adım bilimsel makale bazında Türkiye ve Dünya ortalamalarını karşılaştırmak:
Aşağıdaki tablo da bu verilere bağlı olarak ülkelerin Dünya sıralamasındaki yerini gösteriyor.
Benim bu verilere bakınca gözüme iki şey çarpıyor. Birincisi, makale sayısına verilen önemin özellikle gelişmekte olan ülkelerin bilimsel çıktısına verdiği zarar (yani nitelikten çok niceliğe önem verilmesinin yan etkileri). İkincisi de, gelişmişliğinin propagandasına gerçekten gelişmekten daha çok önem veren ülkelerin (ki bence, Türkiye altyapısını oluşturmadan üniversite açma konusundaki iştahıyla bu grupta Çin, Rusya ve İran gibi ülkelerle beraber yer almaktadır) bazı verileri şişirmek için gösterdikleri çabanın bir bumerang etkisiyle onları başka önemli verilerde nasıl aşağıya ittiği.
WASET ya da tartışmayı başlatan konferans gibi konferanslar bu işin neresinde yer alıyor? Eğer WASET ciddi bir yayıncı firma olsa idi, bu tarz indeksleme sistemlerine girmeye çalışırdı. Maalesef WASET'in bu konudaki yaklaşımı kendisi hakkında çok kötü ipuçları veriyor. Mesela WASET'in sayfasında söyle kurnazca bir şey var; normalde bilimsel dergiler web sayfalarinda hangi index servislerinde bulunduklarını verirler; böylece yayınlarını gönderecek olan akademisyenler yayınevinin güvenilirliği hakkında bir fikir sahibi olurlar. Ama WASET'in sayfasında sadece indeks servislerinin bir listesi mevcut; hangilerinin kendilerini indekslediğini belirtmiyorlar (iş ciddiye binince, biz sadece bağlantıları verdik; buralarda olduğumuzu zaten söylemedik diyecekler). Konferans konusuna gelecek olursak, kaliteli konferansların çoğu bir bilimsel topluluk (Society) çerçevesinde yapıldığından ve bu toplulukların indeksli yayınları olduğundan, konferanslardaki en iyi sunumlar ya da sunum özetleri bu dergilerde yayınlanır. Konferans sunumları ve bağlı makaleler genelde devam etmekte olan çalışmalarla ilgili olduklarından dergi makaleleri kadar güçlü olmazlar ama yine de yoğun bir gözden geçirme (peer review) sürecine tabidirler. Bunun dışında tabii ki daha küçük çaplı konferanslar yapmak mümkündür, bunlar bir kitapçık haline de getirilebilinir. Ama sonradan bu bir nevi etkinlik programı kalitesindeki yayına bilimsel değer atfedip bundan CV devşirmek olsa olsa kendi kendine gelin güvey olmaktır.
Bir önceki paragrafın başındaki soruya dönecek olursak, cevap şudur: "hiçbir yerinde". Çünkü ISI bu yayınları ciddiye alıp indekslemiyor ve bu yayınlar sadece şişik durması gereken CV'lerde ve CV'lerin dolu mu şişik mi olduğu ayrımını yapamayacak ülkelerin bilim kurullarının dosyalarında yer buluyor. Bu ise şuna benziyor: yıllarca emek sarfettikten sonra yazdığı romanı büyük bir yayınevinde yayınlatan bir edebiyatçının komşusu bir şeyler karalayıp köşedeki kırtasiyede çoğaltıp insanların posta kutusuna koyuyor. Daha sonra da, bir edebiyatçılar cemiyeti bu iki kisiyi karşılaştırdığında "eh o da roman, bu da roman verin ikisine de büyük edebiyatçı ünvanı" diyor. Karşı çıkılan şey budur.
Beni bu konuda bir şeyler yazmaya iten aslında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nde gerçekleştirilecek olan bir konferansa dair A. Murat Eren'in dile getirdiği eleştiriye kaynağı belirsiz, ama düzenlenecek olan konferansla bir şekilde bağlı gözüken bir mecradan gelen cevap oldu. Yapılan eleştiri düzenlenen konferansa ve yapılan yayınlara olmasına rağmen; bunu kişisel algılayıp bir karşı saldırıya geçilmesi bende bu kişilerin içinde bulundukları tartışmanın farkında olmadıkları kanısını oluşturdu (ya da Türkiye'de içine kapalı, ikincil bir sistemin varlığı olasılığı var ki; o daha da vahim bir durum.). Oysa, bu durumda yapılması gereken şudur:
1) Karlık'ın yazı içerisinde eleştirilen makalesiyle ilgili olarak: Eğer söz konusu makale gerçekten bir gözden geçirmeden (peer review) geçmişse; hakemlerin yorumlarının yayının yapılacağı derginin editöründen bir mektupla yazarlara gelmiş olması gerekiyor. Yazarlar böyle bir mektubu gösterebilir mi?
2) Konferansla ilgili olarak: Eğer konferans uluslararası konferans standartlarına uygun ise, düzenlenen ilk konferanstaki yayınların hakemlerinin isimleri ve değerlendirme dosyaları açıklanır (Bunların arşivlenmiş olması zorunludur). Bu veriler bağımsız uzmanlar tarafından incelenir ve kalitesi üzerinde bir sonuca varılır.
Bunun dışında A. Murat Eren'e eleştirileri sebebiyle kişisel olarak saldırmak, göz korkutmak amaçlı tehditler savurmak ve de en kötüsü hayatını zorlaştıracak işlemlerle tehdit etmek (ki bu Türkiye açışından en tehlikelisidir; "sisteme bulaşma seni yaşatmayız" denilmektedir ve bu kısaca, "burası Kurtlar Vadisi, burada yılda 50000 makale yayınlanıyor" demektir) durumu anlamsız mecralara sürükler.
Akademik ünvanlar bir amaç değil birer sonuçturlar. Bu akademik ünvanlara sahip olmanın bedeli de sürekli olarak 'hesap verebilir' halde olmak zorunluluğudur. Hesap veremiyorsanız, o pozisyonda da duramazsınız. Cam kolonların üzerine dikilen gökdelenler böyle bir vuruşta yıkılmaya mahkumdurlar. Benim Türkiye ile ilgili, vatandaşı olduğum için daha ileriye gitmesi yönünde bir arzu dışında, akademik olarak hiçbir beklentim yok. Açıkçası, A. Murat Eren'in Eylül'deki yazısını okuyuncaya kadar durumun bu kadar vahim olduğunun farkında da değildim.
Önümdeki verilere bakınca bir biliminsanı olarak kendimi şunu söylemek zorunda hissediyorum: 7 senedir akademik ortamda araştırma yapan birisi olarak A. Murat Eren'in ortaya koydukları benim kafamda ciddi şüpheler oluşturdu ve bu konudaki sorumlu kişiler bu soruları cevaplamakla yükümlüdürler.
Son olarak, Türkiye'deki master ve doktora öğrencilerine bir şey söylemek istiyorum: Birilerinin sizi bu çarka çekmesine izin vermeyin. Bilimsel kariyer zeytin ağacı gibidir, doğru düzgün büyüyüp yeşermesi 3 sene de alabilir 10 sene de. Ama kökü bir kere tuttu mu her sene meyve verir. Siz bu işin başındayken ve zorlanıyorken eline 3-5 ezik büzük zeytin alıp gelenler aklınızı çelmeye çalışabilir; ama unutmayın, o zeytinlere bir kere tamah ederseniz hiç bir zaman kendi ağacınız olmaz, çirkin bir sistemin kölesi olursunuz.
_____________________________________________
* Dr. Nihal Engin Vrana, Strasbourg Üniversitesi INSERM UMR 977, Araştırma Görevlisi