Türkiye’de edebiyat dergiciliği alanında 85 yıldır kesintisiz olarak yayınlanan bir dergi çıkar karşımıza: Varlık! Yalnız Türkiye’de değil dünyada da edebiyat dergilerinin kısa ömürlü olduğu düşünülürse Varlık’ın günümüze değin ısrarlı ve istikrarlı bir şekilde gelebilmesi dergi yayıncılığında önemli bir başarıdır.
Bunu herhalde hem idealizm ve adanmışlıkla, hem sayfalarından gelip geçen yazar ve şairlerin ilgi ve katkılarıyla, hem de okurlarıyla kurduğu ilişkiyle açıklayabiliriz ancak. Varlık bu ay 85. yaşını kutluyor.
Yaşar Nabi Nayır, Sabri Esat Siyavuşgil ve Nahit Sırrı Örik tarafından Ankara’da kurulan Varlık dergisi on beş günde bir yayınlanmak üzere “Sanat ve Fikir Mecmuası” jeneriğiyle 15 Temmuz 1933 tarihinde okuyucuya merhaba demiş. Derginin ikinci yılında ilk iki sayının maliyetini karşılayan yazar Nahit Sırrı, sekiz yıl sonra da Sabri Esat ile ortaklığın sonlanmasıyla derginin resmi ilanlarla ayakta kalabildiği dönemde Yaşar Nabi Bey, Ankara’daki evini satarak İstanbul’a taşınmış. Dergiyi orada yayınlamaya devam ederken aynı zamanda Varlık Yayınevi’ni kurmuş.
İlk sayısında Varlık’ın niçin çıktığı şöyle yanıtlanmış: “İnkılâbın, her sahada, yokluktan varlıklar yaratmak işine girişmiş olduğu bir devirde acısı hissedilen bu boşluğu doldurmak (…) yaratıcı bir İnkılâp neslinin sanat sahasında da var olduğunu göstermek…” Cumhuriyet’in “aydınlanma” tasavvurunun taşıyıcısı olarak yayına başlayan Varlık, II. Dünya Savaşı yıllarında “Milliyetçi ve Memleketçi Fikir Mecmuası” olur. Dönemin kendine özgü havası, ruhu Varlık’ta da hissedilir. Bir kültür-sanat-edebiyat dergisinden çok ekonomi ve sosyal hayatla ilgili yazıların ağır bastığı bir “düşün dergisi” hâlini alır. 1946’dan sonra yine “Sanat ve Fikir Mecmuası” kimliğine geri dönen derginin kurucularından Yaşar Nabi Bey, zaman zaman sıkıyönetim komutanlıklarında ifadeye çağrılır.
Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’in poetikasını oluşturduğu Garip akımının ilk olarak duyurulduğu mecmua olan ve Sait Faik, Sabahattin Ali, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Sıtkı Tarancı, Behçet Necatigil gibi öykücü, romancı ve şairlere kapılarını açan Varlık’ın tarihindeki en önemli yanlarından biri “toplumcu gerçekçilik” hareketinin yayılmaya başladığı 1950’li yıllarda köy gerçeğini işleyen edebiyat türünün gelişmesine önayak olmasıdır bence.
Köy Enstitülü yazar Mahmut Makal’ın, Anadolu köylerinde öğretmenliği sırasındaki gözlemlerini ve aslında yaşadıklarını içtenlikle ve yalın bir dille kaleme aldığı “Köy Öğretmeninin Notları” büyük ilgi görür. 1950’de kitaplaştırılarak geniş okuyucu kitlesine ulaşan ve çeşitli dillere çevrilen “Bizim Köy”de -Yaşar Nabi’nin sözleriyle- bir Orta Anadolu köyünün acı gerçeği, bütün çıplaklığıyla ilk defa dile getirilmiştir. [1] Siyaset çevrelerini ürküten kitabın başarısı Yaşar Nabi’ye göre, doğrudan doğruya köyde doğmuş, köyde yaşayan bir köy çocuğunun ürünü olmasından geliyordu.
Türkiye edebiyatından Yaşar Kemal, Orhan Kemal gibi kitapları dilden dile çevrilmiş evrensel yazarların romanları, Varlık Yayınevi tarafından basılır. Ancak Varlık, aynı dönemde yayımlanan Yeditepe dergisinde açıktan savunulan toplumcu gerçekçilik hareketine, toplumcu şiire “mesafeli” durmayı tercih etmiş, İkinci Yeni’yi “kuru gürültü” olarak görmüş, İlhan Berk’in “Galile Denizi” adlı şiir kitabını basmasıyla “şaşkınlık yaratmış”, kimi zaman bu tutumlarından dolayı eleştirilmiştir.
1950’li yılların kültür-sanat ikliminde tartışmaların/polemiklerin yönleri olarak karşımıza çıkan “güdümlü edebiyat”, “gönüllü edebiyat”, “sosyal realizm” terimleri edebiyatın en güncel konularıdır. Ülkü Tamer’in hem toplumcu gerçekçi yazarların, hem Birinci Yeni (Garip), hem de İkinci Yeni şairlerinin arz-ı endam ettiği “bir bayram yeri gibi” diye nitelendirdiği Yeditepe dergisinden Memet Fuat’la Yaşar Nabi arasındaki polemik ise en bilinenleri.
Soğuk Savaş yıllarında edebiyatta toplumcu gerçekçilik akımı ile bir ideoloji olarak sosyalist doktrin kavramı üzerinden siyaset, toplum ve sanat çevrelerinde yapılagelen tartışmaların yansımalarından biridir bu bir yanıyla. Memet Fuat’ın bir yazısında, Yaşar Nabi’nin, edebiyatçıyı “memleketin gidişini doğru yola sokmakla görevli bir nevi politikacı, propagandacı hâline” getirmeye çalışan eleştirmenleri eleştirmesini tenkit etmesiyle başlar.
Aslı Uçar “1950’ler Türkiye’sinde Edebiyat Dergiciliği: Poetikalar ve Politikalar” başlıklı çalışmasında tartışmayı şöyle aktarır:
“Eleştirmene karışmak-karışmamak meselesine dönüşen güdümlülük tartışmasına Melih Cevdet Anday, Adnan Benk ve Nurullah Ataç gibi isimler de katılır. 1 Nisan 1954 tarihli Varlık’ta çıkan ‘Açıklama’ yazısında Yaşar Nabi, sanatçıya da, eleştirmene de karışılmaması gerektiği konusunda Memet Fuat’la anlaştıklarını belirtir.” [2] Uçar, “fildişi kule”ye*, “edebiyatı politikaya alet etmeye çalışanlar”a karşı olsa da Varlık’ın “sanat değeri” taşıdığına inandığı sürece toplumcu yapıtlara açık olduğunu anlatıyor.
Varlık kendi içinde değişip dönüşerek, yeni yazar ve okurlarla yoluna devam eder. 1981 yılında babası Yaşar Nabi Nayır’ın vefatıyla derginin yönetimini Filiz Nayır üstlenir. Yayın yönetmenliğini bir yıl Konur Ertop, yedi yıl da Kemal Özer yürütür. Bugünkü “Aylık Edebiyat ve Sanat Dergisi” unvanını o yıllarda alır. 1990 itibariyle dergide yaklaşık 28 yıl sürecek Enver Ercan’ın yayın yönetmenliğinde ise en çok dikkat çeken her sayının dosya olarak bir yazınsal, siyasal ve toplumsal konuya ayrılmasıdır.
Enver Ercan döneminde Varlık “yaşadığı günlerin farkında olan” bir dergi olur. Geçmiş birikimi, kültür ve sanat alanında yarattığı değer vesilesiyle edebiyat çevrelerinde “Varlık dergisinden geçmeyen şair olamaz” şeklinde bir görüş yayılır. Süreyya Evren, Murat Yalçın, Nilay Özer, Tuna Kiremitçi, Can Bahadır, Müge İplikçi gibi pek çok “yeni” şair ilk dergicilik serüvenlerini Varlık’ta deneyimlerler.
Varlık’ın yazın dünyasının “iktidar” dergilerinden biri olarak anılmasına ve “muhalif edebiyatçı”nın bu tür dergilerden uzak durması gerektiğine yönelik olarak “iktidar” meselesine ve derginin konumuna dair sorulan bir soruyu ise Enver Ercan şöyle değerlendirir:
“İktidar değil de merkezi dergilerden biri diyelim. ‘İktidar’ sözcüğünde tutucu bir yan var. Oysa Arif Damar’dan Gülten Akın’a, Leyla Erbil’e, Ataol Behramoğlu’na, Ece Ayhan’dan küçük İskender’e, Karin Karakaşlı’ya, Selim Temo’ya yayılan bir şair, yazar yelpazesi olan bir dergi Varlık. (…) Muhalifliği kendinden menkul değilse mutlaka en merkezi dergide bile yerini bulur. ‘Solcu olduğum için şiirim Varlık’ta çıkmıyor’ diyen de var, ‘Solcu olmadığım için çıkmıyor’ diyen de.” [3]
Sözün özüyle Türkiye edebiyatının hafızası olarak Varlık yazarlarıyla, birikimiyle, toplumsal ve edebî konuları tartıştığı dosyalarıyla, kültür gündemini ele aldığı makaleleriyle düşünce dünyamızı zenginleştirmeye devam ediyor. İyi ki var! Nice 85 yıllara…
* Fildişi kule: Kendini toplumdan soyutlayan insanın, kendi içinde oluşturduğu dünya (TDK).
[1] Mahmut Makal. Bizim Köy. Varlık Yayınları: 1950.
[2] Aslı Tohumcu. 1950’ler Türkiye’sinde Edebiyat Dergiciliği: Poetikalar ve Politikalar, Yüksek Lisans Tezi.
[3] Özgen Kılıçarslan, Hayal dergisi, Sayı: 26. Kasım-Aralık 2008.