Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Prof. Dr. Zelal Ekinci'nin Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
(Ekinci'nin beyanını sunacağı ikinci duruşması 7 Kasım'da görülecekti. Mahkeme celse arasında hakkında beraat kararı verdi.)
Avukatım O. Meriç Eyüboğlu’nun verdiği bilgiye göre “Bu suça ortak olmayacağız” başlığı ile yazılan ve 11.Ocak.2016’ da açıklanan imza metni nedeniyle yargılanmakta olduğum 13.Ağır Ceza Mahkemesi de gıyabımızda “karar verildi” ibarelerini dosyalara yazmaya başlamış.
Demek oluyor ki savunma yapmam için verilen tarih 7. Kasım.2019’da çoktan karar verilmiş olacak. Savunma yapamayacağım.
Oysa davalar açılıp, savunmalar yapılmaya başlandığından beri imzadaşların savunmalarını bazen canlı bazen bianet’ten hayranlıkla izlerken ben ne söyleyeceğim diye ne çok düşündüm.
Düşündüklerimi kısaca paylaşmak boynumun borcu... Borcu, çünkü bu acımasız sürecin mimarlarına hiç olmazsa birkaç söz söylemek gerek.
İnsanlık tarihi, “insanlığın yıldızının parladığı”(1) nice güzelliğin, başarının yanı sıra, iktidarı ele geçirenlerin iktidarlarını güçlendirmek için yaptıkları zalimliklerle dolu. Hazin olan bu zalimlikler sonraki nesillerde utanç vesikası olacağına, örnek olup zalimlerin güçlenmesine yol göstermiş sanki.
Erasmus’a(2) göre “savaş, karşıtlıkların en zorbaca gideriliş yolu olduğundan ahlaklı bir insanlık kavramı ile asla bağdaştırılamaz”. Acıdır ki bu bağnazlık düşmanı, özgür düşünceli insanın ismiyle yürümekte olan ERASMUS Programları, günümüzde halen iktidarda kalabilmek için meslektaşlarını harcayan akademisyenlerin yönetiminde devam ediyor.
İşte 12 Ağustos 2016 tarihli Kocaeli Üniversitesi Yönetim Kurulu Toplantı Tutanağı (Resim 1 ve Resim 2). Rektör başkanlığında 18 akademisyenin oy birliği ile verdiği karar bir KHK ile meslektaşlarının ihraç edilmesine neden olur.
Bildiriyi kendilerince yorumlayarak “anayasal düzene, hükümete, demokrasimize ve devletimizin bölünmez bütünlüğüne karşı PKK terör örgütüne açık destek veren” diye isimlerimizi sıralayıp imzalarlar.
Aslında öldürülmüş bir kadını çırılçıplak soyup üzerine basarak fotoğraf çektirip paylaşmak, bir cesedi panzerin arkasına bağlayıp sokaklarda sürükleyerek videoya kaydedip paylaşmak, insanların evlerine girip yataklarına dışkı yapıp çamaşırları ile fotoğraf çektirip paylaşmak, bodrumlarda mahsur kalanları teslim almak yerine cayır cayır kimyasallarla yakmak “anayasal düzene ve demokrasimize” saldırıdır. Ama “bağnaz düşünce” bu olanları “ terörle mücadele” olarak tanımlar.
İktidarda kalmayı sürdürmek ve gücünü pekiştirmek için gerçeği görenleri susturmaya çalışır. Tıpkı Serveto’yu cayır cayır, canlı canlı yakan Calvin(3) gibi. Miguel Serveto’nun Hristiyanlığı farklı yorumlamasını sapkınlık olarak değerlendiren Calvin ve atadığı yargıçlar “kazığa bağlanarak hafif ateşte ağır ağır kızarma” cezası verirler.
Serveto kulakları yırtarcasına “İsa, ebedi tanrının oğlu, bana merhamet et” diye bağıra bağıra yanarak ölür. Bu vahşetin nedeni Calvin’in mutlak iktidarını hiçbir muhalif sesin çıkmasına olanak bırakmayacak şekilde tesis etme gereksinimidir. Nitekim tüm sesler kesilir. Ta ki Castellio “ Hakikati aramak ve onu kendi düşündüğü gibi ifade etmek asla suç olamaz” diyene dek.
Castellio’nun tarih boyunca muhalif tutum almış tüm hümanistlerden önemli bir farkı vardır. Arkasında kralların, prenslerin koruması, dünyanın hayranlığı, ya da ordu yoktur. Birçok bilgenin” kuytudan küçük oklar atarak, çekimser kalıp boşu boşuna kurban gitmeme tutumu” da tarihte yazılıdır.
Castellio ise tek başına, yaşamı pahasına inandığı gerçeği zorbalığa karşı savunmaktan vaz geçmez. “Bütün Calvin’lere karşı bir Castellio ayağa kalkar, iktidarın bütün zorbalığına karşı düşüncenin mutlak bağımsızlığını savunur”.
Geldiğimiz noktada Anayasa Mahkemesi Kararı sonrasında Barış Akademisyenlerini yargılayan tüm Ağır Ceza Mahkemeleri hapis cezaları, yakalama kararları, mahkeme başkanlarının hakaretamiz tutumları hiç olmamış gibi, açık duruşma yapmadan art arda beraat kararları veriyor.
Castellio vari bir tutumla hiçbir hukuk kuralına, hatta savaş yasasına uymayan gidişata “dur” diyen Barış Akademisyenleri “beraat” ediyor. Ama “vatan sevgisi/terörle mücadele” kodlamasıyla tüm farklı sesler susturularak kurulan yeni düzende Türk/Kürt meselesi çok daha ağır bir sürece evrilmiş durumda.
Artık özgürce siyaset yapılamıyor, siyasi partiler çalışamıyor, seçilmişler siyasi rehine olarak hapiste, hapiste olmayan seçilmişlerin yerine kayyumlar görev başında, iktidardan farklı bir düşünce dillendirildiğinde tanı “terörist”, tedavi “hapishane”. Hem rektörler, hem siyasi iktidar, Calvin gibi iktidarlarını güçlendirecek girişimlerini başarıyla yapılandırdı.
O nedenle şimdi daha çok Castellio’ya ihtiyaç var. (ZE/TP)
Not: Stefan Zweig bana göre “insanlığın yıldızı”dır. Son bir yıldır pek çok kitabını okudum. Bu günlerde aklım ondan öğrendiklerimle dolu ve unutmamak için tekrar tekrar okuyorum.
Kaynaklar
1. Stefan Zweig, İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar
2. Stefan Zweig, Roterdam’lı Erasmus (Zaferi ve Trajedisi)
3. Stefan Zweig, Vicdan Zorbalığa Karşı ( Ya da Castellio Calvin’e)