Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı emekli Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu'nun Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 35. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Sayın Hakim ve Sayın Mahkeme Heyeti,
32 yıllık akademik yaşamım boyunca toplumda barışın ve barış dilinin tesis edilmesi için her türlü ayrımcılık, şiddet, nefret söylemi ve nefret suçlarına karşı çıkarak, çalışmalar ürettim ve emekliliğe ayrıldığım 2016 yılından beri de halen bu konular üzerine mesai harcamaktayım.
Her türlü tartışmanın ve eleştiri kültürünün, toplumdaki çok sesliliğin ve demokrasinin kökleşmesindeki öneminin bilincinde bir akademisyen ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak; karşılıklı sorumluluk ilişkisi içerisinde olduğuma inandığım devleti muhatap olarak gördüğüm için ifade özgürlüğü hakkımı kullanarak, endişelerimi dile getirme ihtiyacı ile bildiriye imza attım.
Akademik yaşam, doğası gereği tartışma ve eleştiri kültürü temelinde yükselir. Bilim insanları bir toplumda çok sesliliğin ve demokrasinin kökleşmesi için çaba sarf ederler. Etmelidirler de…
İfade özgürlüğünün sınırlarını tartışmaya açarak, fikirlerin susturulmaya çalışılması Türkiye’nin bizzat taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle tezat oluşturmaktadır.
Bu konuda, AİHM’nin, toplumda çoğunluk tarafından benimsenmiş görüşler ile çoğunluğa yabancı ve hatta onu rahatsız eden görüşlerin açıklanması bakımından bir ayrım yapılmaması gerektiği yönünde aldığı Handyside kararı çok önemlidir.
Bu karara göre, ifade özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen, zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi ve düşünceler için değil, aynı zamanda devletin ya da nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan çarpıcı gelen, şoke eden, rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de uygulanır.
İmzacıların “hain” veya “terörist” olarak yaftalanmasına neden olan bu bildirideki ifadelerin pek çoğu özellikle barış süreci devam ederken birçok köşe yazarı, akil insanlar heyeti gibi sivil aktörler ve siyasetçiler tarafından dile getirilmişti.
Çatışmaların durdurulması ve ölümlerin sonlanması arzusu konjonktürel değildir, olmamalıdır da.
Barıştan yana, teröre ve şiddetin her türlüsüne karşı birisi olarak; çok sevdiğim ülkemde süren çatışmaların körüklenmemesi, çocukların ölmemesi, sivillerin ve kamu görevlilerinin zarar görmemesi gibi evrensel ilkelere göre insancıl ve vicdani bir talebin sembolü olarak metni imzalamış bulunuyorum.
Çağrı barış talebine yöneliktir. Lisans eğitimimi dil bilim üzerine yaptım, metin çözümlemeleri üzerine çalışmalarım, kitaplarım var. Bildiride bırakın terör örgütünü övmek, örgüte dair tek bir kelime bile geçmemektedir, hal böyle iken terör örgütünün propagandası nasıl yapılabilir?
Barışa yönelik açıklamalar demokratik bir toplumda tartışmaya açılarak konuşulabilmelidir. Bu hakkın kısıtlanmaması gerekir.
Düşüncelerin her türlü yolla özgürce yayılması ve barışçıl yöntemlerin toplumun her kesimi tarafından konuşulabilir olması, toplumsal barış ve sorunların barışçıl yöntemlerle çözülebilmesi bakımından elzemdir.
Gelinen şu noktada, adımın PKK terör örgütü ile anılmasından, üstelik de örgütün propagandasını yapmakla suçlanmış olmaktan hicap duyuyorum.
Barıştan yana bir insan olarak, teröre ve şiddetin her türlüsüne karşı olduğumu ispat etmek zorunda bırakılmak; davranışları, yaşantısı ve ürettiği çalışmaları ile bunu çoktan ispatlamış biri olarak ve ispatı gerekmeyen görüş ve düşüncelerimden dolayı terör örgütü propagandası suçlaması ile yargılanıyor olmam gerçekten vicdanımı yaralıyor.
Hakkımda beraat kararı verilmesini talep ediyorum. (Yİ/TP)