Fotoğraf: Ferid Demirel - Erdal Öz anmasında, 9 Mayıs 2006
Yaşar Kemal'i 28 Şubat 2015 günü kaybettik.
Yaşar Kemal edebiyata yönelmeden önce gazateciydi. Milliyet Sanat Dergisi'nin Ağustos 1975 sayısına gazetecilik günlerini daha doğru ifadeyle "röportajcılık" günlerini yazmıştı. Basının o günlerdeki halinin fotoğrafının da okunabildiği yazı, Yaşar Kemal'in yazın serüveni ve hayata bakışı için de ipuçları barındırıyor.
Ölümünün üçüncü yıldönümünde, Yaşar Kemal'i gazetecilik ve röportaj üzerine düşüncelerini aktardığı yazısıyla anıyoruz.
* * *
Bir insanın kendi işi üzerine konuşması epeyce zor. Yaşamım boyunca röportaj benim ana işlerimden birisi oldu. Koşullar bana yardım etseydi röportaj yazarlığımı bugüne kadar sürdürürdüm. Koşulların bana yardım etmemesi, benim işimi sürdürememem çok acı oldu. Gazeteciliğimiz olağan yaşamını sürdürseydi, şimdiye benim bir sürü röportaj kitabım olurdu. İşimi çok seviyordum ama on iki yıl sürdürebildim. O da zor bela. Çok ağır koşullar altında. Benim röportaj yaptığım sıralarda bizim gazeteciliğimizde röportajcılık pek öyle alışılmış değildi ama durum bugünkünden çok iyiydi. Ortada daha Hürriyetler, Günaydınlar, gazete olmayan parti gazeteleri fink atmıyorlardı. Makas gazeteciliği pek öyle azıtmamıştı. Patronlar öyle pek gazeteyi gazete yapan ünlü adlara düşman değildiler ve öyle tepeden bakmıyorlardı onlara. Buna karşın benim röportaj yazarlığım inanılmaz ağır koşullarda geçti. On iki yılda, o çok ağır koşullar altında yaptığım röportajlar karşılığı ne kazandığımı söylersem şaşılır. Gerçekten, şu anda o rakamı ben size vermeye utanırım. Ama ben gene de, az kazanmama karşın, işimi sürdürmeye seve seve razıydım. 1963 yılında gazetemin sahiplerinden birisiyle birlikte birçok arkadaşımla işimden oldum. O gün bugün de bir Allah’ın kulu kalkıp da, "Yahu sen bir zamanlar iyice röportajlar yapardın, benim gazetemde de yapmaz mısın?” diye sormadı.
Makasçı gazetecilik röportaja gerek duymuyordu, bütün sorun buydu.
Röportaj gazeteciliğin başlıca, ana kollarından biridir. Hele sinemadan, televizyondan, radyodan sonra önemi gittikçe de artırıyor. Şu andaki Batı gazeteciliği bir tür röportaj gazeteciliğine dönüştü. Haber bir soyutlama, geniş bir çerçevedir. Haber bir yaşam değildir, belki de yaşamın geniş bir gölgesidir. Gazetecilikte haber, radyodan, televizyondan önce de okuyucuyu doyurmuyordu. Ancak röportaj çıkıncadır ki, okuyucu yaşamla, yaşamın, olayların özüyle karşı karşıya gelebildi. Haber gerçeğin kaba yansıması, röportajsa yaşamın özüne, gerçeğin özüne doğru bir iniştir.
Örneğin ben Vietnam savaşını ne haberlerden ne de bilimsel araştırmalardan öğrenebildim, daha da ileri gidersem, televizyon filmlerinden de öğrenmedim, ancak Vietnam savaşı üstüne birkaç röportaj okuyuncadır ki bu korkunç savaşın dehşetine varabildim.
Röportaj bir edebiyat sayılabilir mi? Bu soruyla çok karşılaştım. Röportaj bir edebiyat dalı sayılmak ne, röportaj bal gibi edebiyattır. Onu haberden ayıran nitelik onun edebiyat gücüdür. Haber bir yaratma değildir, bir taşımadır. Aslında röportaj, taşıma anlamına geliyor ya, yanlış, o taşıma olan haberdir, hem de en gerçek anlamıyla. Röportaj bir yaratmadır. Gerçeğe, gerçeğin, yaşamın özüne yaratılmadan varılmaz. Yaratmadan hiç kimse hiçbir şekilde gerçeği yakalayamaz, yakalarsa da karşısındakine anlatamaz. Haber gerçek değil mi, bence haber gerçeğin simgesidir. Haberin arkasında neler var, neler dönüyor, ne yaşamlar, dramlar, sevinçler var ama haber bunu bize veremez. Röportaj haberin varamadığı yere varandır, nasıl, yaratarak, gerçeği değiştirerek değil, yaratarak.
Dünyadan çok röportajcı geldi geçti, çoğu röportajını haberin ilerisine götüremedi ve bize anlatmaya çalıştığı gerçeği söylemedi. Kendisi de, anlatmaya çalıştığı gerçek de güme gitti. Dünya gazeteciliği röportaja haber kadar önem vermiş olsaydı dünyamızın yüzü, yüzyılımızın yüzü şimdiye kadar bambaşka olurdu. Dünyamızı röportaj başka, daha mutlu, daha umutlu bir yere götürebilirdi. İnsanlığın kirlerini biraz daha dökmesi, yanlışlarını biraz daha düzeltmesi demektir. Yanlışlıklarımızın, ahmaklıklarımızın çoğu kendimizi ve dünyamızın gerçekliklerini bilmememizden dolayıdır. Dünyayı, insanı ne kadar çok öğrenirsek, ne kadar çabuk gerçek yaşama varırsak o kadar çabuk mutluluğa kavuşuruz. Haber, bize dünyayı çok az vermekte. Gerçeğin kabuğuna bile varamıyoruz haberle. Dünyanın yaşamı uzun süredir haberin kalıplaşması yüzünden çok gizli kalıyor. Üstelik çağımızın birçok haberi de gerçekleri gizleme ödevi görüyor ki, bu, dünyamızın mutsuzluğu oluyor. Röportaja kişi ister istemez damgasını vurmak zorunda, haberse, bireyin işi olmaktan çoktan çıktı. Haberden birtakım çıkar toplulukları sorumlu, röportajdansa ister istemez bir kişi sorumlu oluyor. Röportaj ajanslarını katmıyorum buna. Onla nitelik değiştirmiş bir çeşit haber ajanslarıdırlar gene.
Dünyadaki en iyi röportaj yazarları da büyük romancılardır. Bunlar arasında Hemingway, Ehrenburg, Şolohof, Simonov, Kessler var. Salt gazetecilikten gelen usta, büyük bir röportaj yazarı daha tanıyoruz, o da Malaparte'dir. Şu saydığım adlar da gösteriyor ki röportaj bir yaratmadır. Bu yaratmada da gene önde gelenler büyük yaratıcılardır. İyi röportaj orta adamın işi değildir. Bu arada çağımızın en büyük düşünürü Sartre'ın röportajlarını da sayabiliriz. Nazım Hikmetin Küba röportajları erişilmez bir güzelliktir.
Bizde birçok ünlü yazar röportaj yaptı, şimdi hiçbirisi aklımda değil, ha yapmışlar ha yapmamışlar. Ama Sait Faik’in, Orhan Kemal’in, Aziz Nesinin röportajlarını kim unutabilir?
Röportaj bir edebiyat türüdür, onun için bize insan yaşamını, gerçeğini en güzel veren bir daldır.
Bizde röportaj gelişemezdi. Bizim politikalarımız uzun yıllar gerçeğe varmak değil, gerçeği örtmek oldu. Ben doğudaki mağaralarda yaşayan insanları yazdığım zaman kıyametler koptu. Az daha gazeteden kovduruyordu beni o çağın hükümeti. Bereket versin ki Nadir Nadi’yle Cevat Fehmi dayattılar. Örneğin Cumhuriyetin başına Nadir Nadi gibi, Cevat Fehmi gibi anlayışlı, özgürlük yanlısı kişiler olmasaydı ben Cumhuriyette değil on iki yıl, on iki dakika kalamazdım. Onlar Cumhuriyetin başından uzaklaştırılınca bana hemen o anda yol göründü.
Türkiye uzun yıllardır demokrasi uydurması, perdesi altında bal gibi faşizmi yaşıyor. Demokrasi demokrasi diye kendimizi aldatıyoruz. Çoğunlukla gazetelerimiz bu örtülü faşizmin birer çığırtkanı. Gelen ağam, giden paşam gazeteleri bunlar. Bunlar yurdun, insanın gerçeğine varmak için kişilikli kimseleri bulacaklar, yetiştirecekler de insan ve yurt gerçeğine varacaklar, öyle mi? Faşizmin yoğunlaşması Türkiye’de röportajın ölümüyle sonuçlanmıştır. Bu bir orantı sorunudur.
Türkiye’de bugünkü faşizm çözülürse basınımızda da değişiklikler olacaktır. Şu günlerde tirajları tepe aşağı giden gazetelerimiz bir çıkar yol arayacaklardır. Onları kurtaracak, onları halkın, okuyucunun gözünde sevimli kılacak, gerçek insan yaşamını, olayların, haberlerin ardındaki gerçeği verecek olan tek yol röportajdır.
Güçlü bir şiirimiz, hikayemiz, romanımız var. Buna karşın röportajlarımız sıfırda denecek kadar cılız. Neden? Bu gerçeğe aykırı değil mi? Çünkü röportaj gazetelerin tutumlarına yüzde yüz bağlıdır. Gazeteler isterlerse röportaj dalı çabuk gelişir. Röportaj dalı birkaç yıl içinde kendi Sait Faikini, Orhan Kemal, Fakir Bayburt, Dağlarcasını, daha ileri gidersek Nazım Hikmetini yaratabilir. Yeter ki gazeteler tutumlarını değiştirmek, gerçek gazeteciliğe yönelmek zorunluğunu duysunlar. Daha da gereklisi Türkiye’de demokrasi gerçekleşsin.
Başka bir sorunuza karşılık vermeliyim. Ben röportajlarımı nasıl yaptım? Hemen şunu söyleyeyim ki, herhangi bir röportajıma herhangi bir romanım kadar çalıştım. Çoğunlukla dizi röportajlar yaptım. İkinci yaptığım dizi röportaj kaçakçılardır. Güney sınırlarımızdaki kaçakçılığı konu almıştım. Gittim, üç aydan fazla bir süre kaçakçılar arasında bir kaçakçı gibi yaşadım. Onların korkularına, acılarına, sevinçlerine, varlıklarına yokluklarına katıldım. Bunca yıl geçti, 1951 yılında tanıdığım birçok kaçakçıyla yakın dostluğum sürer gider. Benim kaçakçı değil de gazeteci olduğumu Öğrendikten sonra bile benimle ilişkilerini kesmediler. Şimdi bir gece anımsıyorum, kilometrelerce bir kayalık yolu aşarak, sırtımda ağzına kadar doldurulmuş bir çuvalla canım çıkarak, korkarak, ödüm koparak, kaçakçılarla sırtımızdaki çuvalları taş yığınlarına saklayışımızı anımsıyorum. Bunca yıl nasıl unutmamışım. Bunun önemli bir sebebi olacak. Hiçbir röportajımda bir tek not almadım. Ne bir sözcük, ne bir çizgi. Hiçbir zaman yanımda kalemim olmaz ki... Adres yazmak için bile. Son iki röportajımı banda aldım. Niye acaba? Çok düşündüm, belki makineyi kullanmak hoşuma gitti. Ama bir kere olsun, yazmak için teybi açıp da dinlemedim. Dinlemek gerekliğini duymadım. "Denizler Kurudu” röportajım uzun yıllar yaşadığımdı zaten. Laf olsun diye teybe aldım. Biri de son röportajım "Çocuklar İnsandır". Onu da teybe aldım ama bakmadım bile. Yakında çıkacak.
Bu davranışımın sebebi ne? Çok bilinçli olduğumu sanmıyorum burada. İnsan ancak gerçeğe, o gerçeği, o insanı, insanları yaşayarak varır. Bence not almak, çizgi çizmek, saptamak hava. Bana öyle geliyor ki notlar, çizgiler, sözler gerçeğe varmak için tuzaktır. İnsan onlara güvenip yaşamayı unutur. Yaşamayı önemsemez. Yazıcı olduğunu, salt onların yaşamına yazıcı olarak katıldığını unutamaz. Unutmazsa da işte o zaman hapı yutar. Yaratması engellenir, kısıtlanır. Ne kadar röportaj yapmışsam, onu sonuna kadar yaşadım diyebilirim. Konumu, insanlarımı gereğince yaşamamışsam röportajlarım da olmadı. Uydurma oldu. Ya da ben öyle sandım. Nasıl roman yazmışsam, hangi biçimle, hangi davranışla, öyle röportaj yaptım.
Türkiye’de demokrasiyle birlikte röportajcılık da gelişecektir. Gazeteler ne kadar diretirlerse diretsinler, ayakta kalmak, okuyucuya insanca varmak için, televizyon, radyo, sinema furyasında, röportaja başvurmak zorunda kalacaklardır. Dünya gazeteciliğinin bugünlerde girdiği bu çaresiz yola bizimkiler de gireceklerdir. (HK)
TIKLAYIN - Yaşar Kemal ve Röportaj Yazarlığında 60 Yı - Haluk Kalafat