Hekimler olarak dünyaya gözlerimizi kapatıp, işimizin karşılığı ücreti alabilmek için mesleğe nasıl bu kadar uzaklaştık, hastaları ve onların beklentilerini bir kenara bırakıp, hastane işletmelerinin parçası olmayı nasıl kabullendik anlamakta güçlük çekiyorum. Üstelik tüm bunlar birkaç on yıl içinde oluverdi.
Uzunca zamandır her sabah hasta kalabalığı telaşı ve karışıklığı ile hastaneden çok arı kovanını andıran bir yerde çalışmakta olduğumu düşünüyorum. Gün boyu arılar gibi çalışıp işleri yetiştirmeye uğraşıyor akşama pestili çıkmış halde eve gidiyoruz. İşsizliğin kol gezdiği ülkede pek çoğumuz ev geçindirme, hayat standardını düşürmeme telaşıyla haline şükredip giderek artan ve katlanılmaz hale gelen iş yükünün üstesinden gelebilmek için daha fazla eğilip bükülmeye razı oluyor.
Eskilerde devletin hekimlerine hak ettikleri maaşı veremediği için onlara serbest çalışma olanağı tanıması üzerine kurulmuş pek de sağlam olmayan bir dengede gidiyordu, sağlık hizmetleri. Neoliberal küresel dalgada ülkemizin de sörf yapmaya başlaması ile sosyal kazanımların pek çoğu gibi sağlık da ticari bir unsur olarak endüstriyel ürün haline dönüşmeye başladı.
Sağlığın ticarileşeceğine inanmasak da bir şeylerin değişmek zorunda olduğunun da farkındaydık. Başlayan dönüşümü devletin mali olanakları ile yapılamayan ancak kaçınılmaz modernizasyon hamlesi olarak gördük.
Görünürdeki uygulamalar da öyleydi. Büyük sermaye gücü ile kurulan özel hastanelerle yükselen sağlık hizmet kalitesi beraberinde kamu hastanelerinde de beklenti ve talepler doğrultusunda benzer bir sıçramaya neden oldu.
Ancak ülkenin bütçe gerçekleri ve ekonomik durumu çok değişmemişti. Ürettiğinden çok harcayan her daim borçlu bir ülkede sağlıkta böylesine küresel dönüşümü yapabilmek için dışarıdan sermayeye gereksinim vardı. Önce küresel finans kuruluşlarından alınan borçlar ile kamu hastaneleri yapılandırıldı şimdi ise vadesi gelen borçlara karşılık hastane birlikleri adı altında özelleştirilmeleri gündemde.
Tüm bu süreç yaşanırken hekimler gidişin yanlış olduğunu hastayı sağlık hizmetinin öznesi olmaktan çıkarıp sisteme para kazandıran nesneye dönüştüren yapının hasta beklentilerine yanıt vermekten uzak olduğunu söylediler. Sağlık hakkının ticari mala dönüşmesinden toplumun zarar göreceğini haykırdılar.
Ticari kuruluşlar haline gelen hastanelerin ayakta kalabilmeleri için kar etmeleri, verimli olabilmeleri ve kalite standartlarını tutturmaları gibi önceliklerin arasında hasta memnuniyetinin daha geride kalacağı açıktı. Hekimler böylesine insanlık dışı bir uygulamanın sistemin modernizasyonu adı altında kabul görüp uygulanabileceğine inanmadılar. İnanmak istemediler.
Ancak küresel dalga öyle güçlüydü ki topluma yönelik propaganda ve bazı popülist uygulamalar ile sağlığın ticarileşmesinin taşları tek tek döşendi. Hekimler için yaşananlar bir şoktu ve her şokta olduğu gibi önce inkar "yapamazlar, bize rağmen gerçekleştiremezler" sonra isyan "neden bizle uğraşıyorlar, bizi neden hedef gösteriyorlar" daha sonra pazarlık "bir şekilde bu sistem içinde geçimimi sağlayabilmek için kendime yer bulmalıyım, dışında kaldıkça kendimi cezalandırmaktan öte bir işe yaramıyor" sonuçta depresyon ve kabullenme "sistem hekimlerin kontrolünden çıktı, ticaretin ve tıp endüstrisinin kuralları egemen, benim gücüm bunlarla mücadeleye yetmez" aşamalarından geçtik.
Gelinen noktada hekimler arı kovanını andıran hastanelerde canları çıkana kadar çalıştırılıyor, ödüllendirilmek bir yana sistemin tıkandığı her noktada hedef gösteriliyorlar. Fabrikayı andıran hastanelerde hastasının gözünün içine bakmaktan aciz kim için, ne ürettiğini bilmeden hizmet vermeye çabalıyorlar. Bu mesleki yabancılaşma ve kabullenme öyle bir gecede olmadı elbet.
Önce hekimlere biraz daha fazla maaş ödenebilmesi için hastane döner sermayelerinden ek ödeme yapılmaya başlandı. Bu ödemeler herkese eşit olarak yapılıyor ve hastanelerin karlılığı oranında miktarı artabiliyordu. Bu dönemde hekimler hastane gelirlerinin artması için yaptıkları her işlemi kayda alma, gelir kaçaklarını önlemede dayanışma ve yardımlaşma içine girdiler.
Bu sayede hastane gelirleri de arttı. Sonrasında hekimlere döner sermaye ek ödemeleri performansa göre dağıtılmaya başlandı. Bu uygulama ile az çalışan veya az kazandıran hekim ile çok kazandıran hekim arasında ek ödemede haksız uygulamanın giderileceği söylendi.
Sonuç hekimlerin dayanışmayı bırakıp birbirinden hasta ve performans kapmaya yönelik çabalarla anlamsız rekabete dönüştü. Hekim puan kazanabilmek ve daha fazla prim alabilmek için yollar aramaya başladı.
Sistemin istediği de buydu. Kurum içi rekabet ile hekimlerin prim kovalama çabası gerçekte hastane işletmesinin kazancını yükseltiyordu. Gerekli gereksiz istenen tahlil ve tetkikler hekime puan ve para olarak geri döndükçe hastalar tanı konulup tedavi edilmek yerine sürekli incelenen, izlenen ama tedavi edilmeksizin hastane içinde oradan oraya koşturan unsurlara dönüştü.
Aynı hastaneyi paylaşan hekimlerin üç kuruş fazla para kazanma telaşı hastaların bunca tahlil ve tetkik ile iyi incelendiğini sanması ile örtüşünce mesleki yabancılaşma kaçınılmazdı. Son aşama ise hastanelerin tümüyle endüstriyel kuruluşlar haline dönüşüp ürettiği hizmetin TİG (tanı ilişkili gruplar) başlığı altında tümüyle finansal bir ürün haline dönüştürülmesi biçiminde uygulanacak..
Hastalar yine aynı hastanelere gelecek, hekimler yine ek prim alma telaşıyla işlerini yapacaklar ama hastaneler önceden tanımlanmış birkaç yüz tanı başlığı altında paket hizmet üretip, ürettiği ürünün finansal değerine göre sınıflanan ve derecelendirilen endüstriyel kuruluşlar haline dönüşecekler.
Yakında devlet hastaneleri ürettiği TİG'ler ile tanımlanan ve buna göre değer biçilip, gelirleri öngörülebilen işletmelere dönüşecekler. Dahası mecliste görüşülmeyi bekleyen kamu hastane birlikleri yasası ile devlet hastaneleri kamu malı olmaktan çıkarılıp zincir hastaneler halinde özel sermayeye sunulacaklar.
Hekimler ise, işte bu arı kovanlarında ürettiği bala yabancı, deli gibi çalışıp neden telaş içinde çalıştığını bilmeyen işçi arıların yabancılaşması ile yaşayıp gidecekler. Çiçekler yani hastalar sisteme TİG adı altında gelir getirdiği sürece hekimler önemsiz bir ara unsur olarak, mesleğine ve ürettiği ürüne yabancılaşmış işçi arılar gibi olmaya mahkum görünüyor.
Hekimlerin başına gelenler onları son kertede suskunluğa, yaşananları kabullenmeye ve biraz da depresyona itmiş görünüyor. Ancak hastalar durumun farkına varmaya başladı. Sisteme para kazandırmaktan öte kendi sağlıkları ile ilgili beklentinin olmadığını fark edip başka arayışlara yönelen, günümüzde üretilen tıbbi bilgilere bile tereddütle yaklaşan, sağlığın bir hak olmaktan çıkmakta olduğunu görüp itiraz edenler çoktan alternatif tıp arayışlarına başladı bile.
Bu arayışta hekimlerin mesleğine yabancılaşmış bir tür "yandaş" endüstri çalışanı haline dönüştüklerinin, yanlarında olmadığının da farkındalar. Hekimler ise işçi arılar gibi çalışmaya devam ediyor. Kalitesine bakılmaksızın sayılarını arttırmak için her gün yenisi açılan tabela tıp fakültelerinde yetiştirilip arı kovanlarında çalıştırılmak üzere hazırlanıyorlar. Hekimler çoktan pes etti ve tercihlerini yaptı. ?? (MU/BA)