Ülkenin en büyük işçi örgütleri Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (HAK-İŞ) ve Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ), ekonomik kriz altında ezilen ve haklarında iyileştirme yapılmayan işçi sınıfı için AKP hükümetine karşı bildiri yayımladı.
TÜRK-İŞ’in Ankara’daki genel merkezinde bir araya gelen konfederasyon başkanları asgari ücret, ücretler üzerinden kesilen vergi, emekli maaşları ve enflasyon üzerine açıklamalar yaptı.
İlk olarak söz alan TÜRK-İŞ Genel Başkanı Ergün Atalay, ücret dengesizliğine değindi. Emeklilerin ve asgari ücretlilerin sıkıntı yaşadığını belirterek "10 bin TL'yle bir hafta geçinme şansımız yok" dedi:
Bir kriz yaşıyoruz. Bu yaşadığımız kriz ne 1994, ne 2001, ne 2008’e benzemiyor. Emeklilerin, asgari ücretlilerin büyük sıkıntısı var. 10 bin, 17 bin lirayla bırakın bir ayı bir hafta geçinme şansınız yok.
Hala bizim ülkemizde ‘Asgari ücret fazla’ diyenler var. Bunları konuşmak anlamsız, ayıp ve günah. Tablo ortada, alınan para ortada. Marketlerdeki, raflardaki fiyat ortada.
O kadar kötü bir ekonomik yönetim oldu ki onun maliyetini hep beraber biz ödüyoruz. İşçiler, emekçiler, işsizler dayanma gücümüz kalmadı.
TÜİK’in açıkladığı rakamları gerçekçi bulmuyoruz. Açıkladığı rakamlarla piyasalarla hiç örtüşmüyor. Ülkede yüzde 20’li bir kesim refah içinde yaşıyor, bedeli yüzde 80’lik kesim ödüyor.
Özel sektördeki patronların kazandıkları para, karları ortada. Ona rağmen işçiye 15-20 bin lira parayı çok görüyorlar. Bunlar bizi köle, maraba zannediyorlar.
Üç konfederasyon bu meselelerle ilgili üzerine ne düşüyorsa noksansız yapmak zorunda. Bu ekonomik krizi dar ve sabit gelirlinin üstüne yıkmanın bir anlamı yok.
‘Kemeri sık, faizi artır, vergileri yükselt…’ Böyle bir Maliye Bakanlığını bundan evvelki Maliye Bakanı’na yetki versen o da yapardı. Bizim üzerimizden ellerini çeksinler. Bizim üzerimizden ekonominin düzelme şansı yok. Nefes almakta zorlanıyoruz. Bir evde ekonomik kriz varsa o evde huzur yoktur. Bir an evvel haklı taleplerimizi yerine getirsinler.
Bu meseleyi kulaklarında problem olanlar duyana kadar gündeme getirmeye devam edeceğiz.
"Türkiye gelir dağılımındaki en adaletsiz ülkeler arasında"
Ardından HAK-İŞ Genel Başkanı Mahmut Arslan aldı. Arslan, bildirinin bir manifesto niteliğinde olduğunu söyledi.
Türkiye'de refahın adil paylaşımıyla ilgili tersine bir gidişin söz konusu olduğunu söyleyen Arslan emekçilerin, ücretlilerin milli gelirden aldıkları payın azaldığını ifade etti.
Avrupa ülkelerinde istisna olan asgari ücretin Türkiye'de genel ücrete dönüştüğünü anlattı:
TÜİK’in makroekonomi göstergelerine baktığımız zaman her şey olumlu. Kişi başına milli gelir 13 bin dolara çıktı. Özel sektörde pek çok işletme 3 vardiya çalışıyor. Büyüme devam ediyor. İhracat artıyor. İşsizlik azalıyor.
Büyümeye rağmen emekçilerin GSYH’den aldığı pay artmıyor azalıyor. Asgari ücretle çalışanların oranı azalmıyor, artıyor. Türkiye’de refahın adil paylaşımıyla ilgili tersine bir gidiş söz konusu. Milli gelir dağılımındaki en adaletsiz ülkeler arasında Türkiye. Avrupa ülkelerinde asgari ücret istisna bir ücret iken Türkiye’de genel ücrete dönüşmüş durumda.
Bütün bu rakamlar bize şu soruyu sorduruyor: Peki kim kazanıyor? Daha çok sermaye kazanıyor. Vergi sisteminde çok kazanandan daha az, daha az kazanandan daha çok alma gibi bir vergi politikası söz konusu. Adaletli bir vergi sisteminden bahsedemiyoruz. Kaldı ki eğer gerçekten adil bir vergi sistemi olsa bile sorunu çözmeye yetmiyor. Çünkü nereye harcandığı, nasıl harcandığı kimin için harcandığı da çok önemli.
O nedenle biz bu gidişatı Türkiye'nin hak etmediği bir gidişat olarak görüyoruz. Burada bir yanlışlık var.
"Ekonomik kriz iktidarın tercihlerinin bir sonucu"
Daha sonra DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu söz aldı. Bugün yaşanan tablonun tesadüfen ortaya çıkmadığını, ülkeyi yöneten siyasi iktidarın siyasal ve sınıfsal tercihlerinin bir sonucu olduğunu söyledi.
Çerkezoğlu, "Hepimizin çalışarak ürettiği toplam değer bu ülkenin 85 milyon insanı insanca yaşatmaya yeter de artar bile. Yeter ki tercihler değişsin, gelirde, vergide adalet olsun, ülkede adalet olsun." diye konuştu.
Konuşmasının ardından Çerkezoğlu, üç konfederasyonun ortak imzasıyla "İnsan onuruna yaraşır bir yaşam talep ediyoruz." başlığıyla hazırlanan bildiriyi okudu. Çerkezoğlu “İnsan onuruna yaraşır bir yaşam ve adil paylaşım” talebini yiniledi.
TÜRK-İŞ Genel Başkanı Ergün Atalay, HAK-İŞ Genel Başkanı Mahmut Arslan, DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu'nun imzasının bulunduğu bildiri şöyle:
1-Vergide adalet istiyoruz
Ücretlerin vergilendirilmesinde mevcut tarife ve artan oranlar çalışanları mağdur etmektedir. Ücretliler için düzenlenen gelir vergisi tarifesinin ilk dilimi 2024 yılı için 110 bin TL olarak belirlenmiştir. 2002 yılında brüt asgari ücret 222-TL ve gelir vergisi tarifesinin ilk basamağı 3.800-TL iken; gelir vergisi tarifesinin ilk basamağı asgari ücretin 17 katıydı. Bu oran 2010 yılında 12 katına, günümüzde ise 5,5 katına kadar gerilemiştir. Geçmiş yıllarda yılın son aylarına kadar ikinci vergi dilimine girmeyen birçok işçi, günümüzde Mart ayında ikinci vergi dilimine girmekte, yılda bir buçuk aylık ücretini vergi olarak ödemektedir.
Vergi dilimleri başlangıcının düşük ve sonrasında tarife aralığının dar olması nedeniyle, bu durum işçinin eline geçen net tutarın ve satın alma gücünün azalmasına, refahının düşmesine neden olmaktadır. Bu sistem adil değildir. Hayat pahalılığının dar ve sabit gelirli kesimleri daha da zorladığı bu şartlarda sürdürülebilir de değildir. Az kazanandan az çok kazanandan çok vergi alınmalıdır. Vergi sistemi, gelir adaleti dikkate alınarak yeniden düzenlenmeli, aile yükümlülükleri esas alınarak farklılaştırılmalıdır.
Gelir vergisi tarifesinin ilk basamağının, geçmiş yıllarda olduğu gibi, yıllık asgari ücret brüt tutarı toplamının (fazla mesai, yol, yemek, yakacak yardımları gibi ek menfaatler de dikkate alınarak) bir miktar üzerinde tespit edilmesi, diğer vergi tarifesi oranlarının da ilk dilim esas alınarak çalışan lehine güncellenmesi gerekmektedir. Asgari ücret istisnası vergiden değil, matrahtan indirim yöntemiyle uygulanmalıdır. Mevcut uygulamada asgari ücret vergi dışı bırakılmasına rağmen ücretliler aleyhine sonuca yol açmıştır.
Vergi matrahı -eskiden olduğu gibi- ücretli çalışanların lehine farklılaşmalı asgari ücret sonrası ilk vergi basamağı için uygulanacak oran da yüzde 10 olmalıdır.
İşçiler hem kaynaktan kesilen doğrudan vergiler hem de harcamalar yoluyla dolaylı vergi ödemeleri nedeniyle çifte vergilendirmeye tabi tutulmaktadır. Bu kapsamda, çalışanlar üzerindeki doğrudan ve dolaylı vergiler azaltılmalıdır. Bu kapsamda, ailesiyle birlikte yaşamını sürdürmesi için yaptığı temel ve zorunlu harcamaları (eğitim, sağlık, kira, ulaşım vb.) ödenen gelir vergisinden istisna tutulmalıdır. Harcamalarında ağırlıklı yer kaplayan doğalgaz, elektrik, su, ulaşım ve iletişim hizmetleri tüketiminden alınan KDV yüzde 1’e düşürülmelidir. Temel tüketim mallarından alınan KDV sıfırlanmalıdır.
Öte yandan, işverenin sosyal güvenlik primi düşürülmüş ve buradan doğan milyarlarca liralık gelir kaybı Hazine tarafından karşılanmaktadır. Ancak işçilerin sosyal güvenlik priminde bir indirim yapılmamıştır. Sosyal devletin koruyucu vasfı öncelikle düşük gelirli olan ücretli çalışanlar için olmalıdır. İşverenlere sağlanan sosyal güvenlik prim desteğinin benzeri bir destek işçilere de verilmeli ve işçilerin sosyal güvenlik haklarında bir kayıp yaratmayacak şekilde işçi SGK prim payının 5 puanı bütçeden karşılanmalıdır.
Böylece işçilerin milli gelirden hak ettikleri payı almaları sağlanmalıdır.
2-Enflasyonla mücadele ücretleri düşük tutarak sağlanamaz
TÜİK, Haziran ayı enflasyon oranını yüzde 1,64, altı aylık enflasyonu da yüzde 24,7 olarak açıklamıştır. İşçi, memur ve emekli maaşları bu zam oranları dikkate alınarak artırılmaktadır. Ancak bu kesimlerden önemli bir bölümü bu açıklanan oranları dahi alamamaktadır.
Kaldı ki; açıklanan enflasyon ile yaşanan enflasyon arasında büyük bir fark vardır. İşçinin elde ettiği gelirle zorunlu temel ihtiyaçlarını karşılamasının mümkün olmadığı bu dönemde, emekçilerin başta gıda olmak üzere temel harcama kalemlerindeki artış oranları ile TÜİK enflasyon oranı arasında ciddi bir fark ortaya çıkmaktadır.
Açıklanan enflasyon rakamlarına göre söz konusu zam oranları henüz ücretlere ve maaşlara yansımamışken elektrik fiyatına yüzde 38 zam yapılmıştır. Elektrik fiyatına yapılan zammı akaryakıt zammı takip etmiştir. Akaryakıt fiyatlarında yaşanan artışın akabinde hammadde ve nakliye maliyetlerinde yaşanacak artışa bağlı olarak birçok temel tüketim maddesi fiyatlarının da artması beklenmektedir.
Dar ve sabit gelirli henüz zamlı maaşını alamadan, yaşamını sürdürmek için yapması zorunlu olan tüm harcama kalemlerine zam gelmektedir. Diğer bir ifadeyle, dar ve sabit gelirlinin alacağı zam daha cebine girmeden satın alma gücünü yitirmiş olmaktadır.
Bu nedenle, ücretleri enflasyonunun temel nedeni olarak gören yaklaşım terk edilmeli, bilimin ışığında enflasyonla mücadele edilerek fiyat artışlarının önüne geçilmesi sağlanmalıdır. Çalışan kesimin yoksullaşması pahasına bir ekonomi politikası sürdürülmemelidir.
3-Asgari ücret acilen artırılmalıdır
Ülkemizde kayıtlı çalışanların yarısına yakını asgari ücret seviyesinde gelir elde etmektedir. Asgari ücrete yapılacak artış diğer bütün ücret seviyelerine yapılacak zam oranlarını da etkilediğinden bütün işçileri doğrudan ilgilendirmektedir. İstisnai olması gereken asgari ücret artık ortalama ücret haline gelmiştir.
Enflasyonu yükselteceği iddia edilerek asgari ücrete zam yapılmamasını işçilerin kabul etmesi mümkün değildir.
Ülkedeki yüksek enflasyonun sebebi dar ve sabit gelirli işçiler değildir. Yüksek enflasyonun sebebi, hızla artan döviz kuru, dışa bağımlı üretim gibi nedenler başta olmak üzere sermayenin bitmek bilmeyen kâr hırsıdır. Enflasyonun yükselmesinde hiçbir sorumluluğu olmayan işçilerin enflasyonu düşürmek için fedakârlık etmesi beklenmemelidir. İşçiler enflasyonun nedeni değil, mağdurudur.
Açlık sınırı altında kalan asgari ücrete Temmuz ayından geçerli olmak üzere zam yapılması gerekmektedir.
4-Kamuda ücret dengesizliği sona erdirilmelidir
Nitelikli ve kıdemli işçiler asgari ücretin çok az üzerinde ücret alır hale gelmiştir. Özellikle kamuda ücret farklılığı had safhadadır. Bu kapsamda oluşan ücret dengesizliği sona erdirilmelidir.
5-En düşük emekli aylığı asgari ücret tutarında olmalıdır
Ülkemizde hem emekli olabilmek hem de emekli olarak insanca bir yaşam sürmek giderek zorlaşmaktadır. Milyonlarca emekli ve hak sahibi asgari ücretin çok altında aylık ve gelir elde etmektedir.
Geçmiş yıllarda sosyal güvenlik mevzuatında yapılan değişikliklerle yaşlılık aylığının hesaplanmasına ilişkin hükümler yeniden düzenlenmiştir. Yaşlılık aylığı bağlama oranları düşürülmüş ve güncelleme katsayısı azaltılmıştır. En düşük emekli aylığının hazine desteği ile 10 bin lira olması bu durumun vahametini göstermektedir.
En düşük emekli aylığının asgari ücret seviyesinde olması gerekmektedir. Emekli aylıkları arasındaki dengesizliğin giderilmesi için intibak düzenlemesi yapılmalı, aylık bağlama oranları eski düzeyine çekilmeli, emekli aylıkları hesaplanırken ve arıtılırken büyümenin tümü hesaba katılmalıdır.
6-Sendikal örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılmalıdır
Sendikal hakların kullanımının önündeki engeller varlığını sürdürmektedir. Mevzuatımızda yer alan düzenlemelere rağmen sendika üyeliğinden dolayı işçilerin kitlesel olarak işten çıkarılmasının önüne geçilememektedir. Toplu iş sözleşmesi sürecinin etkin işlememesi, yetki davaların uzun sürmesi, işverenlerinin yetki itirazlarının yetki tespitinde bekletici sebep sayılması nedeniyle işçilerin toplu iş sözleşmesine kavuşmaları gecikmekte; hatta bazı durumlarda mümkün olmamaktadır. Grev hakkı özgürce kullanılamamaktadır.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) normlarına uygun bir çalışma mevzuatına ihtiyaç her geçen gün artmaktadır. Bu konuda sosyal tarafların beklentilerini karşılayacak bir düzenleme hayati önemdedir.
Ülkemiz çalışma hayatının en önemli sorunlarının başında sendikalaşma oranlarının düşük seviyelerde olması gelmektedir. Sendikal örgütlenmenin önünde yasal ve idari engellemeler bulunmaktadır. Son yayımlanan istatistiklere göre yaklaşık 17 milyon sigortalı işçinin sadece yüzde 15’i sendikalıdır. Ayrıca toplu sözleşmeden yararlanma oranı da giderek düşmekte ve kayıtlı işçilerin yalnızca yüzde 10’u toplu iş sözleşmesinden yararlanmaktadır. Özel sektörde bu oran yüzde 5’lere kadar gerilemektedir. Emekçilerin haklarının güçlendirilmesi için sendikalaşma önündeki engellerin kaldırılmasını talep ediyoruz.
Kayıtdışı istihdamla mücadele etmenin en etkin yolu sendikal örgütlenmenin artırılmasıdır.
Çalışanların sendikal haklarını işten atılma ve mobbing endişesinden uzak bir şekilde özgürce kullanabilecekleri hukuki düzenlemelerin yapılması zorunludur. Güçlü bir iş güvencesi sistemi ülkemizde sendikalaşma oranını artıracak ve sendikal hakların kullanılmasını kolaylaştıracaktır. Neticesi tazminata bağlı olan iş güvencesi yerine, iş ilişkisini ayakta tutmayı önceleyen mutlak bir iş güvencesi talebimizi yineliyoruz.
Sendikal nedenler ve farklı gerekçelerle işten çıkarmalar ve baskılar son bulmalıdır.
7- 696 sayılı KHK kapsamı dışında bırakılan kamu taşeron işçileri daimi kadroya geçirilsin
696 sayılı KHK’nın kapsam dışında tuttuğu işçiler ile 696 sayılı KHK’nın yürürlüğe girmesinin ardından taşeron firmalarda istihdam edilmeye başlamış olan işçilerin de sürekli işçi kadrosuna geçirilmesi ve bu yolla kamuda taşeron uygulamasına tamamıyla son verilmesi, yerel yönetimlerde işçilerin de hiçbir ayrım olmadan kamu işçisi statüsüne geçirilmesi için gerekli mevzuat değişikliklerinin gerçekleştirilmesini talep ediyoruz.
8-Tasarruf tedbirleri gerekçesiyle çalışanların hakları aşındırılmasın
Kamu kaynaklarının israf edilmemesi, hukuksuz, usulsüz ve kamu yararına olmayan harcamaların sona erdirilmesi doğru olsa da tasarruf adı altında işçinin emeğinin karşılığı olarak hak ettiği ücreti ve sosyal hakları yönünden bir sınırlandırmaya gidilmesi kabul edilemez.
9- İş kazaları ve meslek hastalıkları
İnsan onuruna yakışır iş için, çalışma ortam ve koşullarını iyileştiren, ölümlü iş kazalarını ve meslek hastalıklarını azaltan ve süreç içinde ortadan kaldırmayı hedefleyen bir yaklaşım esas alınmalıdır. Bunun için kamusal bir işçi sağlığı ve iş güvenliği alanı yaratmak için bütünlüklü bir sistem gerekmektedir.
10-Çalışma hayatında ayrımcılık son bulmalıdır
ILO’nun 190 sayılı Şiddet ve Taciz Sözleşmesi ülkemiz tarafından da onaylanmalı ve etkin bir biçimde uygulanmalıdır.
İşçi sınıfının önündeki bu engellere ve işçilerin yaşadığı bu sorunlara karşı üç işçi konfederasyonu olarak bizlerin ortak tutum alması ve geçmişte olduğu gibi birlikte hareket etmesi hem bir sorumluluk hem de üyelerimize karşı bir görevdir.
(HA)