Kibar aleminin bu yarı aristokrat, ya da aristokrat olmaya özlemli özentili kadını için, durumuna yazıklanmak dışında, hiçbir çıkış yolu belirmez.
Şair Nigar...
Şair Nigar Hanım'ın "Hayatımın Hikayesi" adı vermiş, güncesinden seçmeler kitapçığını okumuş olanlar, orada, gitgide cinnet noktasına varan aşk tezahürleriyle karşılaşmışlardır. Nigar Hanım bir ömür boyu aşkı sadece özlemiştir.
Biyografilerinden Macar Osman Paşa'nın kızı olduğunu öğrendiğimiz, 1856 doğumlu şair Nigar iyi öğrenim görmüş, Fransız Mektebi'nde okumuş, Fransızca'dan başka, Almanca, Arapça ve Farsça, Rumca öğrenmiş.
Ruşen Eşref bütün bu dilleri anadili gibi konuştuğunu belirtiyor. Edebiyata, müziğe, güzel sanatlara bağlılığı, anlaşıldığı kadarıyla, hayatının karşılık görmüş aşklarıdır.
Çünkü bunlar salonunda yaşanmış ve Nigar Hanım'a gönül bağlarını söylemişlerdir. Her hafta salı günleri, uzun yıllar, şair Nigar'ın konağı konuklara açılıyormuş, kadın ve erkek konuklar, şiirden söyleşiyorlar, şiirler okunuyor, müzisyenler çalgıları başına geçiyorlarmış.
Aşkı arayan Nigar
Beri yanda Nigar Hanım'ın fırtınalı, inişli çıkışlı izdivaç; hikayesi, güncesi boyunca trajikomik bir akış gösterir.
Bu, az çok aşka dayalı bir evliliktir. Ne var ki eşi, şair Nigar'ı yalnız bırakmaktan, hatta aşağılamaktan geri kalmaz. Onun "Konkordiya" salonlarında düşkün müzik ve eğlence geceleri, kurnaz tutkusu, açık seçik dile getirilmemiş olmakla birlikte, genç, hoppa kadınlara eğilimi şair Nigar'a göz yaşartıcı satırlar yazdırtmıştır.
Karıkoca kaç kez ayrılırlar, birleşirler, yine ayrılırlar; çocukları, evliliğin mutluluğu için hiçbir sebep oluşturamaz.
Nigar Hanım nihayet yalnız kalır; devrine göre şaşırtıcı bir özgür hayat yaşar. Özgürlüğü öylesine görece bir özgürlüktür ki, Nigar Hanım, bugünkü hayatımızda çok doğal karşıladığımız kadın-erkek arkadaşlıkları için bile derin huzursuzluklar yaşar.
1890 Mart'ında İstanbul'a gelen "veliaht Prens Viktor Emanuel"le görüşmesi, önce yaşmaklı, sonra feracesini çıkararak prensle bir arada oluşu Nigar Hanım'ı dini kaygılara sürükler:
"Örtünmeye, vaktiyle, son derece riayet ettiğim halde sonraları başımdan geçen felaketler beni yeise düşürdüğü gibi, babam da, ecnebi misafirlerle görüşmemi münasip gördüğünden, ben buna alıştım. Bununla beraber, Rabbime ve Resul'üne karşı duyduğum derin sevgi ve bağlılık bu yüzden asla sarsılmadı. Yaratan'ıma, ruhumu, iman nuru içinde teslim etmek, inşallah, bana da nasip olur."
Zaman zaman Avrupa, Mısır yolculuklarına çıkan Nigar Hanım, prensler, şehzadelerle dostluk etmekte, prensesler, sultanlarla görüşmekte, ediplerle buluşmakta, tartışmakta, ama hep aynı yalnızlığı, ilişkisizliği sürüklemektedir.
Abdülhak Şinasi Hisar, "Boğaziçi Yalıları"nda yer alan eşsiz bir yazısında onu ayna karşısında, güzel giysileri içinde, başından hotozunu çıkarırken görür ve edebiyatımızın çok etkileyici bir platonik aşk sahnesini kaleme getirir.
Kalabalıkta yalnızlık
Burada, orta yaş eşiğindeki Nigar Hanım varlık dünyasından yokluğa doğru, olanca görkemiyle sönüp gitmektedir...
Dekora bakılırsa, dekor da şair Nigar ölçüsünde görkemlidir. Çiçekler arasında kendisine yer hazırlanmış Nigar Hanım, prenslerin, şehzadelerin "Chopin mi? Wagner mi? Greig mi? Hangisi arzu buyruluyor?" sorusuyla onurlandırılır; sonra geç saat, sarayın arabasıyla evine, uzlek köşesine döner.
Yalnızlık dünyasında aşk, bütün imkansızlığını serdikçe, şair Nigar için tanıştığı hükümdarları saymak kalır geriye: "Tanıştığım beşinci hükümdar olarak bu yaz..."
Zaten çok geçmeden art arda savaşlar patlak verecek, ittihat ve Terakki yönetimiyle maddi durumu sarsılmış Nigar Hanım, öteki Osmanlı Türk kadınlarının pek çoğu gibi aşkı tanımadan, aşkı kendi istenciyle seçemeden, aşksız hayatında büsbütün yoksulluğa düşecektir.
Bize bir dönemi armağan ettiği, bizimse, yeni yazıya geçirip aydınlanacağımız yerde, müze köşesinde kaybolmaya, yok olmaya terk ettiğimiz yirmi defterinin sonuncusunda şu son satırlar şair Nigar Hanım'ın ömrünü özetler gibidir:
"Gündüzün arayanlar olmuşsa da, her yer ve her şey gibi kapımın çıngırağı da kırık olduğu için işitmedim."
Bihter...
Doğuştan varlıklı Nigar Hanım'ın yanı başında Bihter... 1900 tarihli Aşk-ı Memnu'nun Bihter'i servet tutkusuyla aşktan vazgeçmiş sayılabilir.
Bogaziçili Adnan Bey'in dengi dengine bir evlilik önerisi düşünüldüğünde, kendisine değil, bu evliliği annesi Firdevs Hanım'a önermesi beklenirken; Bihter, Adnan Bey'in yalısında yaşamayı Adnan Beyle evliliğinin en önemli mutluluk nedeni saymıştır.
Yaşlı kocası onun gözünde "kumaşlar, dantelalar, renkler, mücevherler, inciler" satın alabilecek, şatafat hayatlar kurabilecek maddi bir araçtır. Bihter, evlilik sonrasını düşünmeden Adnan Bey yalısına gider.
Şimdi Halid Ziya Bey için trajik bir yasak aşk izleği belirmiştir. Aşk-ı Memnu Bihter'le Adnan Bey'in genç yeğeni Behlul'ü karşı karşıya getirecek, bu aşkta Bihter'in muhakkak ki platonik anlamlar da taşıyan duygu bağına cinsel aşkın bütün sarsıntılarını ekleyecektir.
Cinsel aşk
"Bu köşecikte, şu fakir evceğizde", ama güzel eşyaları, güzel şeyleri göre göre yetişmiş, güzel ve pahalı her şeyin hayalini kurmuş Bihter, belki biraz da o yoksul evin hazırladığı her türlü ihtirasla Behlul'ün kendisini baştan çıkarmasına razı olur.
Gerçi arzu ettiği sükse dünyasına kavuştuktan sonra cinsel duygularını kendi kendini tatminle gidermeye çalışmıştır ama, şimdi gene adamı gençliğinin itkisiyle aşk idolü sanmakta; Nigar Hanım'ınkini andırır bir perhizkarlığı yazık ki benimseyememektedir.
Yazık ki... Zira Bihter'in o kadar doğal eğilimi, Tevfik Fikret çapında özgürlükçü bir şair tarafından bile derhal suçlanmıştır. Aşk-ı Memnu daha tefrika edilmekteyken Tevfik Fikret, romanın yazarına adeta uyarıda bulunur.
Bir kaç kez alıntıladığım, vurgulamak istediğim şu saptayımlar, Tevfik Fikret'in olduğu ölçüde, toplumun da gözdağı verişini dile getirir:
"Bir Bihter, bütün ihtiyar kocalı genç kadınları arkasından sürüklemez; fakat Bihter karakterinde, onun terbiyesinde, onun ahlakında, yahut ahlaksızlığında, onun serbestliğinde, hasılı onun durumunda bulunan kadınlara, bunların ahlak güçsüzlükleri arasında, pek uğursuz bir kılavuz, pek zehirli bir düşme örneği olacağında şüphe yoktur."
"Zarif oyuncağın siyah ağzı"
Payitahta sonsuz özgürlük temenni eden "Sis"in şairi, Bihter'den bütün bireysel aşk özgürlüklerini geri alırken, Adnan Bey'in... zengin, rahat yaşamalı, hayatı Boğaziçi'ndeki yalısında geçmiş, kız kardeşi Büyükada'daki köşkünde oturan Adnan Bey'in genç Bihter'le evliliğini namus ve ahlakın dairesi içinde görebilmektedir.
Öyle görüleceğini sezdiğinden, bildiğinden olacak, Halid Ziya da Bihter'i beklenen sona alıp götürür; genç kadın umutsuz cinsel aşk hikayesinden sonra canına kıyar.
Yaşandığında aşk, hele cinsel aşk Bihter örneğinde olduğu gibi, bir tabancanın, "zarif oyuncağın siyah ağzı"yla "o derin aşk yarası"nın sızlattığı noktayı bulmakta gecikmeyecektir.
Handan...
1912 basımlı Handan, romanın mektuplarla anlatılmış, mektuplar, duygulanım, sayıklama yazıları yazmış baş kişisi Handan'ın acı aşk ilişkilerine bir ağıt sayılamaz mı?
Halide Edib'in gençlik verimi bu roman, Nigar Hanım kadar iyi yetiştirilmiş, Bihter kadar umarsız bir kadını, üçüncü kadını dile getirmektedir.
Şair Nigar Hanım'ın yaşamayı törel değerler açısından düşünemeyeceği bir reddedişi Handan, sosyalist Nazım'da gerçekleştirir. İkinci Abdülhamid muhalifi Nazım, ülküsü uğrunda Handan'la birlikte ölmeyi bir yaşama biçimi görmüş ve bu yaşamayı Handan'la paylaşmak istemiştir.
Toplumsal savaşın uzağında durur görünen Handan, Nazım'la aşka çok yakın bir sevgi bağını kurmasına rağmen, ülkü birliğini geri çevirir.
O, neredeyse açıkça söylendiği gibi, Hüsnü Paşa'da, kendisinden yaşça büyük kocasında cinsel çekiciliğe tutulmayı seçmiştir. Akit açısından saygın bu evlilik, yatak odası açısından bilinmeyen gizlerle donanmıştır.
Arzulanan olmayı arzulama
Şair Nigar'ın hayatındaki seyahatler, romandaki Handan'ın da hayatında sürüp gider. Fransız Mektebi'nin ve Fransız edebiyatının yerini, İngiliz kültürü ve sisli Londra almıştır.
Bu arada Handan'ın evliliği, Hüsnü Pasa'nın hafif kadınlara, hizmetçi kızlara cinsellikler duyusuyla sarsılmış; Handan sonu humma nöbetlerine, ölüme varacak bir yasak aşkı, Hüsnü Paşa'nın yokluğunda duyumsamıştır.
Kardeş çocuğu Neriman'ın kocası Refik Cemal'e ten aşkları kadar, gönül özlemleriyle de bağlanan Handan, aşkı bir duygu bütünlüğü içinde yaşayabildiği anda ölecektir.
Onun "tahassür"lerini dile getirdiği sayıklama yazıları, Nazım'dan Hüsnü Paşa'ya, Hüsnü Paşa'dan Refik Cemal'e, belki başka kişilere de gelgitlerle dolup taşar.
Burada aşk, anılara duyulmuş isteklerden, yaşanmamış isteğin anılar yoluyla hayalde yaşanır kılınmasından, doyuma ulaşmış ihtiraslar sonrasında çıkagelen yalnızlığa ve nihayet yeniden, adeta sürgit noktalanmayacak ten ve şefkat arzusuna evrilir.
Aşkı böylesine yoğun kavramış Handan ölümünden sonra onu tanıyanlarca suçlanacak, kemikleşmiş ahlak değerlerince yargılanacaktır.
"Canlı bir facia"
Handan'da yaşanmış aşk da, yaşanmamış aşk da suçlu sayılmak için yeterli sebep olarak gösterilmiştir.
Nigar Hanım'la Bihter'in sentezi denebilecek Handan'ı, üstelik, yalnız bağnaz çevreler değil, Server gibi Avrupa'da yaşayan roman kişisi de tuhaf, irkiltici bulur.
Server'in Hüsnü Paşa'yla sevişen oda hizmetçisi 'Mod'u tanımlaması şöyledir:
"Bu, Handan gibi birdenbire adama canlı bir facia, bir dram, bir antika parça hissi vermiyor."
"Canlı bir facia" olmak, belki aşkla özdeştir... (Sİ/EZÖ)
*Selim İleri'nin bu yazısı, üç aylık düşünce dergisi olan "Cogito"nun 1995 Bahar sayısından alındı.