Türkiye'de dış politikanın temel aktörü olan devlet ile ona göre görece önemi düşük hükümetin Irak sorununa yaklaşımlarında ciddi bir fark yok. Ancak bürokratik-otoriter dış politika yapımı sürecinin önündeki tek potansiyel aday Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), birinci tezkereye ret oyu vererek, toplumsal taleplerle önemli bir dış politika tercihinin yapılabilmesini sağladı.
Aslında son dönemde, aynı fay hattı üzerinde, birçok dış ve iç politika konusunda benzer gerilimlerin yaşandığına şahit olduk.
İç politika, güvenlik ve dış politika
Irak'ın federal bir yapıda yeniden yapılandırılması süreci, Türkiye'de siyaseti yeniden güvenlik egemen bir söylem ile tanımlamak isteyenlerin ekmeğine yağ sürüyor.
Mayıs 2004'te Güney Kıbrıs'ın Avrupa Birliği (AB) üyeliği ve Aralık 2004te Türkiye'nin AB adaylığı sürecini etkileyecek kritik karar, ortaya çıkabilecek bir "yüksek siyaset ile iştigal atmosferinde göz ardı edilebilir gelişmelere dönüştürülebilir.
Uluslararası ilişkiler realiteleri ve toplumsal talepler dikkate alındığında, Irak sorunu üzerinden Türkiye'de siyasetin güvenlik egemen bir söyleme dönüştürülmesinin ve Irak'ta uluslararası toplumun desteklediği yeniden yapılanmaya karşı çıkılmasının imkansızlığı gözlenebilir.
Güvenlik eksenli ve jeopolitik yaklaşımın sıkça içerisine düştüğü ben merkezci yanılsama "biz yaptık oldu" mantığı ile kendi yerel zamanı içerisinde meşruiyeti problemli yaklaşımların ortaya çıkmasına sebep oluyor.
Bu açıdan, hoşumuza gitmese de, Kıbrıs'ın kuzeyi ile Irak'ın kuzeyi analojisi uluslararası toplumda hassasiyet doğuran birçok örnekten sadece birisi. Benzer çelişkili tavırlar, aynı zamanda dış politikayı sürekli pozisyon değiştirmeye indirgiyor, uzun dönemli stratejiler ve gerektirdiği inisiyatifler üretilemiyor.
Türkiye'nin belirleyeceği Irak politikası; uluslararası bağlamda dünya zamanıyla hareket edebilmesi, iç politika bağlamında devlet-toplum geriliminden kaçınabilmesi açılarından, Türkiyenin ABye üyeliği sürecindeki konumunda belirleyici etki yapabilir.
Aslında Amerikan askerlerinin Türkiye üzerinden Irak'a girişine izin verilmemesi ve Irak'a Türk askeri gönderilmemesi daha Avrupalı bir bölgesel politika izleme imkanını halihazırda ortaya çıkardı.
Dış politikada Avrupa çizgisi
1993de ortaya çıkan Avrupa ortak dış ve güvenlik politikası, Türkiyede yaygın söylemle etkili bir ortak Avrupa dış politikası ortaya çıkarmada başarısız oldu.
Öte yandan Körfez Krizi (1991), Slovenya ve Hırvatistan (1991-92), Bosna-Hersek (1992-95), Kosova (1999), Makedonya (2000), Afganistan (2001) ve Irak (2003) krizlerinde AB'nin beklenen inisiyatifleri üretemediği söylenebilir.
Ancak AB'nin, bu birliğin içerisindeki ülkeler arasındaki ilişkileri ve bu ülkelerin daha geniş anlamda dünya ülkeleri ile ilişkilerini önemli ölçüde dönüştürdüğü gözden kaçırılıyor.
AB üye ülkelerinin dış politikalarını yeni unsurlar belirliyor. Piyasaların düzenlenmesi, standartlar konması, rekabet politikalarının belirlenmesi gibi uluslararası ekonomik politikalar öne çıkıyor. Soğuk savaş parametreleri olan savaş, barış, askeri güç gibi eski döneme ait unsurlar geride bırakıldı.
Onların yerine ekonomik güvenlik, pazarlara erişim, insan hakları, vatandaşlık hakları, sosyal haklar, avlanma hakları, çevre düzenlemeleri, uluslararası terör, uyuşturucu ticareti, su kontrolü, göçmen ve sığınmacı kontrolü gibi unsurlar yeni güvenlik ve dış politika anlayışının belirleyicisi oldular.
Yeni belirleyicilerle, diğer ülkeler ile daha az sorunlu, daha esnek ve yapıcı ilişkiler tesis edilmesi mümkün oldu.
11 Eylül'ün tüm uluslararası sisteme yansıyan etkisi AB'yi ortak bir savunma ve güvenlik politikası oluşturma yönünde zorluyor.
Sevgili Fuat Keyman'ın sıkça vurguladığı gibi Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu bölgelerinin kilit ülkelerinden biri olan Türkiye, 11 Eylül sonrası dünyasında Avrupa için yeni jeopolitik ufuk imkanı sunuyor.
Ancak bu tespitten önce düşünülmesi gereken, Avrupa'nın yeni güvenlik yapılanmasının nasıl olacağı ve Türkiye'nin bu yapıda nasıl bir rol oynayabileceği.
Türkiye'nin bu bağlamda Avrupalı bir çizgide Irak politikası tesis etmesi ekonomik, kültürel ve demokratik-siyasi yapısının gücünü bu coğrafyada bir sivil güce dönüştürmesi ile olur. Irak'ta askere geçit vermeyenlerin Türk okullarının varlığına dokunmamaları bu açıdan önemli.
Söz konusu sivil güç ve etkinin ortaya çıkabilmesinin ön şartı, ekonomik kalkınma ve demokratikleşme. Çok uzağımızda olmayan bu hedefle korkulara dayalı bölgesel politikalar üretme açmazından kurtulmak ve aynı zamanda tüm Ortadoğu'nun refah ve demokratikleşme ekseninde yeniden yapılanmasına katkıda bulunmak mümkün olur.
AB'nin yeni güvenlik yapılanmasının uzun dönemde tüm Avrupa'yı içine alacak şekilde yeni güvenlik unsurları üzerinden inşa edilmesi akla en uygun olanı. Amerikan yönetiminin NATO'nun doğuya doğru genişlemesi projesi mevcut durumda ciddi destek görmüyor. NATO Avrupa için artık eski model bir kurum ve gelecek vaat etmiyor.
Türkiye'nin öngörülen yeni Avrupa güvenlik yapılanmasında yer alması, bahsedilen Irak politikasını dış politika aklının merkezine yerleştirilmesi ile olabilecek. Ancak bu şekilde jeopolitika rantı toplamanın ötesine geçen gerçek bir kilit ülke olma mümkün olabilir.
* Bülent Aras: Doç.Dr. Fatih Üniversitesi, Alternatives dergisi editörü