Aynı günün gazetelerinde başka bir haber daha vardı. Bir evlilik yarışması sayesinde "halka malolan" Tülin ve Caner "aşkında" iki taraf da hastanelik olmuştu...
Gerçek, sadece gerçek hayatların malzeme yapıldığı haberler aslında o gerçek hayatları yerle bir ediyordu da, bunu anlamak zaman aldı...
Tülin ve Caner malum televizyondan izleyerek evlendirmeye çalıştığımız, kendimizden geçercesine sahiplendiğimiz ilk çift. Televizyon endüstrisi yeni yeni işler yaratmaya çalışırken gerçek hayatlardan medet umdu.
Önce taksicilik!
Önce insanları boş evlere sokup, taksicilik oynattılar. Ama sonra baktılar ki taksicilik, para kazanmak falan girince işin içine diğer ülkelerde olduğu kadar eğlenemedi insanlar, "buralara ne uyar" diye düşündüler, bir aklı evvel "o zaman" dedi, "izleyicilerin seveceği şekilde yapalım şu işi, evlilik koyalım işin içine".
O evvel aklın ilk yıldızları Tülin ve Caner oldu işte. Anlatılana göre Tülin o güne kadar büyük kent görmemişti. Eskişehir'in bir köyünde yaşıyordu, inek sağıyor, tarlaya gidiyordu. Güzel bir genç kadındı.
Caner hem büyük kent, hem dış memleketler görmüş, Almanya'da yaşayan bir ailenin oğluydu. Yarışmada karşılaştılar, beğendiler birbirlerini, işin buralara geleceğini tahmin edemediler muhtemelen.
Evlenemeyenler yeniden!
Kavgalar, patırtılar onların arasında da yaşandı ama canlı yayında. Birbirlerine aşık oldular, olduklarını sandılar, evlenmek istediler, vazgeçtiler, evlenemediler... Ler, ler, ler, ler...
Sonuçta yarışma bitti, evli evine, köylü köyüne olmasını beklerken bizler saf televizyon izleyicileri, hiç de öyle olmadığını gördük.
Programda evlenemediler ama televizyon yapımcıları bu kadar büyük bir reyting kapısını göz göre göre evine yollayamazlardı, yollamadılar da zaten. Tülin ve Caner bundan 14 ay önce evden çıktıktan sonra yaklaşık iki-üç ay daha gündemimizde kalmayı başardı.
Tam onları unutmuştuk, yeni kahramanlarımıza, Ata'ya, Semranıma ve Sinem'e alışıyorduk, onların keyfini sürüyorduk, onların hayatına karışıyorduk ki, Show TV, biraz da "Gelinim Olur musun?" formatını Kanal D'ye kaptırmanın hırsıyla yeni bir programı "Gel Yeniden'i anons etti.
Dünya televizyonlarında asla denenmediğine neredeyse emin olduğum yeni programın formatı birkaç yıldır Show TV'de yayınlanan evlilik yarışmalarından evlenmeden çıkan çiftleri yeniden bir araya getirme arzusundan ibaretti.
İkisi de hastanede
Caner ve Tülin de tam bu sırada yeniden hayatımıza hoş geldiler işte... Caner uzun zaman önce Almanya'ya geri dönmüştü, Tülin de Eskişehir'de, köyünde yaşıyordu. Caner yarışma için geri dönmüştü. Tülin'e, "gel yeniden" diyordu.
Ama Kuşum Aydın'ın sabah programlarından aldığımız tüyolara bakılırsa, Tülin artık Caner'le birlikte olmak istemiyordu. Caner bu "gerçeği" duyduğu anda, stüdyoda fenalık geçirdi, doktorlar müdahale etti ve Caner sonunda hastaneye kaldırıldı.
Bir sonraki gün Tülin'in de Eskişehir Tepebaşı SSK hastanesi psikiyatri servisinde tedavi gördüğünü öğrendik gazetelerden. Caner de hastanedeydi, Tülin de.
Tülin doktorları ve ailesinin isteği üzerine kimseyle görüştürülmüyordu, Caner ise tam tersi. Bir Cumartesi akşamı gerçekleştirilen canlı yayında gördüklerimize inanamadık.
Caner bir hastane odasında, ağzında, burnunda tüplerle, programın sunucusu Kuşum Aydın ile karşılıklı hüngür hüngür ağlıyordu. Tülin aynı dakikalarda anlaşılan bir hastanenin psikiyatri servisinde sakinleştiricilerle ayakta durmaya çalışıyordu.
Şöhreti yaşamak
Televizyon izleyicileri de ikiye bölündü yaşananlar yüzünden. Bir kısmımız delicesine sahiplendik Tülin ve Caner'i, inatla birleştirmek istedik. Evlensinler istedik, adaklar adadık, yasinler okuduk.
Bir kısmımız da dalga geçtik, eğlendik, komik ve zavallıydılar bizim için...
Ama hepimizin atladığı bir şey vardı. Tülin ve Caner televizyon denilen endüstriye dahil oldular. O yarışmaya girdiler, çünkü gördüler ki o yarışmalara katılan insanlar 15 dakikada meşhur oluyorlar. Sadece bir problemi hesaplayamadılar, o şöhreti nasıl yaşayacaklarını...
Televizyon öyle bir hükümdar oldu ki üstlerinde, ne tıp ne de emniyet güçleri önüne geçemedi televizyon kameralarının. Düşünseniz, bir adam, hastane odasında, ağzında, burnunda borularla, canlı yayında... O hastanenin doktorları, o hastanın doktoru "ya kardeşim bu adam hasta, siz bunu yapamazsınız" demiyor, belki de diyemiyor.
O hastane de bu reyting oyunun parçası, hastane kapısında "güvenlik" niyetine duran ama içeriye canlı yayın tertibatı kurulmasına ses çıkartmayan güvenlik görevlileri de... Hatta o çocukların, Tülin ve Caner'in aileleri, hatta biz de parçasıyız bu oyunun...
Bir anda "karar mercii" olmak
Bu ülkenin televizyon izleyicileri dünyanın her yerindeki televizyon izleyicileri gibi birilerini yaratıp, sonra da yok etmeyi seviyorlar, zira o kumanda denilen aletin bize bir güç verdiğine inanıyoruz, hayatta hiç lafımız dinlenmezken, bir anda "karar mercii" oluyoruz, iyi de oluyor....
Ama öte yandan olan o parıltıya kapılan genç insanlara oluyor... Hastanelik oluyor, ait olmadıkları bir dünyaya ait gibi davranmak, bir ay önce köyünde süt sağarken bir ay sonra menajerlerle yaşamak ağır geliyor dünyalarına, normal olarak... Kime gelmez ki!
Şimdi hastanelik ettiğimiz ilk kahramanlarımızdan sonra yeni hastanelik kurbanlar bekliyoruz. Yeni yayın döneminde başlayacak programlara bir bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız...
Aynı eve kapatılmayı bekleyen dört çekirdek aile, ailelerini değiştirecek iki anne, bir adada üç hafta ilkel koşullarda yaşamaya çalışacak 20 genç, boşanmış ama yeniden denemek isteyen 10 çift televizyon dünyasının yeni yıldızları olmak için sıralarını bekliyor... (ÇM/BA)