12 Eylül 5 generalin diktatörlüğünü yasallaştırmıştır. Onun içindir ki darbeci generaller, "cuntanın herhangi bir üyesine yönelik silahlı saldırı halinde cezaevindeki bütün örgütlerin yöneticilerinin kurşuna dizileceği" kararını alabilmiştir. Bu dünyada görülmeyecek bir "tasarruf"tur.
12 Eylül anayasası yaşama hakkını, işkence yasağını, düşünce özgürlüğünü, adil yargılanma hakkını, mahkeme kararı olmaksızın herkesin suçsuz olduğu (masumiyet karinesi) evrensel ilkesini, örgütlenme hakkını, üniversite özerkliğini çiğnemiştir. Darbeciler, hukuk dışı yönetimlerinden hesap sorulamaması için geçici 15. maddeyi de anayasaya yerleştirerek sonsuza kadar dokunulmazlık zırhına kavuşmuşlardır.
Ekonomik bakımdan 12 Eylül, ABD'ci generallerin ve onların arkasındaki sermaye sınıfının emeğe dizginsiz saldırısını ifade eder. 24 Ocak kararlarının uygulanması ancak askeri bir rejim içinde mümkün olabilirdi. 12 Eylül, emeğe saldırıyı ve işçi sınıfını örgütsüzleştirmeyi yasallaştırmış; grev hakkını yasaklamış; memurlara sendika hakkını kısıtlamıştır.
12 Eylül'ün ideolojisi "milliyetçi-İslamcı-güvenlikçi" bir ideolojidir. Türk-İslamcı ve devleti kutsayan gerici bir ideolojidir. Hal böyle olunca bu ideolojinin negatif etkilediği ilk kesimler Türk olmayanlar, Sünni İslam'a dahil olmayan din ve mezhep grupları ve muhalif sol ve ilerici kesimlerdir.
Eski adıyla Dersim, halk dilinde Mamekiye ve bilinen ismiyle Tunceli, 12 Eylül rejiminin "düşman" ilan ettiği bütün özellikleri kendinde birleştiren bir bölgedir.
Etnisite yönünden Kırmanc-Kürt-Türk, mezhep bakımından Alevi-Kızılbaş, siyasal refleksleri bakımından sol-sosyalist bir bölgedir. 1970'lerin fırtınalı günlerinde "küçük Moskova"dır. "Kızılbaşlığın kabesi"dir; "Kırmanciye yurdu"dur. Bu sebeplerle 12 Eylül Dersimlilere büyük bir darbedir.
12 Eylül Tunceli'de "Kenan Güven dönemi"dir. Onun adıyla özdeşleşmiştir. Kenan Güven hem vali hem belediye başkanıdır. O her şeydir; "ulu"dur; kutsaldır; söylediği her şey "kanun"dur.
12 Eylül, boşaltılan köylerdir. Köylere yapılan operasyonlar sebebiyle batıya hızlı ve yoğun göç demektir. Sürgüne gönderilen mazlum insanlardır. 12 eylül döneminde 16 kişi haklarında hiçbir yargısal makamın kararı olmadan batı illerine "zorunlu iskan"a gönderilmiştir. Mazgirt'ten Ali Sancar "oğlu aranıyor" diye; Hozat'ta muhtar olan Efendi Demir ve Mustafa Doğan "köylerine eşkıya geliyor" diye "suçlu" ilan edilmiştir. Yine Hozat'tan Şükrü Bakış "oğlu aranıyor" diye; Mehmet Şahan ise "gelinin ağabeyinin yerini bilmiyor" diye sürgün edilmiştir.
Cumhuriyet gazetesinde Nisan 1986'da yayınlanan bir haber sürgünlerin dramına dikkat çeker: "İkisi de 60'lı yaşlarını sürdürüyordu... ikisi de Tunceli'nin köylerindendi. Ve ikisi de bir sabah vakti muhtarlarından aldıkları sözlü çağrı üzerine Mazgirt'e komutanın yanına giderler. Biri 'oğlu aranıyor' diye; öteki 'gelininin ağabeyinin yerini bilmiyor' diye Bilecik'e sürgüne gönderilirler. Polisler, bir de 5 sürgün Ankara'ya gelirler, burada Şükrü Bakış ve Mehmet Şahan Bilecik'e gelirler. Şubat 1985'te zorunlu yerleştikleri sürgün yeri Bilecik'te 2 yıldır kalırlar. 5 bin liraya bir oda kiralarlar; 'soğan ekmek' yaşamaya çalışırlar. Şükrü'nün oğlu Hayati Mayıs 1985'te Hozat'ta çatışmada ölür; oğlunun cenazesine gitmesine bile izin vermezler." Şükrü Bakış gazetenin muhabirine "ölüp kalacağız buralarda..." der; Mehmet Şahan ise "9 çocuğumun hiçbiri aranmıyor, gelinimin ağabeyi yüzünden sürgün ettiler..."
Sürgünlerden Efendi Demir ise Tokat'a gider. Hozat'ta köy muhtarı olan Efendi Demir "köye eşkıya geliyor" diye Tokat'a gönderilir. Çocukları okulunu yarıda bırakır; aile olarak sefalete sürüklenirler. İşsiz kalır ve mağdur olur. Yıllar önce Hozat'ta Tavuk köyünde misafir kalan genç bir Kaymakam, Vecdi Gönül yıllar sonra Tokat Valisidir. Tokat Valisiyken Efendi Demir ile tesadüfen tanışan Vecdi Gönül, Efendi amcanın yıllar önceki konukseverliğini unutmaz ve kendisine bir bekçilik işi ayarlar. Ne yazık ki Efendi Demir Dersim'e dönemez ve sürgünde ölür.
Bu insanlar aileleri ve çocuklarıyla mağdur edilir. Gittikleri yerlerde 38'i bir defa daha yaşamışlardır. Sabah-akşam karakola imza vermiş; açlık, işsizlik ve sefalet yaşamışlardır. Bu insanların arasında 90 yaşında olan da; 8-9 çocuğuyla perişan olanlar da vardır. Yakınları "olaylara karışan" bu kişiler hakkında "suç işlediklerine dair mahkeme kararı" olmaksızın "sürgün" kararı verilmiş; bu kişilerden sürgünden dönemeyenler, orada ölenler olmuştur. Cenazeleri bile memleketlerine gelemeyenler olmuştur. Yıllar sonra yurtlarına geri döndüklerinde Anayasanın ünlü 15. maddesi nedeniyle herhangi bir idari veya yargısal makama dahi başvuramamışlardır.
12 Eylül, köy meydanında dayak ve kötü muamelededir; zorla kurulan camilerdedir. Okullarda, zorunlu din derslerinde ve hayatın her alanında İslamcı propagandadadır. Aleviliğin aşağılanması; "sapık mezhep" ilan edilmesidir. Sadece Alevi inancını simgeliyor diye 80-90 yaşındaki yaşlıların bıyığını-sakalını zorla kesen usturadadır 12 Eylül.
12 Eylül kapkara bir propagandadır. Tuncelililerin "menşei" hakkında yoğun bir karşı-çalışmadır. Bu sebeple köy mezarlıklarının talan edilmesidir. Mezarlıklardaki Koç heykellerinin zorla sökülerek devlet dairelerinin önüne dikilmesidir. İnançlara ve ölülere dahi saygısızlıktır 12 Eylül. Mezar taşlarına dahi saygı göstermeyen; onlarda ideolojik anlam arayan zavallılıktır.
12 Eylül insan onuruna saldırıdır. Pülümür'deki kadının bir geceyarısı, apar topar "cinsi muayene" için zorla doktora götürülmesidir. Kenan Güven'in "teröristle mücadele için sperm testi de yaparız" tehdidindedir 12 Eylül.
12 Eylül, Dersimlilerin "toptan suçlu" ilan edilmesidir. İşkence ve kötü muamelededir 12 eylül. Dersim'de "evladı içeri düşmeyen aile" kalmamıştır 12 eylülde. "Masumiyet karinesi"nin kişiler için olduğu gibi bir bölge için de geçersizleştiği bir zaman dilimidir 12 Eylül...
12 Eylül'ün hiçbir zaman ölmeyen ruhu bugün bütün Türkiye'de kol geziyor. Yeni Terörle Mücadele Kanununda "güvenlik nedeniyle sürgün etme yetkisi"nin yasallaşacağı basında yer alıyor. Tuncelili Ali Sancar, Şükrü Bakış, Mehmet Şahan, Mustafa Doğan ve Efendi Demir'in, başına gelenler "artık bütün Türkiyelilerin" başına gelebilir. (HA/EÖ)