Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği (İHD), 10 Aralık 2017 BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin kabul ve ilanının 69. yıldönümü nedeniyle ortak bir açıklama yayınladı.
"Türkiye Evrensel Bildiri'yi, Resmi Gazete'nin 27 Mayıs 1949 tarih ve 7217 sayılı nüshasında yayımlanmıştır" hatırlatması yapan TİHV ve İHD, açıklamada "Bugün tüm dünyada insan haklarına dayalı bir ortak yaşam ideali ekonomik, kültürel, dinsel, etnik vb. her türden 'savaşR gerekçesiyle yaşanan küresel çapta olağanüstü hal rejimleriyle büyük bir tehdit altındandır" ifadelerini kullandı ve ekledi:
"Maalesef ülkemizde yaklaşık bir buçuk yılı bulan bir OHAL uygulaması söz konusudur. Bir yandan ülke içinde ve dışında sürdürülen savaş politikalarının etkisiyle ülkenin temel sorunlarının giderek daha da ağırlaştığı, diğer yandan kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığının ortadan kalktığı, TBMM'nin işlevsiz hale getirildiği, tüm siyasal gücün tek elde toplandığı koşullarda OHAL uygulamaları siyasal iktidar açısından insan haklarına dayalı bir rejim fikrinden top yekûn uzaklaşmanın bir aracı haline gelmiştir.
"Kadınlar ve kadın hareketi açısından kazanılmış hakların geri alınması ve bu yöndeki saldırılar, LGBTİ+ hareketinin her türlü etkinliğinin engellenmesi ve hedef gösterilmesi, farklı etnik ve inanç gruplarının taciz edilmesi ve ayrımcılığa uğraması, İnsan hakları savunucularının tutuklanıp yargılanması gibi hak mücadelesi veren kesimlere yönelik giderek artan baskılar bu uzaklaşma halinin bir göstergesi hatta daha da ötesi hak savunucuları nezdinde insan hakları değerlerinin toplumsal yaşamdan tasfiye edilmesi çabasıdır.
OHAL ve KHK'ların yol açtığı ihlaller
Bu kısa değerlendirmenin ardından 2017 yılında Türkiye'de çeşitli hak kategorilerinde gerçekleşen ihlalleri sıralayan TİHV ve İHD açıklamasına şöyle devam edildi:
"Aşağıda belirtilen ve bu aşamada eksik olduğunu ifade edeceğimiz bilançoya bakılırsa Türkiye'nin Anayasa 15 ile AİHS 15 ve BM Medeni Sözleşme'nin 4. maddesini ihlal ettiğini rahatlıkla ifade edebiliriz.
28 adet KHK yayınlandı
"Anayasanın 121.maddesine göre OHAL KHK'larının yayınlandıkları gün TBMM onayına sunulması gerekmektedir. Bugüne kadar 667 ile başlayan ve 694 ile sona eren 28 adet KHK yayınlanmıştır. Bu KHK'lardan bazıları aynı gün TBMM onayına sunulmayarak Anayasa ihlali yaşanmıştır, Anayasa'nın 121. maddesi ve TBMM iç tüzüğüne göre OHAL KHK'larının 30 gün içerisinde TBMM tarafından görüşülmesi ve bu konuda bir karar verilmesi gerekmektedir.
"Bugüne değin sadece 667 sayılı KHK 4749 sayılı kanunla onaylanmış, 668 sayılı KHK 6755 sayılı kanun, 669 sayılı KHK 6756 sayılı kanun, 671 sayılı KHK 6757 sayılı kanun ve 674 sayılı KHK 6758 sayılı kanunla uygun bulunmuş ve Resmi Gazete de yayınlanmıştır. Bu durumda 28 OHAL KHK'sından sadece 5'i hakkında TBMM onayı alınmış, geri kalan 23'ü hakkında süresi içerisinde TBMM onayı alınmayarak açık bir Anayasa ihlali yaşanmıştır.
"OHAL'in Anayasaya uygun olarak ilan edilmemesi ve çıkarılan KHK'ların TBMM onayına sunulmamasının yanı sıra bu KHK'larla bugüne değin 306 kez 300 civarında kanunda kalıcı değişiklikler yapılarak yasal sistem tamamen değiştirilmiş, OHAL rejimi kalıcı hale getirilmiştir.
94 belediyeye kayyum atandı, 11 milletvekili tutuklandı
21 Temmuz 2016 tarihinde başlayan OHAL koşullarında tespit edebildiğimiz kadarı ile bilanço şöyle gelişmiştir:
- •23 Temmuz 2016'da yürürlüğe giren 667 sayılı KHK ile gözaltı süresi 30 güne çıkarılmış, 27 Temmuz'da yürürlüğe giren 668 sayılı KHK ile gözaltının ilk 5 gününe avukat ile görüş yasağı getirilmiştir. Bu uygulama 6 ay boyunca kesintisiz uygulanmıştır. 23 Ocak 2017'de yürürlüğe giren 682 sayılı KHK ile gözaltı süresi 30 günden 14 güne indirilmiş, gözaltında avukat görüş yasağı ilk 1 güne indirilmiştir. Bu koşullarda Adalet Bakanlığı'nın sözlü olarak açıkladığı ve Temmuz 2017 tarihi itibari ile 169.013 kişi hakkında adli işlem yapılarak gözaltına alındığı, bunlardan 50.510'unun tutuklandığı, 43489'unun adli kontrol ile serbest bırakıldığı, diğerlerinin gözaltı süresi içerisinde işlem yapılmayarak serbest kaldığı, bunun dışında 8.087 kişinin kaçak durumunda olduğu anlaşılmaktadır.
- OHAL süresince halen cezaevlerinde HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere 11 milletvekilinin tutuklu olduğu, bu süre içerisinde Figen Yüksekdağ ile birlikte toplam 5 milletvekilinin vekillerinin düşürüldüğü bir süreç yaşandı.
- OHAL KHK'ları ile 94 belediyeye el koyulduğu, bunlardan 89'unun Demokratik Bölgeler Partisi'ne mensup belediyeler olduğu, el konulan belediyelerde görev yapan seçilmiş 74 belediye eş başkanının tutuklandığı, 28 HDP il eş başkanı ile 89 ilçe eş başkanının tutuklandığı, 780 HDP il ve ilçe yöneticisinin tutuklandığı bir süreç yaşanmıştır. Bu süreç devam etmektedir.
- OHAL süresince Anayasaya çok açıkça aykırı olan ve maalesef Anayasa Mahkemesi'nin tamamen devre dışı bırakıldığı/kaldığı bir ortamda çıkarılan KHK'larla 113.440 kamu görevlisinin kamu görevinden çıkarıldığı, bunlardan 1.852'sinin göreve iade edildiği bir süreç yaşanmıştır. Kapatılan özel kuruluşlarda görev yapan ve çoğunluğu öğretmen olan 22.474 kişinin çalışma izinleri iptal edilmiş olup bunlardan sadece 614'ünün izni iade edilmiştir.
- OHAL süresince HSK kararı ile 4.240 hâkim ve savcı ihraç edilmiş olup bunlardan sadece 166'sı iade edilmiştir.
- Kapatılan özel sağlık kuruluşu 48 olup, bunlardan 2'si geri açılmıştır.
- Kapatılan özel eğitim/öğretim kurumları (okul, kurs, pansiyon, yurt gibi) 2.325'tir. 15 özel üniversite kapatılmış, 19 sendika ve konfederasyonun faaliyetlerine son verilmiştir.
- Bu süre içerisinde devlet tarafından el konularak kayyum atanan şirket sayısı 969 olup bunların ekonomik büyüklüğünün 41 milyar Türk lirası civarında olduğu, buralarda çalışan işçi sayısının 47 bin civarında olduğu bilgisi paylaşılmıştır.
- OHAL süresince en büyük zarar ifade özgürlüğüne ve dolayısıyla basın özgürlüğüne verilmiştir. Yazılı ve görsel medya başta olmak üzere kapatılan basın yayın kuruluşu 185 olup sadece 23'ünün açılmasına izin verilmiştir.
- OHAL süresince çok sayıda gazeteci tutuklanmıştır. Halen 174 gazeteci tutukludur. 2016 yılında sarı basın kartı iptal edilen gazeteci sayısı 889 dur.
- OHAL süresince 1.412 dernek ve 139 vakıf kapatılmıştır. Bu dernek ve vakıflardan birçoğu Fethullah Gülen örgütü ile bağlantılı olduğu ileri sürülmüş olup, geri kalanların ise somut herhangi bir nedene dayanmadan başka yasa dışı örgütlerle bağlantılı olduğu belirtilip kapatıldıkları ifade edilmiştir.
- OHAL koşullarında ifade özgürlüğü ihlalleri tavan yapmıştır, Adalet Bakanlığı resmi istatistiklerine göre 2016 yılında Cumhurbaşkanına hakaretten yani TCK 299. Maddesi'nden dolayı 4187 kişiye dava açılmıştır. Türklüğe hakareti düzenleyen TCK 301. Maddesi'nden ise 482 dava açılmıştır. Bununla birlikte yasadışı örgüt propagandası yapmaktan dolayı 2016 yılında 17.322 kişiye dava açılmıştır. Bu tablo 2017 yılında artarak devam etmiştir. 2017 yılı ile ilgili istatistikler bir sonraki yıl açıklandığından sadece artış trendinin devam ettiğini belirtmek isteriz.
Rastgele ateş sonucu 36 kişi hayatını yitirdi
Siyasal iktidarın içeride ve dışarıda sürdürdüğü savaş politikaları yine 2017 yılında yaşanan yaşam hakkı ihlallerinin başlıca sebebini oluşturmaktadır.
TİHV Dokümantasyon Merkezinin verilerine göre 2017 yılının ilk 11 ayında;
- Kolluk güçlerinin yargısız infazı, dur ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle veya rastgele ateş açması sonucu 36 kişi yaşamını yitirmiş, 12 kişi de yaralanmıştır.
- Silahlı çatışmalar nedeniyle 183'i asker, polis, korucu, 460'ı militan, 52'si sivil olmak üzere toplam 695 kişi yaşamını yitirmiştir. Bu dönemde 282'si asker, polis ve korucu, 28'i sivil olmak üzere toplam 310 kişi ise yaralanmıştır.
- Güvenlik güçlerine ait zırhlı araçların çarpması sonucu 6'sı çocuk olmak üzere toplam 23 kişi yaşamını yitirmiş, 46 kişi de yaralanmıştır.
- Mayın ve sahipsiz bomba vb. patlaması sonucu 5'i çocuk olmak üzere toplam 6 kişi yaşamını yitirmiş 18′ i çocuk toplam 25 kişide yaralanmıştır.
- Cezaevlerinde 3'ü çocuk olmak üzere en az 10 kişi çeşitli nedenlerle yaşamını yitirmiştir. Cezaevlerinde çeşitli nedenlerle yaşamını yitiren kişi sayısı tespit edilebildiği kadarıyla İHD kayıtlarında en az 17'dir.(Adalet Bakanlığı, CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş'ın 2016 yılında cezaevlerinde intihar eden mahpus sayısına ilişkin sorusuna yanıt olarak, 2016 yılı içinde 66 mahpusun intihar ettiğini ve 15 Temmuz Darbe Girişimi'nden bu yana ise 40 mahpusun intihar ettiğini açıkladı.)
- İHD verilerine göre 2017 yılının ilk 11 ayında en az 23'ü şüpheli olmak üzere 322 kadın ve 7'si şüpheli 68 çocuk çeşitli nedenlerle (erkek şiddeti ve diğer) yaşamını yitirdi.
- İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclis'inin verilerine göre 2017 yılının ilk 11 ayında iş kazaları/cinayetleri sonucu en az 1851 işçi yaşamını yitirmiştir.
İşkence ve kötü muamele
- Türkiye İnsan Hakları Vakfı'na (TİHV) 2017 yılının ilk 11 ayında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 570 kişi başvurmuştur. Başvuranların 328'i aynı yıl içinde işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtmişlerdir.
- İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) verilerine göre ise 2017 yılının ilk 11 ayında 423'ü gözaltında kaba dayak ve diğer yöntemlerle, 1855 kişi ise gözaltı yerleri dışında ve güvenlik güçlerince müdahale edilen toplantı ve gösterilerde olmak üzere toplam 2278 kişi işkence ve kaba muamele ile karşılaşmıştır.
- İHD'nin 30 Mayıs 2017 tarihinde açıkladığı verilere göre çoğu Ankara'da olmak üzere 11 zorla kaçırma ve kaybetme vakası yaşanmıştır. Bu kişilerden 4'ü daha sonra serbest bırakılmış, bunlardan 1'i intihar etmiştir. Bunun yanı sıra özelikle Ankara'da ve bölgede çok sayıda kişi kaçırılarak tehdit edilmiş, bu sırada işkence ve kötü muameleye maruz bırakılmıştır. Aynı şekilde İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) 'zorla kaybetme' olması muhtemel beş insan kaçırma vakasını rapor etmiştir. Bu vakalardan birinde Ankara'da kaçırılan (42 gün gizli bir yerde alıkonulduğunu ve burada işkence gördüğünü iddia eden) bir kişinin sonradan polis tarafından gözaltında tutulurken bulunduğu belirtilmiştir.
- Gözaltı süresi OHAL gerekçesiyle hala 14 gündür ve KHK'lar ile avukata erişim hakkında çeşitli sınırlılıklar getirilmiştir.
- İşkencenin önlenmesinde önemli rolü olan ancak yıllardır uygulamada büyük ölçüde ihmal edilen usul güvenceleri, OHAL sürecinde KHK'lar ile yapılan yasal düzenlemeler sonucu önemli ölçüde tahrip olmuştur. Bu yasal düzenlemelere de dayalı olarak, kişiye gözaltı hakkında bilgilendirme, üçüncü taraflara bilgilendirme, avukata erişim, hekime erişim, uygun ortamlarda uygun muayenelerinin gerçekleştirilmesi ve usulüne uygun raporların düzenlenmesi, hukukilik denetimi için süratle yargısal makama başvurulabilme, gözaltı kayıtlarının düzgün tutulması, bağımsız izlemelerin mümkün olması başlıklarında toplanabilecek usuli güvencelerin son dönemde büyük ölçüde ortadan kaldırıldığını ve bu konuda bütünüyle keyfi bir ortam yaratıldığını ifade etmek mümkündür.
- İşkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının önlenmesi açısından önemli araçlardan birisi olan ve Türkiye'nin üyesi olmakla yükümlülükler üstlendiği başta BM ve Avrupa Konseyi bünyesindeki uluslararası izleme mekanizmalarının etkin çalışmaları engellenmekte ve bu mekanizmaların uyarı ve önerilerine hürmet edilmemektedir. Örneğin İşkencenin Önlenmesi Avrupa Komitesi'nin (CPT) Eylül 2016'da Türkiye'ye gerçekleştirdiği plansız ziyarette sırasında yaptığı gözlem ve tespitler hakkındaki tamamlanmış raporun yayınlanmasına Türkiye Hükümeti hala izin vermemiştir.
- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu ulusal önleme görevi ile yetkili olmasına rağmen, bu yetkilerini kullanmamakta, işkence ve kötü muamele başvurularını incelemeye almamaktadır. Aynı şekilde TBMM İnsan haklarını İnceleme Komisyonu da yerinde inceleme yapmayarak etkisiz kalmaktadır.
- Cezasızlık hala işkence ile mücadelede en önemli engeldir. Faillere hiç soruşturma açılmaması, açılan soruşturmaların kovuşturmaya dönüşmemesi, dava açılan vakalarda işkence yerine daha az cezayı gerektiren suçlardan iddianame düzenlenmesi, sanıklara hiç ceza verilmemesi ya da işkence dışında cezalar verilmesi ve cezaların ertelenmesi gibi nedenlerle cezasızlık olgusu işkence yapılmasını mümkün kılan en temel unsurlardan birisi olarak hala karşımızda durmaktadır.
- Adalet Bakanlığı'nın 2016 yılı resmi istatistiklerine göre TCK 94. maddeden yani işkenceden açılan dava sayısı 42 olup daha az bir cezayı düzenleyen eziyet suçundan açılan dava sayısı 340'tır. Buna karşılık polise mukavemet dediğimiz TCK 265.maddeden açılan dava sayısı ise 26195'tir.
Kürt sorunu
2015 – 2016 yıllarında yoğun biçimde uygulanan, uygulandığı il ve ilçelerde yaşadığı bilinen en az 1,5 milyondan fazla kişinin en temel yaşam ve sağlık haklarının ihlâl edilmesine yol açan, Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik Komisyonu) ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri'nin raporlarında gerek iç gerekse uluslararası hukuk açısından yasal dayanağının bulunmadığı açıkça belirtilen 'sokağa çıkma yasakları' daha kısa süreli ve küçük ölçekli de olsa tüm olumsuzlukları ile birlikte 2017 yılında da sürmüştür.
Bölgede bulunan toplam 94 İl ve ilçe belediyesi OHAL koşullarında atanan kayyumlar ile yönetilirken halkın seçtiği belediye eş başkanları hakkında çeşitli davalar açılmıştır. Halen 68 belediye eş başkanı tutukludur.
Halen HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile birlikte 9 milletvekili tutukludur. Ayrıca 5 HDP Milletvekilinin vekilliği düşürülmüştür.
İnsan hakları örgütleri olarak bizler, Kürt sorununun her zaman demokratik ve barışçıl çözümünü savunduk. Bunda ısrarlıyız. O nedenle, çatışmaların hemen şimdi durmasını istiyoruz. Tarafların çatışmasızlık haline geçmesini istiyoruz. Çatışmasızlık halinin yaşanan olumsuzluklardan da hareketle tahkim edilmiş bir hale getirilerek güçlendirilmesini, izlenmesini ve bu konuda tarafların mutabık kalacakları kararları almasını istiyoruz.
28 Şubat 2015 tarihinde ilan edilen Dolmabahçe Mutabakatını destekliyoruz ve bunun gerektirdiklerinin yapılmasını istiyoruz.
Hükümetin, Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi kaldırarak, sorunun çözümü için yol temizliği yapıp, müzakere için uygun idari, hukuki ve siyasi zemini oluşturmasını ve bir an önce müzakereleri başlatmasını istiyoruz.
Dünyanın ve Türkiye'nin savaştan uzaklaşmasının ve barış içinde bir dünyanın ve Türkiye'nin var olmasının insan haklarına dayalı olduğunu düşünüyoruz. Türkiye'nin Ortadoğu'da uygulamaya çalıştığı siyasi projesinden vazgeçmeye, halkların kendi geleceklerini belirleme ilkesine uygun olarak Rojava kantonlarını tanımasını ve iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmesini istiyoruz.
Düşünce, ifade ve inanç özgürlüğü
OHAL ilanıyla birlikte siyasal iktidarın basın üzerindeki kaygı verici boyutta aratan baskı ve kontrolü, 2017 yılında da sürmüştür. Düşünce ve ifade özgürlüğü alanında çok ciddi ihlaller yaşanmıştır. Bu yıl içinde de gazeteci, yazar, insan hakları savunucusu vb. çok sayıda kişiye davalar açılmış, tutuklamalar olmuş, dergi ve kitaplar toplatılmış, gazeteler kapatılmıştır.
Bianet'in medya gözlem raporuna göre 1 Ekim 2017 itibariyle 19'u hükümlü olmak üzere toplam 122 gazeteci cezaevinde bulunmaktadır. Tutuklu gazetecilerden 68'inin halen yargılanması devam ederken 35'i hakkında ise soruşturma yürütülüyor.
Çok sayıda internet sitesine erişim engellendi. Bunlardan Sendika.org sitesine 61, Özgürlükçü Demokrasi Gazetesi'nin internet sitesine ise 42 kez erişim engellendi. 29 Nisan 2017 tarihinden bu yana da Wikipedia sitesine erişilemiyor. Bu yasaklarının son örneğini ise Paradise Papers ile ilgili olarak Cumhuriyet Gazetesi internet sitesinde çıkan haberlere konulan erişim yasağı oluşturmaktadır.
Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı talepleri 2017 yılında da karşılığını bulamamıştır. AİHM'in zorunlu din derslerinin kaldırılması ve Cem Evlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi ile ilgili kararlarının gereği yerine getirilmemiştir.
Alevi, Hıristiyan ve Yahudiler radikal sünni ve ırkçı grupların tehdit ve nefret söylemlerine maruz kalmışlardır.
Vicdani ret hakkının hala tanınmaması önemli bir insan hakkı ihlali olarak varlığını korumaktadır.
6 Ocak 2016 tarihinde barış için bildiri imzalayan 1128 akademisyenin birçoğu kamu görevinden ihraç edildi, Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı. İstanbul savcılığı bu bildiri nedeniyle şimdilik 148 Barış Akademisyeni hakkında TMK 7/2 maddesi uyarınca kamu davası açarak çok açık bir şekilde ifade özgürlüğü hakkını ihlal etmiştir.
Cezaevlerinde toplan 230.735 hükümlü var
"2016 yılında da cezaevleri, insan hakları ihlallerinin en yoğun yaşandığı yerler olma özelliğini sürdürmüştür" denilen açıklamada şu bilgiler yer aldı:
- 1 Kasım 2017 itibariyle cezaevlerinde toplam 230.735 tutuklu/hükümlü/hüküm özlü kişi bulunmaktadır. Bu sayı 2015 yılında 178.089, 2014 yılında 154.179 idi. AKP iktidara geldiğinde ise bu sayı 59.429 idi. TÜİK'in 2016 yılı il nüfusu verilerine göre cezaevlerindeki toplam nüfus Türkiye'nin 13 ilinin nüfuslarından daha fazladır.
- Cezaevine girişte ve sonrasında devam eden kaba dayak, siyasi suçlardan tutuklananların "terörist" olarak suçlanması ve bu gerekçeyle dövülmeleri, çıplak arama uygulamaları, her türden keyfi muamele ve keyfi disiplin cezaları, hücre cezaları, tek tip elbise dayatmaları, sürgün ve sevk uygulamaları yakın tarihte görülmedik boyutlara ulaşmıştır.
- İlk kez 6 Ocak 2000 tarihinde Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlıkları arasında imzalanan, hasta ve tutuklu/hükümlü hakları kadar tıbbi etiği de yok sayarak keyfi bir şekilde düzenlenen ve hukuk ile insan haklarına aykırılığı herkes tarafından bilinen "Üçlü Protokol" 30 Ekim 2003 ve 19 Ağustos 2011 tarihlerinde yenilenmiş idi. Bu protokol 21 Ocak 2017 tarihinde bir kez daha yenilendi. Çıkışından itibaren insan hakları ve sağlık ortamında zaten kabul edilemez olan bu protokolün altı yıl sonra yenilenen biçimi protokolün ne denli gayri-ciddi, gayri-insani ve gayrihukuki olduğunu da bir kez daha ortaya koymuş oldu.
- Cezaevlerinde sağlık hakkı alanında ciddi sorunlar bulunmaktadır. Tutuklu ve hükümlülerin tıbbî yardıma ulaşma konusunda önemli engellerle karşılaştığı ve gerekli tıbbî personelle, araç-gerecin cezaevlerinde bulunmadığı gözlemlenmektedir. Türkiye Cezaevlerinde İHD'nin tespit edebildiği kadarı ile 361'i ağır olmak üzere 1037 hasta mahpus bulunmaktadır. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra tutuklandığı belirtilen binlerce kişiye yer açılması için Ankara, İstanbul, İzmir gibi belirli merkezlerdeki cezaevlerinde bulunan ve tedavileri zorlukla sürdürülmeye çalışılan bu kişilerin çok büyük bir çoğunluğu başka cezaevlerine sürgün edilmiş ve böylelikle tedavileri zora koyulmuştur. Esasen bu kişilerden durumu ağır olan 361 kişinin insani ve hukuki açıdan bir an önce tahliye edilmesi gerekmektedir. Maruz kaldığı ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle hayatını yalnız idame ettiremeyeceği Adli Tıp Kurumu raporlarıyla tespit edilen pek çok hasta tutuklu ve hükümlünün dosyaları Savcılıklar önünde bekletilmesi ve dahası reddedilmesi vicdanen de hukuken de kabul edilebilir değildir. Adalet Bakanlığı'nın verilerine göre son beş yılda ağır hastalığı Adli Tıp Kurumu tarafından belirlenen 451 tutuklu ve hükümlü cezaevinde hayatını kaybetmiştir. Kaldı ki bu verilerin güvenilirliği de ayrı bir tartışma konusudur. Cezaevlerinde bulunan hasta mahpusların bir an önce salıverilmesi ve tedavilerinin süratle yapılması için gerekli yasal ve idari tedbirler alınmalıdır. Gerekirse infaz kanunun 16. Maddesi değiştirilmeli veya geçici bir madde ile sorun çözülmelidir.
- 2000 yılından bu yana uygulanmakta olan tecrit ve tretmana dayalı ceza infaz sistemi, tutuklu ve hükümlülerin fiziksel-sosyal-ruhsal bütünlüğünü tehdit etmeye devam etmektedir. Bir ve üç kişilik oda sisteminde tutukluların ve hükümlülerin birbirleriyle sosyal ilişki kurması engellenmektedir. Bu durum onların ruh sağlığı üzerinde ağır hasarlara yol açmaktadır. Bu ağır izolasyon koşullarını yumuşatmak için Adalet Bakanlığı'nın 10 tutuklu ve hükümlünün haftada 10 saat bir araya gelerek sosyalleşmesini öngören 22 Ocak 2007 tarihli genelgesi (45/1) yürürlükte olmakla birlikte halen etkin ve sorunsuz biçimde uygulanmamaktadır. İmralı F Tipi Cezaevinde tutulan Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan mutlak tecrit bir an önce kaldırmalı, ivedilikle ailesi ve avukatları ile görüşmesi sağlanmalıdır. Bu cezaevi bir an önce kapatılmalıdır.
- Cezaevlerinde bulunan çocukların, cezaevi psikolojisini kaldıramadıkları, ciddi tıkanmalar yaşadıkları için kendilerine zarar vermek suretiyle, intihar girişiminde bulundukları, yanı sıra taciz, istismar, işkence ve kötü muameleye maruz kaldıkları İHD şubelerine kendilerinin, ailelerinin ve diğer mahpusların yaptıkları başvurulardan anlaşılmaktadır. Çeşitli disiplinlerden bilimsel araştırmalar genelde cezalandırmanın özelde ise kapatmanın suçu önleyici ya da eğitici hiçbir etkisinin olmadığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle insanlık dışı bir uygulama olan çocuk cezaevleri kapatılmalıdır.
- Türkiye Cezaevlerinden sürekli olarak gelen şikayet mektuplarında ve avukat başvurularında işkence ve kötü muamele ile ilgili güçlü iddialar bulunmaktadır. Özellikle OHAL ilanından bu yana bu iddialar giderek artmıştır. Türkiye BM İşkenceye Karşı Sözleşmenin Seçmeli Protokolü (OPCAT) onaylamış olup ulusal önleme mekanizması ile kanuni düzenleme yapmış ancak uygulamaya geçirmeyerek sözleşmeye aykırı davranmaktadır. 6701 sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu 20 Nisan 2016 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu kanunla birlikte işkence ve kötü muamele iddialarının incelenmesi ve önlenmesi görevi yani ulusal önleme mekanizması görevi Kuruma verilmiştir. Bu konuda öncelikle belirtmek isteriz ki, Kanun, BM Paris Prensiplerine uygun hazırlanmamış, bu konudaki düşüncelerimizi ve önerilerimizi TBMM İnsan hakları İnceleme Komisyonuna ve Hükümete yazılı ve sözlü olarak aktarmıştık. Ancak, bütün bu itirazlarımıza rağmen halen Kurumun çalışabilmesi için oluşturulması gereken Kurul oluşturulmadığı için hiçbir şey yapılmamaktadır. Türkiye cezaevlerinin bir an önce bağımsız heyetler tarafından incelenmesi gerekir. İnsan hakları örgütlerinin temsilcilerinin cezaevlerinde inceleme yapmasına izin verilmelidir.
Örgütlenme özgürlüğünün engellenmesi ve baskılar
- 2017 yılı başta kurumlarımızın yönetici, üye ve çalışanları olmak üzere çok sayıda insan hakları savunucusunun ve avukatın BM İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesinde yer alan ilkeleri çiğneyerek gözaltına alındığı, hatta tutuklandığı bir yıl olmuştur. Büyükada davası olarak bilinen ve insan hakları savunucularının eğitim toplantısı sırasında toplantılarının basılıp gözaltına alınarak tutuklandıkları ve yaklaşık 4 ay tutulu kaldıktan sonra serbest bırakıldıkları bir yıl yaşadık. Halen Uluslar arası Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Av. Taner Kılıç, insan hakları savunucusu Osman Kavala ve Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ile birlikte dernek yöneticisi ve üyesi çok sayıda avukat tutukludur. 2017 yılında toplam 47 avukat yaptıkları açıklamalara yönelik polis müdahaleleri sırasında veya evlerine yapılan polis baskınlarında gözaltına alındı. Bunlardan 17'si avukat tutuklandı.
- İHD üzerindeki siyasal iktidar baskısı kendisini göstermiş Haziran 2016'da başlatılan iç işleri bakanlığı denetimi Eylül 2017'de sona ermiştir. Denetim sonucunda 2014 yılı genel kurulda alınan kararların iptali için İHD'ye dava açılmış, ayrıca denetim dosyası Ankara Savcılığına gönderilerek varsa suç sayılabilecek hususlar için kamu davası açılması istenmiştir. Aynı şekilde TİHV denetim sonuçları ile ilgili ne olacağı belli değildir. Gündem Çocuk Derneği, İnsan Hakları Araştırmaları Derneği, ÇHD, ÖHD, MHD kapatma kararları yetmemiş, baskı politikası devam etmiştir.
- Sokağa çıkma yasakları süresince hazırladığımız raporlarımız ile ilgili Ankara Savcılığındaki soruşturma ise devam etmektedir.
- 2017 yılı aynı zamanda çok sayıda insan hakları savunucusu ve aktivistin Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldığı bir yıl olmuştur. İHD genel sekreteri ve TİHV yönetim kurulu üyesi Av. Hasan Anlar Türkiye'yi terk etmek zorunda kalmıştır. Aynı davada yargılanan İHD eski MYK üyesi ve Ankara Şube yönetim kurulu üyesi Av. Halil İbrahim Vargün cezaevindedir. KESK eski başkanı ve KESK'e bağlı sendikaların çok sayıda eski yöneticisi Türkiye'yi terk etmek zorunda kalmışlardır. Bu arkadaşlarımızın yargılandıkları davalar aslında Fetullah Gülen örgütüne mensup polis, savcı ve hakimlerin kurdukları kumpas davalarıdır. Siyasal iktidar işine gelen davalardaki kumpası kabul etmiş, bizim arkadaşlarımız ile ilgili davalardaki kumpası ise kabul etmemiştir. Bu davalar yargının siyasal iktidar baskısı ve yönlendirmesi altında olduğunu göstermiştir. Halen çok sayıda İHD ve TİHV yönetici ve üyesi ile diğer insan hakları örgütlerine üye aktivistlerin soruşturma ve davaları devam etmektedir.
- 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü vesilesi ile özgürlüğünden yoksun bırakılan bütün insan hakları savunucularıyla dayanışma içerisinde olduğumuzu ve derhal salıverilmeleri gerektiğini belirtiyoruz.
Toplantı ve gösteri özgürlüğü
- LGBTİ+ bireylerin yıllardır gerçekleştirdikleri Trans ve Onur Yürüyüşleri bu yıl birçok ilde yasaklandı. Yakın bir zamda ise Ankara Valiliği öne LGBTİ+ Film Günlerini ardından da LGBTİ+ örgütleri tarafından düzenlenecek her türlü etkinliği yasakladı.
- Polis şiddeti cumhuriyet tarihi boyunca tüm iktidarların kolayca başvurduğu kadim bir idare tekniğidir. Bu şiddetten, Kürtlerden, emekçilere, Alevilere ve kadınlara, LGBTİ bireylerden taraftar gruplarına kadar hemen her toplumsal kesim istisnasız nasibini almaktadır.
- Kolluk güçleri 2017 yılında da yüzlerce barışçıl gösterilerde basınçlı su plastik mermi, kimyasal silah/gösteri kontrol ajanları ve hatta ateşli silahlar kullanarak aşırı/ölçüsüz/orantısız güç ve şiddete başvurmuştur.
- TİHV Dokümantasyon Merkezinin tespit edebildiği kadarıyla 2017 yılının ilk 11 ayında 350 toplantı ve gösteriye müdahale eden kolluk güçleri 1998 kişiyi gözaltına almışlardır.
- Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunda ise neredeyse tüm gösteriler yasaklanmış ve izin verilmemektedir.
- KHK ile ihraç edilen ve işlerine geri dönmek için Ankara Yüksel Caddesi'ndeki İnsan Hakları Anıtı önünde yıl boyunca basın açıklaması vb etkinlikler yapan kamu emekçilerine yönelik TİHV- İHD Dokümantasyon Merkezlerinin tespitlerine göre kolluk güçleri tarafından 232 defa müdahalede bulunulmuş, 586 gözaltı olayı yaşanmıştır.
- 9 Kasım 2016 tarihinde Ankara Yüksel Caddesinde işimi geri istiyorum diyerek oturma eylemi başlatan Nuriye Gülmen'e daha sonra Semih Özakça, Veli Sacılık, Acun Karadağ ve 10'un üzerinde emekçi katılmıştır. Bu kişilerden Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın daha sonra başlattıkları açlık grevi 275. Günündedir. Esra Özakça'da açlık grevini eşi ile birlikte sürdürmektedir. Halen işlerine geri alınmamışlardır. OHAL komisyonunun bu kişileri bir an önce işlerine iade etmelerini istiyoruz.
- İHD genel merkezi Yüksel direnişi olarak adlandırılan bu hak arama eylemine yapılan müdahaleleri 9 Kasım 2017 günü yerinde açıklamak istemiş, genel başkan ve bir grip yönetici gözaltına alınarak açıklama yapmaları engellenmiştir.
- Ankara Valiliği 10 Aralık 2017 insan hakları gününde Yüksel Caddesinde açıklama yapmak için başvuran İHD'ye izin vermemiştir. Ancak, Kudüs ile ilgili olarak AKP tabanının günlerdir yaptığı gösterilere ise kolaylık sağlanmıştır. Bizler gösteri hakkından yanayız. Ancak, insan hakları için yapılacak gösterilerin yasaklanmasını ise kınıyoruz. Görüldüğü gibi OHAL tamamen keyfi ve siyasal ihtiyaçlar doğrultusunda kullanılmaktadır.
"OHAL en çok kadınları vurdu"
"Kadın mücadelesi, uluslararası dayanışmayla birlikte, yazılı hukukta önemli kazanımlar elde etti. Yine kadına yönelik şiddet konusunda uluslararası hukukta düzenlemiş son derece önemli sözleşmeler Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından imzalanmış durumda.
"Bu sözleşmelerden belki de en önemlisi Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesidir. Üstelik Türkiye Cumhuriyeti devleti, bu sözleşmenin ilk imzacısıdır. Bu sözleşme, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlemesini amaçlamaktadır. Bu derece önemli olan sözleşmenin 3. Maddesi, sözleşmenin amacını tanımlarken şöyle demektedir; 'Kadına yönelik şiddet, bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır. Ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir.'
"Sözleşmenin 6. Maddesi ise, tüm taraf devletlere, 'Toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar' geliştirme görevini yükler. İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddet alanında verimli politikalar oluşturmak ve şiddeti önleyici tedbirler alma konusunda önemli bir sözleşmedir. Ancak Türkiye'de yargıçlar ve savcılar değil uygulamak, bu sözleşmeden haberdar dahi değillerdir.
"OHAL ile birlikte, çok sayıda kadın işten atılmış, ihraç edilmiş çok sayıda kadın örgütü kapatılmış ve çok sayıda kadın ifade özgürlüğü ihlalleri nedeni ile cezaevine girmiştir. Bu uygulamaların 10 Aralık başlangıçlı, İnsan Hakları Haftası'nda da devam ediyor olması vahimdir. OHAL en çok kadınları 'VURMUŞ', kadın özgürlüğüne 'DARBE' olmuştur.
"Kadına yönelik eril şiddetin son bulmasını, sosyal ve kamusal yaşamda eşitlik ilkesinin ve ayrımcılık yasağının koşulsuz hayata geçmesini devletin bu konudaki yükümlülüklerini yerine getirmesini istiyoruz. İHD, üyesi olduğu FIDH ile birlikte CEDAW komitesine Türkiye raporuna karşı alternatif rapor sunmuştur. Yapılan görüşmeler ve oturumlardan sonra Türkiye değerlendirilmiştir. CEDAW Komitesi 25 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne tavsiyelerde bulunmuştur. Bizim de paylaştığımız bu tavsiyeler şöyle özetlenebilir.
- Kadın örgütleri temsilcilerine ve hak savunucularına uygulanan baskıcı önlemlerin durdurulması, süreçlere aktif katılımlarının sağlanması,
- Kürt kadınlara, mülteci ve sığınmacı kadınlara uygulanan eşitsizliklerin ortadan kaldırılması,
- KSGM'nin teknik ve mali açıdan güçlendirilmesi ve kadın haklarına odaklanmasının sağlanması,
- Kalıp yargılara ve ayrımcı söylemlere son verilmesi,
- Toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin durdurulması için Ulusal Eylem Planının uygulanması, gerekli yasal düzenlemenin yapılması, destek hizmetlerinin düzenlenmesi, farklı dillerde de hizmet verebilen acil telefon hattı kurulması,
- Kürtajın 10 haftaya kadar, tecavüz durumunda 20 haftaya kadar yapılabilmesinin sadece hamile kadının kararına bağlı olması yönünde yasal düzenleme yapılması,
- Sözde namus adına işlenen cinayetlerin yeterli şekilde cezalandırılması, kadın intiharlarının ve kazalarının etkin soruşturulması,
- Evliliklerin resmi olarak gerçekleşmesi ve kayda alınması,
TİHV ve İHD açıklamayı "Yaklaşık bir buçuk yıldır sürdürülmekte olan OHAL uygulamaları 2017 yılında Türkiye'de yaşanan her bakımdan ağır ve ciddi insan hakları ihlallerinin asli kaynağıdır ve derhal son verilmelidir" çağrısıyla bitirdi ve şunları ekledi:
"Şu anda Türkiye'de asgari standartlarda dahi demokrasiden söz edilemez. Bu nedenle demokrasi mücadelemiz baki ve kaçınılmazdır. Kürt sorunun savaşla çözülemeyeceği açıktır. Dolayısıyla barış mücadelemiz de baki ve kaçınılmazdır.
"Siyasal iktidarı da 28 Şubat 2015 Dolmabahçe deklarasyonuna sahip çıkmaya ve Türkiye halkının barış ve demokrasi iradesini tanımaya davet ediyoruz. Bu ülkede insan hakları değerlerinin tasfiye edilmesine hiçbir şekilde izin vermeyeceğiz.
Herkesin, barış dileklerimizle, insan hakları gününü kutluyoruz." (PT)