Akın Yanardağ Dersim'in tarihini, yaşanmışlıklarını, acılarını ve mücadelesini büyük bir ustalıkla şiirine nakşetmis bir şair. Akın, ilk kitabı Üzgün Ağaç Ağıdı ve ikinci kitabı Aşka Şirk Günleri'nde Dersim'i bir "Bellek" ve "Hatırlatma" olarak önümüze seriyor. Akın, şimdi de Sur Kitaplığı'ndan çıkan yeni kitabı Vaktidir ile okuyucularla buluşuyor. Bir şiirinde "Geçmişe dair hafıza birikimini silmek isteyen, silen, orada kalmak istemeyen iki yanı olur insanın" diyen yanardağ, bunu Kırılma, öfke, sevinç, iyimserlik, inat vesaire gibi hallerin bizde oluşturduğu insanın çeşitli halleri şeklinde ifade ediyor.
"Vaktidir" diyorsun. Bunu nasıl yorumlayabiliriz? Vaktidir denebilecek zamanları yaşıyoruz da.. Vakti midir?
Tam da bugün, yarına dair bir zamanıdır demenin adıdır bu, vaktidir evet. Üstümüzdeki bu ölü toprağı atmanın, hayatımıza, kalbimize dair orta yerde duran ve olgunlaşan söz ve eylem olanaklarını çoğaltmanın zamanıdır.
Hayata biçim verilmesi, bir duygu geliştirmesi, ilmek ilmek dokunması,ufkumuza açılmasının vaktidir. İktidarların oluşturmak istediği dünyanın içine alamadığı, değiştiremediği bir öte zaman var. Hep vardı. Egemene, despota,onun normlarına, hazır olana karşı vaktidir der, öte zaman.Bu 'öte zaman' suflesi bizden önce verildi elbette. Dağlarda, cezaevlerinde, sokaklarda, barikatta, düşünsel birikimdebir gelecek tasavvuru olarak, bir öte zaman olarak, bizden önce yüklenegeldi.
Dediğin gibi tam da öyle zamanları yaşıyoruz, evet. Ama bizi daha içine alan bu gelişmeler Ortadoğu'da olgunlaşıyor mesela."Komünyalist bir özgürleşme vaadini Rojava'dan başlayarak çiçeklendiren devrimciler, özgürleşmiş Kürtler ve diğer halklar, netameli de olsa, buz tutan kimi vicdanlar inadına, yine buz içinde açan kırmızı gül çağrısıyla 'vuslat'ı haber eyliyor, özgürleşme bildirisini Mezopotamya'dan yeryüzüne sürüyorlar." diye yazarak, Rojava'nın dünyaya bir bildiri sunduğunu söylüyordu Mehmet Çetin. 'Vaktidir' dememizi böyle de anlamak gerekiyor.
"Arka plan hep kendi hayatımızdır"
Kendi şiirlerinde en çok geçmişe yolculuk yapıyorsun. "Vaktidir" kitabını önceki kitaplarınla birlikte düşünürsek?
Şiirimizde geçmiş ağırlıkta evet. Geçmiş aynı zamanda oluşturulan bir 'bugün' değil miydi zaten. Geçmişe yolculuk bugüne dair tutum alışı, benim inanç dünyam itibariyle de zamanı doğrusal olanın dışında düşünmeyi getiriyor beraberinde.
Yani bunu da içine alıyor. Son iki kitapta zaman düşüncesi özellikle vurgu kazandı. Bu benim dışımda, geldiğim hayat biçimi olarak da içimde yer edinen bir şey olarak ortaya çıkıyor. İnanç yapısı, düşünsel dünyası, doğası ile de yok edilmeye karşı ölüm kalım mücadelesi içinde bugüne gelen bizim coğrafyamız nedeniyle de geçmişin unutulması, orda bırakılması mümkün değil zaten.
Bir korunma, hafızayı diri tutma alanıdır bu. Önceki kitaplardan son kitaba kadar şiirimiz böyle bir 'zaman'ı yüklenegeldi sanırım.
Üzgün Ağaç Ağıdı, hatırlama /hatırlatma temasının ağırlıkla işlendiği bir kitaptı. Aşka Şirk Günleri, isminden başlayarak daha bir karşı duruşu, şirk kelimesini verili anlamının dışında kurmak, başka alanlarla buluşturmak ile ilgiliydi.
Vaktidir'de daha cisimleşmiş, imge coğrafyası genişlemiş bir durum var. Bir şeyi söylemenin başka bir biçimi olarak sözü daha yükseğe astığı bir durum var.
Bu anlamda beslenme kaynakları, sözü kurma, aktarma anlamında farklı bir yere koyamayız belki. Aynı damar üzerinden yürüyor diyebiliriz.
Yani uğraklar değişse bile arka plan yine kendi hayatımızdır. Şiir yoluyla bir kazı işlevidir, uyuşmazlık halidir. Son kitapta da temaların farklı izleri akıyor ama bir fark var elbet. Ağıtların cesaretinden bahsediyor mesela. "Susmuş olanların yankısı"nı imliyor. Belki daha geniş imge olanaklarına açılmış olarak.
"Zaman uzayıp giden düzen duygusu gibi yıkılmış içimize" diyorsun ilk şiirinde. Zaman ve düzen duygusu sana neler hissettirir?
Seninle de sık sık konuştuğumuz durumlar bunlar. Düzen, içinde yaşadığımız hayat babıyla kuşkusuz etkiliyor bizi, etkileniyoruz.
Fakat bunun farkında olmanın, bu farkındalıkla yaşamanın kendi bilinç hali vardır. Kendini mümkün derece onun dışında düşünme ve onun dışında kurma halleri vardır. Verili olanın reddi üzerinden nasıl bir hayat kuruyoruz, mesele bu biraz da. "Başka bir açıklığa doğru yürüyorduk biz" demişiz Aşka Şirk Günleri'nde.
Sözümüzü de pratiğimizi de bunun üzerinden düşünmekgerekiyor. Doğada, bedende, bilinçte oluşturulan tahribatlara karşı bir baş etme meselesi olarak bakmak gerekiyor. Hafızanın geri dönüş halleri vardır; direnişleri, tekrarları ile çağrılan, öfke duyan halleri vs. İşte bu hallerle buluşmanın düzenden azade bir zaman algısını oluşturmak ve onu olanaklarımıza buluşturmaktır bize düşen.Bir uzlaşı alanı değildir çünkü geçmiş.
Onun düzen algısı içinde eritilmesi değildir. Belleğin, ilgili mekân ve zamanların bizde sürekli bir direniş hali olması, ufkumuzda sürmesi bu yüzdendir. Çıplak bedenteşhirleri, buzdolabında bekletilmek zorunda bırakılan, yakılan bedenler..kişisel olandan toplumsal olana değin, bunlar vicdanımıza asılıdır bir kere. Ahlaki bir üstlenmedir. Bunu söylemek istiyoruz esas olarak.
Zaman olgusu için ne diyebiliriz: Şiirdeki zamandan bahsedebiliriz mesela. Aşka Şirk Günleri'nde çokça durmuşuz bunun üstünde. "Zaman taş sektiriyor avluda" veya "solipsizmlerin beklediği eşikte melamilerin dinlendikleri" gibi iç/batın olabilecek halleri.
Yani içinden geldiğimiz hayatın şiire yansıdığı, zamanın çeşitli nitelikleriyle kendine yer edindiği bir durum."Kimsenin anısı değildir çeşme/kendi zamanını yaşar sadece" dediğimiz, doğanın, nesnenin de kendine ait zamanı. Orda nasıl durduğunu şiire bırakalım istersen.
"Öte zaman şiire sızıyor"
"Geçmişe dair hafıza birikimini silmek isteyen, silen, orada kalmak istemeyen iki yanı olur insanın" demişsin şiirinde. Biraz açabilir misin?
Bu sanırım insanın çelişkili, kompleks, etkilenmeye açık olması ile ilgili. Hayatın farklı deneyimlerinin olması, kendine ait alanının, kendine ait kararının olması; iki veya bir çok halin hem içinde hem dışında olması gibi insanın.
Onu yaşatmak ila unutmak arasında bir ara mekân diye de düşünülebir. Kırılma, öfke, sevinç, iyimserlik, inat vesaire gibi hallerin bizde oluşturduğu iki yanı. Burada bir hayat duruyor, orda bir hayat duruyor, başka yerde başka bir hayat duruyor.
Aşkı, hüznü, sevinci, ayrılığı, kırılma hallerini içinde taşıyor, orda ve burada. Bir yerde birikiyor hayat, bir yerde duruyor zaman ama nerde, nasıl bilmiyorum. Dönüp ardıma baktığımda nerede çoğaldım, nerede eksildim, nasıl durdum kendi hayatıma karşı bilmiyorum. Seninle veya başkasıyla biriken sohbetin hayatımızda nereye dokunduğunu, nasıl durduğunu biriken başka buluşmalarda kendini aksettirdiğini düşünüyorum. Bu da yukarda bahsettiğimiz o 'öte zaman'ın bir hali işte. İnsanın, doğanın, bilmem neyin öte zamanı. Bunun şiire sızmaması mümkün mü? Değil sanırım.
"Katledilişin bir 'hawar' sesi yok mudur?"
Şiirlerinde bir yandan tarih bir yandan mücadele bir yandan savaş bir yandan aşk ve hawar temalarına değiniyorsun. Bunun tarihsel yaşanmışlığını neye dayandırabiliriz?
Bunun tarihsel yaşanmışlığı elbette dünden bugüne tarihsel olarak süren baskının, soykırımın, inanç ve düşünsel birikim inkârının, doğa tahribatının, insanın vicdani ahlaki ve estetik olarak teslim alınmaya çalışılmasının egemenlerce sürdürülmesinden geliyor. Doğanın katledişinin de bir hawar sesi yok mudur?İnsanın da doğanın da buna karşı kendini var ettiği, ileriye taşıdığı karşı bir kültürlenme.. Kitap da burada vicdani bir tutum olarak açık ediyor kendini ki, şiir böyle bir şeydir zaten.
Son olarak üç kitabını da okuyan bir arkadaşın olarak soruyorum. Akın'ı AKYA eden nedir?
Kendimi öteki olarak düşünmeye çalıştığım kişi midir, bilmiyorum. Evet yani, kişisel olanın iç hali mesela. Kendini yine kendinde anlama isteği. Bunca yabancılaştığımız kendi dünyamıza karşı bir yaklaşma çabası. Ne olursa olsun kendinde kalma yaklaşımı, içtenlikle açıklığın kendini yine kendine yöneltmesi.
Yenilgisini deneyimlemesi, başarıya endeksli olmayan bir iç duyguyu geliştirme çabası mesela.Öteki olarak düşünmeye, konuşmaya çalıştığım ama yaptıklarını, ettiklerini üstlendiğim kişidir diyebilirim. Bir önceki soru da sorduğun duruma içkindir Akya da. Bunu Borges'in "Borges ve Ben" adlı o güzel kısa yazısının bilincinde olarak söylüyorum elbette. (ZY/PT)