Meclis'te grubu bulunan siyasi partilerin Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sundukları kısmi Anayasa taslaklarıyla ilgili sosyalist partilerin temsilcileriyle görüştük.
Emekçi Hareket Partisi (EHP) Genel Başkanı Sibel Uzun, Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) Genel Başkanı Rıdvan Turan, Sosyalst Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Eşsözcüsü Tuncay Yılmaz ve Yeşiller ve Sol ve Gelecek Partisi Eşsözcüleri Arif Ali Cangı ve Sevil Turan AKP, CHP ve BDP’nin sunduğu taslakları bianet için değerlendirdi.
Partilere şu soruları sorduk:
* Vatandaşlık tanımı konusunda farklı görüşler var. AKP “Türk milleti” tanımını, CHP “Türk ulusu” tanımını kullanırken BDP “Türkiye halkı” diyor. Kapsayıcı olması açısından sizce vatandaşlık tanımı nasıl olmalı?
* Anadil meselesinde AKP-BDP “resmi dil Türkçe” diyor. Ancak BDP, ademi merkeziyetçilik çerçevesinde bölgesel meclisler kurulmasını ve bu meclislerin alacağı kararlar çerçevesinde farklı bölgelerde farklı dillerin de “2. resmi dil” olarak kabul edilmesi gerektiğini savunuyor. CHP ise “Resmi dil Türkçe” yerine “Devletin dili Türkçe” diyor. Resmi dil sizce Anayasa’da ne şekilde yer almalı?
* AKP, CHP, BDP laiklik ve inanç özgürlüğüne taslaklarda yer verdi. Mevcut '82 Anayasası'nda da laiklik ve inanç özgürlüğüne yer verildiğini düşünürsek, demokrasi ve özgürlükler açısından sizce bu kavramlar Anayasa’da ne şekilde yer almalı?
YSGP: Vatandaşlıkta gönül birlikteliği olmalı
* Anayasada yurttaşlık yaklaşımımızın temelinde yatan anlayış, ortak bir zamanda ve mekanda, ortak bir yaşamı paylaşan eşit ve özgür insanların gönüllü birlikteliği olmalı.
Vatandaşlık tanımında Türklük vurgusu yerine, Türkiye vatandaşlığı ve ulusal vurgu yerine ortak insani değerler öne çıkarılmalı. Şu şekilde olabilir; “Türkiye Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes, hangi dilsel, etnik, dinsel, mezhepsel ve cinsiyet kimliğinden olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.”
* Herkesin anadilini geliştirmesi, eğitim ve öğrenimini anadilinde yapması hakkı güvence altına alınmalı, çok dilli kamu hizmetini de içeren yerinden yönetim uygulamaları geliştirilmeli.
Tüm Türkiye’de, tek merkezden ve otoriter bir anlayış ile yürütülen bir sistem yerine, halkın katılımının sağlandığı, bölgelerin sosyo-ekonomik koşullarına göre kararların yerinden alındığı; demokratik ve eşitlikçi bir yönetim sisteminin oluşturulması gerekli.
* Özgürlükçü bir laiklik anlayışı çerçevesinde ve evrensel insan haklarına aykırı olmayacak her tür inanç, vicdan ve inanmama özgürlüğü kayıtsız şartsız güvence altına alınmalı; insanlar, ibadet, inanış, giyim ve yaşam tarzlarında serbestliğe sahip olmalı; hiç kimse farklılığından ötürü ayrıma tabi tutulmamalı ve aşağılayıcı muameleye uğratılmamalı.
Devlet bütün dinler, mezhepler ve inançlardan kendisini ayırmalı ve hepsiyle eşit uzaklıkta durmalı, kamu kaynaklarından eşitsiz ve özel teşvikte bulunmamalı, devlet işleri ile din işlerinin birbirinden ayrı tutulması özenle korunmalı.
Tüm okullarda zorunlu olan din kültürü dersleri, eğitimin belli bir aşamasında isteğe bağlı hale getirilmeli. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapısına son verilmeli. Tüm ibadet mekanlarına eşit hukuki güvence sağlanmalı. Cemevlerini ibadet yeri olarak gören Alevi toplumunun talepleri karşılanmalı.
SYKP: Tüm dillerin yaşaması sağlanmalı
* Vatandaşlık tartışmasının sadece etnik köken ve kapsayıcılık çerçevesinde yapılmasını yeterli görmemekle birlikte bu konuda kullanılacak kavramın herhangi bir etnik köken, dil, mezhep ya da ırka işaret etmemesi gerektiğini düşünüyoruz.
Kullanılacak tanımlamada “Türkiye Halkları” kavramı kullanılabilir. Önemli olan Türkiye Halklarının hak, sorumluluk ve özgürlüklerinin nasıl tanımlanacağıdır. Bunlar eşitlik ve özgürlük üretecek bir şekilde tanımlanmadıkça ne denirse densin fark etmez.
* Anayasa’da sadece Türkçe’nin “resmi dil” olarak tanımlanması problemli. Türkçe resmi dil olarak tanımlanacaksa, Türkçe’nin yanı sıra bu coğrafyada kullanılan diğer diller de (Kürtçe, Arapça, Lazca, vs.) resmi dil olarak kabul edilmeli. BDP’nin önerisi (bölgesel 2. Resmi dil) kısmen bir çözüm yaratsa da o öneride de problemler var.
Örneğin Mardin’de sadece Kürtçe’yi 2. Resmi dil olarak tanımlamak yetmeyecek, Arapça’nın da resmi dil olarak kabulü gerekecek. Bu yüzden BDP’nin önerisi farklı bölgelerde yaşayan nüfusun anadillerine göre “2., 3. Resmi diller” de olabilir demek gerekir. Anayasa’daki ihtiyaç bir ya da iki resmi dil tanımlamaktan öte bu coğrafyadaki tüm dillerin yaşarkalırlığını sağlayacak bir tanımlama, yaklaşım geliştirmektir.
* İnanç farklılıklarının ve bundan kaynaklı inkar, imha, asimilasyon uygulamalarının yoğun yaşandığı bir ülkede inanç ve inançsızlık özgürlüğünün anayasal güvence altına alınması çok önemli. Bu konuda Küba anayasasından feyz alınabilir.
Küba Anayasası şöyle diyor: “Din ve vicdan özgürlüğünü tanıyan, bu özgürlüğe saygı duyan ve bu özgürlüğü güvence altına alan devlet, aynı zamanda her bir yurttaşın din değiştirme ya da dini inanca sahip olmama ve yasalar çerçevesinde dini inançlarını beyan etmeme özgürlüğünü tanır, bu özgürlüğe saygıyla yaklaşır ve bu özgürlüğü güvence altına alır.”
EHP: İlle gerekiyorsa tüm kimlikler ve inançlar ifade edilmeli
* Vatandaşlık tanımı yapılırken her hâlükârda Türk-Türkiye tabirleri geçecek ise Türkiye'deki diğer tüm farklı etnik kimlik ve inançların açık bir biçimde ifade edilmesi gerektiğini savunduk.
Vatandaşlık tanımı yapılırken Türkiye’nin çok kimlikli, çok etnisiteli, çok inançlı bir ülke olduğu gerçeğini esas alan; toplumun Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Arap, Rum, Ermeni, Roman, Sünni, Alevi, Süryani ve daha pek çok kimliğin kardeşlik mozaiğinden oluştuğunu benimseyen bir yaklaşım içinde olunmalı.
* Anadil hakkı için uzun süredir mücadele veren Kürt halkının meclisteki temsilcisi BDP'nin taleplerini yerinde buluyoruz. Anadil hakkı talep eden farklı etnisite ve kimliklere de bu hak tanınmalı.
Kimlikler, inançlar ve diller arasında tam bir hak eşitliğini benimseyen; anadilde eğitim yapılmasına olanak sağlayan; Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını hiçbir şarta bağlamadan, özerklik ya da federasyon tercihleri olarak Kürt halkının tasarrufunda kabul eden; yerinden yönetimin gerçekleşmesine, illerin birleşerek bölge yönetimleri kurulabilmesine ve demokratik özerklik iç işleyişine imkân veren bir bakış açısına ihtiyaç var.
* Din ve devlet işleri bir birinden ayıran; din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alan, devleti inanç yönünden herkese eşit mesafede tutan; bir dini inancı devlet gücünü ve kaynaklarını kullanarak topluma benimsetme girişimlerini yasaklayan; zorunlu din dersi uygulaması kaldıran, devletin din eğitimi vermesini kabul etmeyen, inançların öğretilmesi inananlara bırakan; devlet yapısında, Diyanet İşleri Başkanlığı'na ya da benzeri dini bir kurum ve temsiliyetin bulunmasına yer vermeyen bir genel perspektif esas alınmalı.
SDP: Monolitik ve antidemokratik laiklik olmaz
* Vatandaşlık tanımı etnik vurgudan tamamen arındırılmalı. AKP ile CHP'nin tanımı aynı içeriğe sahip tanımlar ve dışlayıcı, ötekileştirici bir içeriğe sahip. Milyonlarca insan kendini Türk milleti ya da ulusundan saymıyor. BDP'nin önerisi yeterli görünüyor. Zira bir etnik kimliği değil, bir devlet içinde yaşayan halkları esas alıyor.
* Türkiye'de konuşulan tüm diller anayasal güvence altına alınmalı ve zenginlik olarak nitelendirilmeli. Resmi dilin Türkçe olması başka resmi dillerin olamayacağı anlamına gelmez. Bu dillerde eğitim de yapılmalı.
Devletin dili Türkçe dendiği zaman ise Türkçeden başka dili tanımıyorum anlamına gelir ve bu tutum etnik dışlayıcıdır. BDP'nin önerisi aynı zamanda yerel meclisler vasıtasıyla demokratik özerklik modelini tamamlayıcı bir öneridir de. Ve böyle bir talep de hakları.
* Türkiye’de bir tür laiklikten söz edilecekse, bu “devlet iktidarı”nın organik bir uzantısı olan, monolitik ve antidemokratik yapısal özellik taşıyan “devletçi laiklik” olabilir. Devletçi laiklik, yalnızca farklı dini inançları baskı altına almakla kalmamakta, aynı zamanda Diyanet İşleri vasıtasıyla tekeline aldığı “Sünni İslam”ın içeriğini ve sınırlarını da belirleyen, okullardaki “zorunlu din dersleri”yle sistemli biçimde empoze eden ve böylelikle tüm toplumu sünnileştirmeye dayalı asimilasyoncu pratiğin de ifadesidir.
Diyanet İşleri gibi, bütün giderleri kamu maliyesinden karşılanan bir devlet kurumu lağvedilmeksizin, din devletin bir “organik uzantısı” ve siyasi iktidar ilişkilerinin bir “aracı” olmaktan çıkarılmaksızın, okullarda din dersleri kaldırılmaksızın, insanların özgürce yaşayabilecekleri olanaklar yaratılmaksızın, demokratik ve özgürlükçü laiklikten söz edilemez. (NV/EKN)
* Türkiye Komünist Partisi'den (TKP) sorularımıza yanıt alamadık.