Solun Tarihi Rolünü Yenilemesi Evetle Mümkün
Bu gerçeğe, hatta Amerika'nın çözümü onaylayan "şüpheli" yaklaşımına rağmen, Sol, plan karşısında dinamik bir şekilde olumlu tavır almalıdır.
BM, Kıbrıs sorunu vasıtasıyla kaybettiği otoritesini yeniden ele geçirmek ve kendi yasal çerçevesinde Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) politikasını kontrol altında tutabilmek için çok büyük çaba sarf ediyor.
Bu rastlantının bulunmazlığı şu basit sebebe dayanmaktadır: ABD'nin çözümü destekleme sebebi "Türkiye'yi kayırmak, coğrafi-askeri gücünü ve Avrupa Birliği'ne (AB) girme sürecini desteklemek" olsa dahi, Türkiye'nin coğrafi-askeri gücünü uluslararası hukuk ve tüzüğe tabi oluşu çok büyük önem taşımaktadır.
Plan, kimilerince Yunanistan - Türkiye - BM üçgeni dinamiğinin bir sonucu gibi sunuluyor. Ancak, durum bu kadar basit olabilir mi?
Kıbrıs açısından bakılacak olursa, onca yıldan sonra ilk kez, iki tarafın da ortak arzusu doğrultusunda, BM, onay ve diyalog temelinde oluşturulacak bir çözüm için, empoze eden bir güç olarak değil, arabulucu olarak adaya müdahale ediyor. Planı oluşturan anlaşmaların toplamının sonucu olan 9 bin sayfa bürokratik bir detay değil, Kıbrıs'ın durumuna verilen önemin bir göstergesidir.
Türk - Yunan ilişkilerindeki farkların boyutundan da öte, Avrupa'nın tam desteğini almış bir BM'nin şimdiki arabuluculuk çabası empoze eden bir süper güçten çok farklı şeyler göstermektedir bize: ilerde birbiriyle çatışmaya girebilecek farklı dini grupları benimsemiş, ama batı medeniyetini paylaşan iki topluluğun uzlaştırıcı, iki tarafın da yararına olacak bir çözümün coğrafi-askeri güç çerçevesinde değil, uluslararası hukuk çerçevesinde mümkün olabileceği.
Kökten dinciliğin, vermekte olduğu savaşı son yıllarda Batı'nın refah düzeyi yüksek eski güvenlik bölgesine taşıdığı andan itibaren; Avrupa, değerler sistemi ve mantık medeniyetini tehdit eden asimetrik bir tehditle karşı karşıya olduğu andan itibaren; Türkiye'nin şimdiki hükümetinin, ılımlı politik İslam'la ideal batılılaşma hissedarı halk sınıflarını ikna ettiği andan itibaren, Türkiye yalnızca askeri açıdan değil, kültürel açıdan da Batı'nın ortağı olduğunu kanıtlar.
Bu gerçek göz önüne alındığında, Türkiye'nin izleyen yıllarda sadece coğrafi-askeri güç olarak değil, politik olarak da güçlü bir rol üstleneceği gözardı edilemez. BM'nin Türkiye'yi uluslararası hukuk alanında kısıtlaması, yani AB'nin Kıbrıslı Türkler aracılığıyla Türkiye'ye Avrupa yasal çerçevesinde kısıtlama getirmesi, onu ebediyen kısıtlayacağı anlamına değil, bu fırsat sayesinde Türkiye'ye batılı yüzüne sahip çıkabileceği ciddi bir politik dinamik sağlayacağı anlamına gelir.
Tabii, coğrafi-askeri rolü ya da batılılaştırılmış İslam anlayışı adına değil, Avrupa'daki Sol'un Avrupa'daki değerleri hedef koyarak talep ettiği Avrupa değerleri adına.
Annan planını bu fırsat da elden gider veya AB ya da ABD bize kızar diye desteklemiyoruz. Annan planını destekliyoruz, çünkü her yolun denendiği şu çok hassas rastlantı çerçevesinde Sol'a hareket etme alanı açılmış bulunuyor. Sol'un vereceği bir mücadele var bugün, yarın bu alan epeyi daralmış olabilir.
Annan planını kabul ya da reddetmek politik senaryo oyunu değil (politik play station), geleceğimiz için talep ettiğimiz umutları daha da yükseğe çıkarma politikasıdır. Eğer bugün Sol yabancı güçlere (BM) bağımlı olmaktan korkuyorsa, bunun karşısında ne öneriyor?
Ne tür bir mücadele, kimlerle, hangi çerçevede? Özellikle de Sol'un, yine batı ürünü olan milliyetçilik, faşizm, mantıksızlık ve çıkarcılık karşısında, batı medeniyetinin, ulus ve demokrasi medeniyetinin, insan haklarının, aydınlanmanın, diyalektiğin, mantığın bir ürünü olduğu göz önüne alındığında.
Hatta Sol'un yıllarca gerek Kıbrıs, gerekse Yunanistan'da bize Türkleri ebedi düşman olarak görmeme beklentisini aşıladığı göz önüne alındığında.
Metafizik değil, ulusal düşüncenin doğru olduğunu öğrettiği, ulusal düşüncenin geçmişin hortlaması değil, bir mücadele geleneğinin devamı olduğunu öğrettiği, eylemciliği içinde ulusal şairin sözlerini güncelleştirdiği ("ulus, gerçek olan her şeyin ulusal olduğunu öğrenmeli [ÖĞRENMELİ]") göz önüne alındığında, güya anti emperyalistlik adına ulusal (mantıklı) düşünceyi mantıksızlığa teslim etmesinin, Sol'un müthiş bir gerilemesi anlamına geleceğini görmeliyiz.
Kıbrıs sorunu kaybedilmiş fırsatlar ve yanlışlar tarihi değildir. Mantığın, ulusal mantığın; milliyetçi mantıksızlık karşısındaki yenilgisinin tarihidir. Halklar arasında kan döküldüğünde, o zaman sadece iki yol vardır: ya savaşa ebediyen devam edilir, ya da düşünce birliğine varılır.
Avrupa, nehirler dolusu kan ve onlarca ölüden sonra farklı bir medeniyet şekillendirmeye yöneldi: sürekli bir mücadele gerektiren bir medeniyete, vatandaşları tetikte olan bir medeniyete: düşünce birliğine.
Tahrip edilmiş kiliselerin, göçün açtığı yaraların, şehitlerin ve işgal dolayısıyla yaşanan haksızlıkların itibarını mantıksızlık, metropolitlerin fanatik sözleri, ulus babaları, ya da "reel politik" mantığı iade etmeyecek.
Onların itibarını Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye sol güçleri sürekli bir mücadeleyle iade edecek. Çünkü emperyalizmle (AB, BM ve daha başkalarına karşı) yalancı direniş naraları atarak başa çıkılmaz. Emperyalizmle ait olduğumuz dünya ve medeniyet çerçevesinde (Avrupa medeniyeti) sürekli bir devrilme ve ittifak kurma çabasıyla başa çıkılır.
Sol, bugün ulusal düşünce birliği adına ikilemlere düşmemeli. Ulusal düşünce birliğinin koşullarını ilk kez olarak Sol kendisi belirlemeli.(YS/BB)
* cyprusmedianet.com sitesinden alıntıladığımız bu yazı, Politis gazetesinde yayınlanmıştı.