Şirketlerin Egemenliğinde Daha İyi Bir Hayat
Şirketlerin demokratik süreçlerin üzerindeki denetiminin G8 ülkelerinde benzersiz düzeylere ulaştığı düşünülürse, bu "istikrar", G8 için politika bağlamında, hayatı ulusötesi şirketler için kolaylaştırmak anlamına geliyor.
G8 dünyanın en güçlü ülkeleri arasında konsensüs yaratacak bir forum olarak oluşturuldu. Kimi politikalar hakkında, birbirlerinden ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, bütün G8 liderleri, Wasington Konsensüsü'nü, yani şirketlerin ticaretinin ve yatırımlarının önündeki bütün engelleri yıkmayı savunan siyasi duruşu, sorgulamaksızın bağırlarına basıyor.
Bu duruş, özel şirketlerin ve pazar sistemlerinin, kaynakların paylaşımında her zaman en etkin yolu bulacağı inancına dayanıyor.
Washington Konsensüsü'nün gelişimi, 1970'lerde Güney ülkelerindeki ulus devletlere meydan okuma arzusuyla şiddetlendi; bu devletlerin çoğu eski sömürgeci güçlere olan bağımlılıklarını azaltmak için merkezi planlama yöntemlerini benimsemişlerdi.
Aynı zamanda, güçlü sendikalar gibi, Kuzey'deki toplumsal hareketlere de meydan okumak niyetindeydi.
Öte yandan, iktidarda olanların, hem şirketlerin hem de devletlerin çıkarlarını koordine etmek için başkaca gayri resmi ağlar kuruldu; Dünya Ekonomik Forumu (WEF) ve Üç Taraflı Komisyon (Trilateral Commission) gibi. Bu arada, IMF ve Dünya Bankası gibi mevcut küresel kurumlar da, özeleştirmelerin ve deregülasyonların vasıtası haline geldiler.
1995'te, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ticaret ve yatırımların serbestleştirilmesinin ana motoru olarak kuruldu. G7'nin ilk dördü (Avrupa Birliği, ABD ve Kanada), WTO'daki ticarete dair müzakere pozisyonlarını Dörtlü Grup denen şey üzerinden koordine ettiler.
Dünya Bankası ve IMF'deki oyların yarısından çoğu G8 ülkeleri tarafından kontrol edilirken, Gleneagles zirvesi güçlü Batı hükümetleriyle şirketler arasında ticaret ve iş anlaşmalarının gidip geldiği, kesintisiz bir sürecin parçalarından biri olacak.
Şirketlerin G8'e doğrudan girişi
Şirket liderleri, 1995'ten bu yana G8'in yönetişiminde giderek artan bir çeşitlilikle yer alıyor. 21. yüzyıl Zirveleri için, hükümetlerle, STK'lerle, çok taraflı örgütlerle bir arada çalışarak Dijital Fırsatlar Gücü (Digital Opportunities Task Force), Yenilenebilir Enerji Gücü (Renewable Energy Task Force) ve Küresel Sağlık Fonu'nu (Global Health Fund) ortaya çıkarıp yönettiler.
Bu görev güçlerinin içinde, tanıdık bir şirket nüfuzu ve kazancının örüntülerini görüyoruz. Yenilenebilir Enerji Gücü'nün yöneticilerinden biri, Shell'in eski yönetim kurulu başkanı Mark Moody-Stuart'tı. 2002'de, Küresel Sağlık Fonu, ucuz jenerik alternatifleri dururken, yalnızca büyük şirketlerin patentli ilaçlarını vermekle suçlanıyordu.
Şirketler masada resmi bir sandalyeleri yoksa, nüfuzlu lobicilerini gönderirler. 2003 Evian G8 zirvesinden önce, altı güçlü uluslararası ticaret örgütü -aralarında Uluslararası Ticaret Odası (ICC) ve Avrupa Sanayicileri Yuvarlak Masası (ERT) da vardı- ilk kez bir araya geldiler ve G8 ülkelerinin, Dünya Ticaret Örgütü'nün 2001 Doha toplantısında verilen serbest ticarete dair sözleri tutmaları için baskı uygulamak üzere, ortak bir açıklama yaptılar.
Açıklama, aynı zamanda, bir yandan şirketlerin tutumlarının düzenlenmesine karşı, bir yandan da teknolojinin, özellikle de biyoteknolojinin öne çıkarılması için bir lobi çalışmasıydı.
Küresel ekonominin eşgüdümünde anahtar bir rol oynayan Paris merkezli ICC, G8 sürecine hep şevkle davet edilmiştir.
G8'in başkanı (ev sahibi ülkenin lideri; bu yıl Tony Blair), her zaman zirve öncesinde ICC başkanıyla toplantı yapar. 2005 yılında ICC başkanı Yong Sung Park; şiddetli bir sendika karşıtı olan ve nükleer enerji tesisleri de dahil olmak üzere enerji santralleri yapan Güney Kore inşaat şirketi Dosan Heavy Industries'in başı.
ICC'nin G8'e sunulan politikaları hiç de şaşırtıcı değil: WTO Doha görüşmelerinin hayata geçirilmesinden yana ve şirketlerin davranışlarının düzenlenmesine karşı.
G8 liderleri de, iktidardaki birçokları gibi, şirketlerin egemenliğindeki bir dünyanın yaşam standartlarını yükselteceğine ve istikrarlı ekonomiler getireceğine inanıyor.
Afrika ve iklim değişikliğine odaklanan G8 2005'in retoriği, "sürdürülebilirlik" veya "siyasi özgürlük ve refahın yükseltilmesi" gibi ifadelerle fazlasıyla yüklü.
Ancak, daha yakından bakarsak, Washington Konsensüsü yıllarının bize getirdiğinin, zenginle yoksul arasındaki uçurumun daha da arttığı, çevre yıkımının yaygınlaştığı ve daha çok değil, daha az siyasi özgürlüğün egemen olduğu bir dünya olduğunu görürüz.
G8'in bu apaçık sorunlara getireceği çözüm, şirketleri, kendi yarattıkları hastalığı tedavi etmeye çağırmak olacakmış gibi görünüyor. (CW/TK)
* Orijinali Corporate Watch UK'de yayınlanan bu yazıyı Tolga Korkut Türkçeleştirdi.