"Söyleyin dağlara rüzgâra
Yurdundan sürgün çocuklara
Düşmesin kimse yılgınlığa
Geçit vardır yarınlara" M.Mungan
Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim 2024’teki “Öcalan gelsin Meclis’te konuşsun” açıklaması sonrasında sanki hızlandırılmış bir “süreç” içindeyiz. Adını koyalım mı? Ne diyelim ? Samimi mi, gerçek mi, ne olacak? Olacak mı? derken, Bahçeli’nin açıklamasının 128. gününde Öcalan, “PKK silah bıraksın”, 130. gününde de PKK, "Ateşkes ilan ediyoruz” dedi.
Henüz 2013’te sıkça duyduğumuz “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” veya “Hasta mahpuslar serbest bırakılsın” gibi cümleleri duymadık fakat umut, tüm bu sürecin şeffaf ilerlemesi ve en nihayetinde laik, çağdaş cumhuriyetin tam bir demokrasi ile taçlandırılması ile sonuçlandırılması elbette.
Peki kadınlar olmadan tüm bu süreçler nasıl ilerler? Neye evrilir? Kadınlar olmadan barış masaları kurulursa ne olur?
İstanbul’da 22-23 Şubat tarihlerinde düzenlenen “Kadınlar Barışı Konuşuyor” çalıştayında kadınlar, barış mücadelesinin neden kadın mücadelesiyle iç içe olduğunu bir kez daha tartıştı. Sonuç bildirgesi, feminist hareketin savaş karşısındaki tarihsel duruşunu da hatırlattı: Kadınlar savaşın mağduru değil, karşısında duran ve barışı inşa eden aktörlerdir.
Çalıştayın en somut çıktılarından biri, “Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi”nin kurulması oldu. Çünkü kadınlar biliyor ki savaş sadece sınırları değiştirmez, sokakları, evleri, bedenleri de hedef alır.
Militarizm ve milliyetçilik yükseldiğinde, erkek şiddeti de artar. Bunu her coğrafyada, her dönemde gördük. Barışın olmadığı her yerde, kadınlar güvencesiz, yoksul ve şiddetin hedefinde.
Prof. Dr. Yakın Ertürk’e göre, kadınların müzakere masasında sadece bir temsiliyet meselesi olarak görülmesi, toplumsal cinsiyet adaletini sağlamakta yetersiz kalıyor. Kadınların barış süreçlerine katılımı ancak ataerkil yapıyı dönüştürecek düzenlemelerle anlam kazanabilir. Aksi halde, barış yine erkekler arasında yapılmış bir anlaşmadan öteye gitmez.
Kreş açmak kamu zararı mı?
Yine Prof. Dr. Yakın Ertürk’ün söylediği gibi gibi, savaşın toplumsal etkileri toplumsal cinsiyet rejimleriyle iç içe geçer. Savaş sadece cephede değil, gündelik yaşamda da sürer.
Mesela, kadın bedenleri ganimet haline getirilir. Cinsel şiddet bir savaş taktiği olarak kullanılır.
Ayrıca, kadınlar anadillerinde hizmet alamadığı için daha da dezavantajlı hale gelir. Kürt kadınları şiddete karşı koruma mekanizmalarına erişemediğinde, aslında savaşa karşı en savunmasız bırakılan kesim oluyor.
Yine, bütçeler militarizme ayrılırken kadınların hakları göz ardı edilir. Türkiye’de bütçenin yaklaşık %11’i savaşa ayrılıyor. Kreş açmak “kamu zararı” olarak görülüyor, ancak çatışmalara çok büyük bütçeler ayrılıyor.

Görüldüğü üzere barış, biz kadınlar için bir tercih değil, yaşamsal bir zorunluluk.
bianet erkek şiddeti çetelesi verilerine göre, Türkiye’de 2013 çözüm sürecinde kadına yönelik şiddet azalmıştı. Avrupa Birliği’nin demokratikleşme süreçlerinde de benzer bir eğilim görüldü. Bu bile bize şunu gösteriyor: Kadınlar yaşamak istiyorsa, barışın inşasında yer almak zorunda, zorundayız.
Kadınların barış süreçlerinden dışlandığı birçok örnekler de var ne yazık ki…Oysa Prof. Dr. Yakın Ertürk’ün de söylediği gibi kadınların savaş süreçlerinde oynadığı aktif rol barış süreçlerine taşınmadığında, adalet sağlanamıyor ve toplumsal dönüşüm eksik kalıyor.
Barış dediğimiz şey sadece çatışmaların bitmesi değil, toplumsal gerçek bir adaletin sağlanması. Çünkü savaşın en büyük mağdurları kadınlar ve çocuklar olduğu gibi, savaşsız bir dünyada en çok kazanan da kadınlar olacak.
Kadınlar için barış bir hayatta kalma meselesi. Erkek egemen savaş politikalarının karşısında, feminist bir barış inşa etmek zorundayız.
Bir kaç hatırlatma…

Öncelikle bu hafta insan hakları savunucusu Nimet Tanrıkulu hakim karşısına çıkıyor. 30 Kasım 2024'te tutuklandı ve Sincan Kadın Cezaevi’nde götürüldü. 4 Mart’ta İstanbul Adliyesi’ndeki ilk duruşma öncesinde yani pazartesi günü İHD’nin Beyoğlu Şubesi’nde basın toplantısı yapılacak.
Yine eğer gerçek anlamı ile eşit yaşamsal haklar üzerinden bir süreç ilerlerse sürekli olarak eşinin yanıdayken eşinin / partnerinin silahı ile intihar eden örneğin Yeşim Akbaş, örneğin Pınar Bulunmaz’a gerçekte ne oluğunu da öğreniriz. Hakikati öğreniriz. Bu iki davaya özellikle dikkat çekiyorum çünkü ikisindeki süreçler ve sanıkların durumları birbirine çok benzer. Ayrıca, Tuğba Yavaş için de benzer bir durum söz konusu…
Şiddetsiz, özgür yeni bir hafta gelsin.
(EMK)