"Türkiye ekonomisi savaşa ayırdığı mali kaynağı başka alanlara kaydırsa neler yapabilirdi?" sorusunu Sağlık ve Sosyal Hizmet çalışanları Sendikası (SES) soruyor.
23 Temmuz 2002 tarihli Dünya gazetesi Eko Analiz ekindeki "Gelecek yıl Bayındırlık ve Enerji'nin bütçesi kısılacak" başlıklı bir haber yayımlandı.
"2003 yılı için teklif edilebilecek azami ödenek miktarı" çizelgesine göre, konsolide bütçe 70 katrilyon, 77 trilyon, 904 milyar 964 milyon lira.
Bu tabloda, geneldeki yüzde 13.9 oranıyla, Milli, Eğitim Bakanlığı bütçesi 9 katrilyon, 759 trilyon, 815 milyar, 250 milyon; Sağlık Bakanlığı genel içindeki yüzde 4.5 oranıyla 3 katrilyon193 trilyon, 59 milyar 614 milyon olarak veriliyor.
Genel içindeki yüzde 14 oranıyla Milli Savunma Bakanlığı 10 katrilyon 293 trilyon 711 milyar 500, Jandarma genel Komutanlığı, yüzde 2.5 oranıyla bütçesi 1 katrilyon 819 trilyon 956 milyar 250 milyon lira olarak görülüyor.
Bu tabloyu, sağlık ve eğitim hizmetleri açısından yorumu, fonlar hariç, Milli Savunma Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı'nın bütçedeki yüzdesi 16.6 olurken, sağlık ve eğitim bütçeleri toplamı da yüzde 17.4 oluyor.
Eko Analiz'in haberinde, "gelecek yıl bu yıla göre ödeneği en fazla artan kuruluş ise Maliye bakanlığı olacak" diyor.
"Bu yılki ödeneği 10.7 katrilyon lira olan Maliye Bakanlığı'na gelecek yılki ödeneği için teklif edilecek
İç savaş koşullarında "Terörle mücadele" adı altında ayrılan paranın 1 günlük tutarı ile 8888 hekimin bir aylık maaşı ödenebilirdi,
* Bu 1 günlük parayla 740 yeni hekim 1 yıl boyunca istihdam edilebilirdi,
* Bu 1 günlük parayla sağlık bakanlığının hastanelerinde 230.000 hasta ameliyat olabilirdi,
* Savaşı 4 gün durdursaydı sağlık bakanlığının tüm hastanelerindeki tüm personelin 1 aylık maaşı ödenebilirdi.
* 2000 yılı bütçesinde yatırıma yani yeni iş olanakları oluşturmaya yarayacak olan kaynak sadece yüzde 5 iken, faize ayrılan pay yüzde 40, askeri harcamalara ayrılan oran yüzde 20'dir.
* Bütçeden eğitime yüzde 11.1, sağlığa 2.7 pay ayrılırken, silahlanmaya ayrılan oran yüzde 20.
* "Kara Delik" olarak gösterilen sosyal güvenlik harcamalarının GSMH'ya oranı yüzde 2.7 iken, silahlanmaya ayrılan payın GSMH'ya oranı yüzde 5.7. Bu oranla NATO'da en fazla silahlanan ülkeyiz.
* 2000'in verileri değerlendirildiğinde; ortalama olarak herkesin evine ayda 458 milyon liranın girmesi beklenirken, en zengin ilk yüzde 1'lik grubun aylık geliri 7 milyar 539 milyona ulaşmış, en alttaki yüzde 1'lik grup ayda 32 milyon lira ile yetinmek zorunda kalmıştır. Aralarındaki fark tam 236 kata çıkmıştır. 2002 verilerinde ise bu farkl 370'in üzerindedir.
* Oysa Türkiye seçimini savaştan yana yaptı onlarca yıldır. Savaş binlerce yurttaşının ölmesinin yanında elindeki tüm ekonomik kaynağı tükettiği için de kamu yararı gözeten kurumları desteklemedi aksine buraları "özelleştirme", "özerkleştirme", "vakıf" gibi uygulamalarla sermaye için kaynak alanı halinde getirdi. Başka söze gerek var mı!
*
Ülkeyi yönetenlerin, Türkiye'nin geleceğini nerede aradığını anlamamız bakımından bir diğer çarpıcı durum ise devletin bütçe politikasını kışla ile cami arasına çıkıştırmasıdır.
Diyanet Bütçesi 7 bakanlığın bütçesine eşittir. Bu yıl devlet Diyanet'e yarım katrilyonluk bütçe ayırdı.
* Diyanet bütçesi; Çevre Bakanlığı bütçesinin 18 katı,
* Enerji bakanlığının 6 katı,
* Çalışma Bakanlığı bütçesinin 9 katı,
* Ulaştırma Bakanlığı bütçesinin 4 katı,
* Turizm Bakanlığı bütçesinin 3.5 katı,
* Kültür Bakanlığı bütçesinin 2.5 katı,
* Sanayi bakanlığı bütçesinin 5 katı,
* Orman Bakanlığı Bütçesinin 3.5 katı,
* Bayındırlık Bakanlığı Bütçesinin 2 katıdır.
Ayrıca, bu bütçe faiz, rant ve savunma harcamalarıyla şekillendirilmiş insansız bir bütçedir. Toplumsal barış ve çalışma hayatını göz önünde bulunduran bir bütçe değildir.
Türkiye geleceğine dair kararı vermiş görünüyor. Türkiye'nin bilimde, sanatta, sporda, teknolojide gelişmiş ülkeler düzeyini yakalayabilmesinin tek yolu olan sağlığa ve eğitime yatırım yapmak yerine kışlaya ve camiye yatırım yapmayı tercih etmiştir.
Neo liberal polikaların küresel değerleri ve dünyanın sağlıksız resmi
Dünyada;
* 182 milyon çocuk aç,
* 800 milyon insan yeterli beslenemez durumda
* 1887'de dünyadaki mülteci sayısı 2.5 milyonken, bu rakam 1995 yılında 45 milyona ulaştı,
* dünyada 1 milyar fazla insan işsiz,
* 1.9 milyar insan sağlığa uygun içme ve kullanma suyundan mahrum,
* 880 milyon insan okuma yazma bilmiyor
* nüfusun yüzde 30'u yoksulluk içinde yaşıyor,
* yüzde 24'ü günde 1 dolarla yaşamını sürdürüyor
* her yıl 20 milyon insan açlıktan ölüyor,
* 15 milyon insan evsiz,
* on yılda savaşlar nedeniyle 3 milyon çocuk öldü, 10 milyon çocuk psikolojik travma geçirdi, 16 milyon çocuk savaş nedeniyle sakat kaldı ve 12 milyonu mülteci durumunda,
* 16 yaşın altında 100 çocuktan 25'i okula gitme şansına sahip değil,
* 2010 yılına kadar önlem alınmazsa 850 bin çocuk AIDS kurbanı olacak,
Evet bugün yaşamaya çalıştığımız dünya tüm teknolojik ve bilgi birikimimize rağmen ne yazık ki günden güne daha kirlenen ve sosyal sınıflar arası eşitsizlikleri daha da bozulan bir dünya!
"Daha fazla kar", "daha fazla pazar", "daha fazla piyasa ekonomisi", "daha az emek hakları", "daha az örgütlenme", "daha az sağlık hakkı", "mümkünse hiç sosyal güvenlik" ve "daha çok eşitsizlik ve baskı".
İşte son yirmi yıldır tüm insanlığa dayatılan değerler bunlardır.
SES sağlık politikalarının merkezine insanı koyan bir perspektiften yaklaşmaktadır.
Bu nedenle SES olarak sağlık sistemine ve sağlık hizmetlerine yaklaşımı belirlerken gerçekleştirmek istediği sağlık politikasındaki hedefleri şunlardır.
Sağlık hizmetlerinde önceliklerin toplumun temel gereksinimlerine göre belirlenmesidir. Bu nedenle kamu sağlık sisteminin ilkelerinin çerçevesinde yapılanma zorunludur.
Nedir bu ilkeler;
* GSMH'dan sağlığa ayrılan pay yüksek,
* Kişi başına düşen sağlık personeli ve hastane yatağı yüksek,
* Koruyucu sağlık hizmetleri ön planda,
* Sağlık hizmetleri merkezi olarak planlandığı için herkese eşit oranda ulaşma gayreti içinde,
* Halk denetimi var,
* Sağlık personeli arasında hiyerarşi değil işbirliği mevcut,
* Cinsel ayrımcılık yok,
* İş güvenliği var,
* Herkese eşit, nitelikli, ulaşılabilir ve ücretsiz sağlık hizmeti hakkı tanınıyor.
Yani GSMH'dan sağlığa ayrılan pay yükselterek, herkesin eşit koşullarda, ücretsiz, eşit, ulaşılabilir ve nitellikli koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetinden yararlanmasını sağlar. Sağlık ocaklarından hastanelere sevk sistemini işlevsel kılmayı savunur.
Kişi başına düşen sağlık personeli ve hastane sayısını bölgesel eşitlikler üzerinde artırmayı ve yatak sayılarını yükseltmeyi savunur.
Koruyucu ve tedavi edici birinci basamak sağlık sistemini ve sağlık hizmetleri ön planda tutar.
Sağlık sistemi ve hizmetlerindeki mevcut çok başlılığı ortadan kaldırarak, bunları tek bir çatı altında biraraya getirerek, merkezi yapıda sağlık planlanmasını gerçekleştirmeyi savunur.
Sağlık sistemini açık, şeffaf herkese eşit oranda ulaşma gayreti içinde olan ve halk denetimini ve katılımcılığını sağlayan politik bir pozisyonu savunur.
Sağlık personeli arasında hiyerarşi değil işbirliği ve kollektif üretim ve karar mekanizmaları içerinde çalışmasını ve karar alma süreçlerinde katılımını savunur.
Sağlık sisteminde cinsel ayrımcılığa karşı çıkar.
İş güvenliğini savunur,
Sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin grevli ve toplu sözleşmeli sendikal haklarını savunur. Ayrıca sağlık emekçilerinin çalıştıkları kurumlarda yönetimine ve denetimine katılabilme hakkını elde etmesini hedefler.
Sosyal güvenlik sistemindeki çok başlılığı, eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri ortadan kaldırarak, bunları tek bir çatı altında biraraya getirerek, merkezi yapıda sosyal güvenlik sisteminin planlamasını gerçekleştirmeyi savunur.
Herkese eşit, nitelikli, ulaşılabilir ve ücretsiz sağlık hizmeti hakkı tanır ve savunur.
Peki bu konuda düzenlenmesi gereken ve önceliği olan politikalar ne olmalıdır.?
Biz sağlık ve sosyal hizmet emekçileri olarak , sendikal örgütlülüğümüzle, tüm bu yanlış ve IMF direktifli programlara rağmen, bu genel manzaranın tüm yurttaşlar lehine değiştirmesi için mücadele etmeye kararlıyız.
Öncelikle;Sağlık ve sosyal hizmet alanlarındaki hizmetlerin, bireylerin en temel hakkı ve devletin asli görevi olduğu kabul edilerek, bu hizmetlerdeki kar esasının ortadan kaldırılması, bu hizmetlerin planlandığı, üretildiği, sunulduğu ve yönetildiği her yerde tüm sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin söz, yetki ve karar sahibi olmasını sağlayacak demokratik düzenlemelerin yapılması zorunludur. Bunun için evrensel insan hakları normlarına dayanan ve uluslararası hukuk ve sözleşmelerden doğan bütün halk ve özgürlüklerin, eksiksiz yaşama geçirilmesi sağlanarak:
İnsan Hakları Bildirgesinde ve Dünya Sağlık Örgütü Anayasasında yer alan "ırk, din, politik inanç, ekonomik ve sosyal durum farkı gözetilmeksizin herkesin erişebileceği en yüksek sağlık düzeyine ulaşması temel haklardan biridir." İlkesine her aşamada uyulacak sağlık politikası güdülmelidir.
- Yıllık bütçeden ayrılan yüzde 2-3'lük oran gelişmiş ülkeler seviyesine, yüzde 10-15 çıkarılmalıdır.
- Özelleştirme uygulamalarından ve özel sektöre teşvik verilmesinden vazgeçilerek, kamusal bir sağlık sistemi uygulanmalıdır.
- Sağlık hizmetinin planlanmasında, bölgeler arası farklılıklar gözetilerek, bunların nedenleri üzerinde durulmalı ve bu bağlamda uygulanan yanlış politikalardan vazgeçilerek, sağlık sorunlarının çözümüne ilişkin ciddi önlemler alınmalıdır.
- Sağlık hizmetinin tüm sektörlerin katkı ve katılımıyla başarıya ulaşabileceği düşünülerek, yerel yönetimler, özellikle koruyucu sağlık hizmetleri yönünde güçlendirilmeli ve teşvik edilmelidir.
- Personel açığı olan yerlerin açığı, Sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin, sürgün edilmesi ile değil, özendirilecek önlemler alınarak kapatılmalıdır.
- Temel sağlık hizmetlerinin birinci ayağını oluşturan sağlık evi, sağlık ocağı, ana çocuk sağlığı merkezleri geliştirilmeli, her yönüyle donatılmalıdır.
- Sağlık hizmetlerinin tüm yurtta erişilebilir, kaliteli, alt yapısı geliştirilmiş ve dengeli bir şekilde sunulması hedeflenmelidir.
- Acil sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi ve daha nitelikli verilmesi için, araç-gereç, personel desteği ve 112 istasyonları artırılmalıdır.
SAĞLIKLI YAŞAM HEDEFİNE ULAŞMA YÖNÜNDE SES'İN ÖNERİLERİ
Sağlıklı yaşamak tüm insanların hakkıdır. Ancak günümüzde sağlıklı yaşamdan yoksun olanlar, özellikle, yaşamak için işgücünü satmak zorunda kalan ücretli emekçilerdir. O nedenle önerilerde bu durum dikkate alınmalıdır.
Önerilerimiz::
1- Devlet , Sosyal güvenlik kurumlarından (SSK, Emekli Sandığı , Bağ Kur ve bazı işyerinde bulunan yardımlaşma sandıkları vb.) elini çekmelidir.
2- Sosyal güvenlik kurumları doğrudan emekçiler tarafından yönetilmelidir.
3- Sosyal güvenlik kurumları, sunduğu (Sağlık ve Sosyal Hizmet vb) hizmetleri ve bu hizmetlerin gerektirdiği ilaç, araç, bina ve personel eğitimi vb. ilke olarak kendisi üretmelidir. Bu nedenle, hükümetin sosyal güvenlik kurumlarını yalnızca hizmet satın alan ve devlet denetimindeki aracı kurumlar haline getirmesine karşı çıkılmalıdır.
4- Yaşam bir bütündür ve bu nedenle emeklilik ve sağlık sigortasının ayrılmasına karşı çıkılmalıdır. Bütün ücretli emekçilerin aktif çalışanları ile iş göremez halde bulunanların tümünü kapsayan (işsizlik, sakatlık, yaşlılık, hastalık, emeklilik, hamilelik vs) ve primleri işveren tarafından ödenen bir sigorta sistemi kurulmalı ve kurum sigortalılarca yönetilmelidir. SSK ve Emekli Sandığı bu sigorta sistemi bünyesinde bir araya getirilerek, tüm emekçiler sosyal güvenlik kurumlarında sigortalı sayılmalıdır.
5- Sigorta primleri birinci derecede öncelikli alacak olarak kabul edilmeli, yani iflas, tasfiye vb nedenlerden dolayı doğacak olan alacak davalarında, birinci derecede öncelik sigorta primlerinin olmalıdır.
6- Sigorta primlerinin yatırılmaması durumunda ise, emekçiler, topluca iş yavaşlatma, durdurma, grev gibi eylemler yapabilmeli ve bundan doğacak her türlü zarar sigorta primlerini yatırmayan işverenlerce karşılanmalıdır.
7- Niteliği gereği sağlık ve sosyal hizmet, günün 24 saatinde verilmesi gereken bir hizmettir. Bu nedenle gerekli hizmet birimleri , 24 saat aktif olarak hizmete hazır tutulmalıdır. Başta sosyal güvenlik kurumları olmak üzere; devlet hastaneleri, üniversite hastaneleri vb. sağlık ve sosyal hizmet kurumlarında çalışanların tam gün çalışmaları ve ikinci bir işte çalışmamaları sağlanmalıdır. Bu amaçla özel nitelikli bölümler hariç (röntgen, yoğun bakım vb.) günün 07-18 saatleri arası gündüz işi kabul edilip, günlük çalışma süresi 7 saat, bunun dışındaki saatler ise gece çalışması kabul edilip, normal çalışma süresi 5 saat olmalı ve işe geliş gidiş süreleri ile verilmesi zorunlu molalar (yemek, dinlenme vs) bu süreye dahil olmalıdır.
8- Sağlık kuruluşlarında özel muayene, Sur-time, gönüllü çalışma, döner sermaye, vakıf hizmetleri vb. uygulamalarına son verilmelidir.)
9- Sağlık hizmeti bir bütün olduğu için bu hizmeti üretenler arasındaki sağlıkçı, sağlıkçı olmayan ayrımına son verilmeli, tüm sağlık çalışanları sağlık hizmetleri sınıfına alınmalıdır.
10- Tüm emekçilerin; grevli - toplu sözleşmeli sendika hakkı olmalıdır.
11- Bütün işyerlerinde; sayı sınırı olmaksızın, bağımsız ya da birleşik işyeri çalışanları sağlığı ve iş güvenliği birimleri kurulmalıdır. İşyerlerinin sağlık ve iş güvenliği denetimi yetkisi çalışanları katılımı ile gerçekleşmesi gerekir.