Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder’e, 17 Mart 2013’te İstanbul Zeytinburnu’nda gerçekleşen Newroz kutlamaları sırasında yaptıkları konuşma sebebiyle "örgüt propagandası yapmak" iddiasıyla açılan davanın üçüncü duruşması bugün İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Demirtaş, tüm talepleri reddedildiği için reddi hakim talebinde bulundu. Mahkeme başkanı, reddi hakim talebinin duruşmayı uzatmak için yapıldığını, bir sonraki duruşmada Demirtaş’ın savunma yapmaması durumunda ise savunma yapmış olarak kabul edileceğine karar verildi. Duruşma, 16 Nisan 2018 tarihine ertelendi.
Demirtaş'ın duruşmadaki beyanını yayınlıyoruz.
İddianame yüzüme okunmadı, iddianame okunmadan önce benim usule dair bazı itirazlarımı belirtip buna bağlı taleplerimi ileteceğim. İddianame dışında başkaca bir şey bana tebliğ edilmedi.
Herkese teşekkürlerimi, selamlarımı sunuyorum
Öncelikle, görülmekte olan bu dava hakkımda açılmış Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamındaki ilk dava değil. 102 adet fezlekem TBMM’deyken, dokunulmazlıklarımız Anayasaya ve yasaya, Meclis içtüzüğe aykırı bir şekilde kaldırıldı. Fakat bu 102 fezlekenin tamamı davaya dönüşmedi. Asıl tutuklu olduğum dosya, Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017’ye 189 no’lu dosyasında 31 adet fezleke birleştirilerek tek iddianameye dönüştürüldü. O iddianamede 14 tane TMK 7/2’den açılmış dava var. O davalar dışında iki tane TMK/7’den davam var. Biri burada mahkemenizin gördüğü dava, diğeri de Elazığ Ağır Ceza Mahkemesindeki dava. İlk celsede Ankara 19 Ağır Ceza Mahkemesi, talebimiz doğrultusunda hem Elazığ’dan dosya istendi hem talebimiz üzerine Elazığ Ağır Ceza Mahkemesi dosyanın gönderilmesine karar verdi ve dosya Ankara’ya gönderildi.
Binlerce konuşma yaptım, bunların bir kısmına dava açıldı
Şimdi TMK kapsamında açılmış, münhasıran ana dosyamdan ayrı olarak görülmekte olan tek dava budur. Bu davanın hakkımda açılmış olan diğer davaların dosya içeriğiyle hiçbir farklılığı yoktur. TMK 7/2 kapsamında açılmış davadır. 14 fezlekem bir yerde birleştirilirken bu davanın ayrı görülmesi hem adil yargılama ilkesine hem de usule aykırıdır. Sonuçta adil bir kara çıkacaksa, bu 2013 yılında yaptığım bir konuşmadan dolayı bir davadır, 2012’de de konuşmalar yaptım, 2014’te yaptım, 14, 15, 16’da yaptım. Bu neden önemli? Ben siyasetçiyim, milletvekiliyim. Milletvekilliğimin 8 yılı eş genel başkan, 4 yılı da grup başkanvekili olarak geçti. Binlerce konuşma yaptım. Şimdi bunların bir kısmına dava açılmış durumda. Benim bu konuşmalarla ilgili bir bütün olarak savunmamı ortaya koyabilmem için davaların birleştirilmesi gerekiyor. 2013 yılında yaptığım ayrı bir konuşmanın ayrı bir dava olarak görülmesi, adil yargılamaya aykırı olduğunu belirtmek istiyorum.
Meclis kararını yüzüme okumanızı istesem dosyada Meclis kararı yoktur
Anayasanın 83/2. Maddesi aynen şöyle başlar: Hakkında Meclis kararı alınmadıkça milletvekilleri hakkında tutuklama, sorgulama, yargılama vs yapılamaz. Bu maddede önemli olan kısım şurası: Meclis kararının olmaması. Şu anda heyetinizden Meclis kararını yüzüme okumanızı istesem dosyada Meclis kararı yoktur. Yani dosyanızda bir TBMM’den alınmış Meclis kararı olmadan bizi yargılıyorsunuz. Anayasa 83/2 çok açık ve net bir şekilde, alternatifli değil, ve-veya şeklinde değil; net bir seçenek sunmuştur: “Meclis kararı alınmadıkça”.
Anayasanın 83. Maddesi olduğu yerde duruyor
Muhtemelen dosyanızda, 6718 sayılı, 20.05.2016 tarihinde yazılmış Anayasa’ya ek 20. Madde değişikliği vardır. Meclis kararı yoktur. Sizin elinizde bir kanun var. “6718 sayılı kanuna göre dokunulmazlığı kalkmıştır ve biz sizi yargılayabiliriz” diyorsunuz. Bir milletvekili olarak kanunla tanımlanmış dokunulmazlığımız olduğu için ve önünüzde bir kanun maddesi olduğu için, biz bu kanun maddesine bağlıyız ve sizi yargılayacağız diyorsunuz. Elbette mahkemeler çıkan kanunları uygulamak zorundadır. Ama sizin elinizde olan 6718 sayılı kanun var, benim elimde anayasa var. Anayasanın 83. Maddesi olduğu yerde duruyor. Normlar hiyerarşisine göre sizin 6718 sayılı kanunu değil, Anayasayı esas almanız lazım. Anayasa 83/1 değişmedi, değişmiş olsaydı yani maddenin kendisi değişmiş olsaydı ya da maddenin kendisi kaldırılmış olsaydı, kanun koyucunun o yetkisi var, Anayasayı tümden de değiştirebilir, ilk 4 madde hariç değiştirebilir ama 6718 sayılı dokunulmazlığımızın kaldırıldığı kanun bir Anayasa değişikliği değil. Dolayısıyla 83/1 ve 2. Maddeler olduğu gibi duruyor. Şu anda da duruyor. Kanunu açsan olduğu yerde duruyor.
Anayasaya, yasaya, Meclis içtüzüğüne aykırı bir şekilde yapılmış bir işlem
Siz 6718 sayılı yasaya göre dokunulmazlığımızın kaldırıldığını iddia ediyorsunuz. Ben de diyorum ki Anaysa 83/1 halen duruyor. Amir bir hüküm olarak hem size hem bana şunu söylüyor: Bir parlamenter olarak bana hakkımı yani milli iradenin tesisini korumak konusunda da bir talimat veriyor, size de yargı makamı olarak açık bir talimat veriyor. Diyor ki; seçimden önce ya da sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili Meclis’in kararı olmadıkça tutuklanamaz, sorgulanamaz, yargılanamaz vs. Peki Meclis kararı ne diyor? Onu da konuşmamız lazım çünkü talebim doğrudan bununla bağlantılı olduğu için özellikle bu hususun altını çizmek istiyorum. Parlamento iki şekilde kendi iradesini açık eder, irade beyanında bulunur. Biri karar almaktır, biri kanun yapmaktır. Şimdi hem parlamento hem anayasa hukuku açısından bunlar son derece kritik. İzah edeceğim ve açıklayacağım şekilde göreceksiniz ki Anayasa’ya, yasaya, Meclis iç tüzüğüne aykırı bir şekilde yapılmış bir işlem, geçersiz.
Kişiye özgü kanun yapılmaz
Meclis karar alabilir. Meclis kendi iç işleyişine, içine dönük kendi faaliyetlerine dönük ya da tek tek üyeleri ilgilendiren, belirli şahısları ilgilendiren konularda karar alır, kanun yapmaz. Neden, çünkü kişiye özgü kanun yapılmaz. Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olur. Örneğin Meclis kararlarından birkaç örnek vereyim. Yüksek yargıya parlamentoda, parlamentonun yetkisi dahilinde olan üye seçimi yapılıyor. Adayların ismi belirleniyor. İsmen belli; Hakim Ayşe Hanım Hakim Ahmet Bey. Parlamentoda bununla ilgili kanun yapamayız. Biz bir kanun çıkararak filan hakimleri Sayıştay üyesi olarak seçtik diyemeyiz. Kanunla yapamayız. Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı. Nasıl yaparız, karar alırız. Parlamento kararı. Çünkü kendi iç işleyişine dönük bir işlem tesis ediyor. Bunun dışında parlamento iç tüzüğü bir kanun değildir. Karar alır, değişikliği de kararla yapar ve yürürlüğe girmesi cumhurbaşkanının onayına tabi değildir. Başka Meclis kararları tabi ki tabidir. Bunlardan biri de dokunulmazlığın kaldırılmasıdır. Dokunulmazlığın kaldırılması Meclis kararıyla alınır. Kanunla yapılamaz.
Anayasa Mahkemesinin geçmiş yıllarda da buna benzer aldığı kararlar var. Örneğini vereceğim ve hatırlatmasını ilgili Anayasa Mahkemesi kararından da yapacağım. Fakat her birimiz yürürlükteki Anayasa’ya ve kanunlara saygılı ve bağlı kalacaksak ki ben şu anda kanun koyucu iradeyim, milletin iradesini temsil ediyorum, en fazla kanunlara, Anayasa’ya saygılı olması gereken biziz. Eleştiririz fakat saygı duyarız. Fakat beni yargılayacak veya Silivri’deki arkadaşları yargılayacak mahkemelerin de yürürlükteki Anayasa’ya saygılı olması lazım. Ortada bir Meclis kararı yok. Meclis kararı olmadan sizler bizi yargılamaya devam ediyorsunuz.
Dokunulmazlığımızın kaldırılması işlemi açık aleni bir şekilde yürütmenin onayı ile olmuştur
Meclis kararının özelliği şudur: Cumhurbaşkanının onayına tabi değildir. Bu neden önemlidir. Dokunulmazlık dediğimiz müessesenin yani milletvekilleri görevimi ifa ederken halktan aldıkları, milletten aldıkları temsil yetkisini parlamentoda yürütmenin veya yargının baskısı olmadan kullanabilmek için neredeyse 300 yıldır dokunulmazlık müessesesi tüm parlamenter sistemlerde genişleyerek milletvekillerini koruyan bir mekanizma olarak varolagelmiştir. Bu öylesine bir koruma mekanizmasıdır ki yürütme asla bu konuda müdahale edemez. Meclis karar alıp da resmi gazetede yayımlandığı an yürürlüğe girer. Cumhurbaşkanının onayına sunulmaz. Oysa kanunlar ve Anayasa değişiklikleri cumhurbaşkanı onaylamadan yürürlüğe girmez. Cumhurbaşkanı Anayasaya göre yürütmenin başıdır. Yürütme, kanun yapma sürecine dahil olur. Yürütmenin başı cumhurbaşkanı aracılığıyla kanun yapma sürecine onay anlamıyla dahil olur. Oysa Meclis kararına dahil olamaz. Meclis kararı parlamentonun özel olarak kendine münhasır alabildiği kararlardır. Dokunulmazlık da işte böyledir. Peki, bizim dokunulmazlıklarımızı kaldıran 6718 sayılı yasa kimin onayına sunulmuştur? Yürütmenin, cumhurbaşkanının onayına sunulmuştur. Dolayısıyla dokunulmazlığımızın kaldırılması işlemi açık aleni bir şekilde yürütmenin onayı ile olmuştur. Oysa dokunulmazlığın varlığının kendisi yürütmeye karşı yasamayı korumak amacıyla oluşturulmuş bir mekanizmadır. Dokunulmazlığın özü buna gark edilmiştir, esası gark edilmiştir.
Biz dokunulmazlığın arkasına sığınarak siyaset yapmadık
Biz dokunulmazlık kaldırılmasın demiyoruz. Hatta Anayasa 83/2’nin tümden kaldırılması lazım. Önerilerimiz buydu. Dönemin Anayasa Komisyonu üyesi sevgili hocam Mithat Sancar, teklifimizi en iyi şekilde savundu, Genel Kurulda da savundu. Biz dokunulmazlığın tümüyle kaldırılmasını talep ettik. Biz dokunulmazlığın arkasına sığınarak siyaset yapmadık. Yargılanmaktan da çekinmedik. Söylediğimiz, yaptığımız hiçbir şeyi, “yapmadık, etmedik” mırın kırın etmeden arkasında durduk. Derdimiz yargıdan kaçmak değildi. “Parlamentonun iradesine yürütme eliyle müdahale edildi” dedik. “Açık bir şekilde milletin iradesi gasp edilmiştir” dedik. Kanun dışı bir şekilde milletvekili arkadaşlarımın milletvekillikleri düşürülmektedir.
Bu yargılamaların derhal durdurulması lazım
Bu yargılamaların derhal durdurulması lazım. Dosyanızda Meclis kararı olmadan bana soru bile soramazsınız. Sizin yargı yetkiniz olmadığı için değil, dosyada işlem tamamlanmadığı için. Yoksa her mahkemenin yargı yetkisi var. Dokunulmazlığımız usulüne uygun kaldırılır, biz de geliriz, sıradan yurttaşlar gibi burada savunmamızı yaparız. Karar neyse de saygı duyarız. Bundan kaçmıyoruz. Ama bize açık, aleni bir şekilde ayrımcılık yaparak hele de milletvekilleri hedefe konularak, ismi zikredilerek, tek tek 135 milletvekili ismen belli olacak şekilde kanun çıkartmak, aleni bir şekilde Anayasa ihlali yapılmıştır.
Neden tenezzül edildi?
Kanunla yapılmış dokunulmazlık kaldırılmasının tarihimizde tek örneği 20 Mayıs 2016’da yapılandır. Neden buna tenezzül edilmiştir? İşte Parlamentoda 550 dokunulmazlık fezlekesi var, tek tek kaldırmak uzun sürer, biz bunun için kısa bir yol bulalım, Anayasa’ya da aykırı olabilir ama kimse Anayasa Mahkemesine götürmezse de inceleme olmaz. Böylece HDP milletvekillerini içeri atarız. Bir kısmının da milletvekilliklerini düşürürüz. Böylece muhalefeti baskı altına alırız.
Anayasa Mahkemesinin kararını size okumak istiyorum. Dokunulmazlık nedir, dokunulmazlığın kaldırılma sürecindeki kriterler nedir? Anayasa Mahkemesi ret kararları var elimde. Diyor ki Anayasa Mahkemesi; Bir dokunulmazlık fezlekesi kaldırılırken şu 4 hususa dikkat edilir, bu anayasa Mahkemesi kararıdır ve Anayasa Mahkemesi kararıdır ve Anayasa Mahkemesi kararları mahkemeyi de bağlar parlamentoyu da bağlar, parlamentoya yol gösterici bir referans karar olarak ayrıca, şu anda parlamentoda, şu anda parlamento kanunla kararlar dairesi tarafında basılıp milletvekillerine dağıtılmış, yol gösterici belge niteliğindedir. Diyor ki, şuna dikkat edeceksiniz: Kaldırılması istenen dokunulmazlık fezlekesi nispi dokunulmazlık kapsamında mıdır yani 83/2 kapsamında mıdır; mutlak dokunulmazlık kapsamında mıdır? Buna bakacaksınız diyor önce. Kime diyor? Meclis Anayasa Adalet Komisyonlarından oluşan karma komisyona diyor. Onu oluşturması gereken hazırlık komisyonuna diyor. Eğer ki söz konusu fezleke ilgili milletvekilinin daha önce parlamento çatısı altında yürüttüğü faaliyetlerden birindeki konuşmaları kapsamında bir konuşmasıysa, bir düşünce açıklamasıysa, velev ki ağır suçsa dokunulmazlık mutlaktır, sınırlanamaz, kısıtlanamaz ve o milletvekili hakkında asla soruşturma yürütülemez. O fezlekeyi geri göndermek gerekir. Anayasa Mahkemesi diyor.
Komisyon aşamasında reddedilmeliydi
İkinci, şuna bakacaksınız diyor: İlgili milletvekili hakkındaki suçlama ciddi mi, değil mi? Yani siz bir milletvekilini niye yargılıyorsunuz? Dokunulmazlığını kaldıracaksınız, peki, savcının hazırladığı fezleke ile yürüttüğü soruşturma ile ciddi bir suç yani milletvekilliği bitmeden acilen yargılanmasını gerektiren bir suç isnadında mı bulunuyor yoksa “yahu bu suçla ilgili milletvekili dönem sonunda da yargılansa olur” mu? “Kamuoyu vicdanının ya da adaletin bu konuda sekteye uğraması ya da zarar görmesi söz konusu değil” diyebilirsin ve yine ciddi görmeyip suçlamayı ve dokunulmazlığın kaldırılmasını komisyon aşamasında reddedebilirsiniz. Etmeniz lazımdı. Anayasa Mahkemesi diyor ki, “ben de bu kriterlere bakarım”.
Üçüncü kriterim şudur diyor: “İlgili milletvekilinin onur ve şerefine yönelik bir saldırı söz konusuysa”, aynen bunu söylüyor. Oradaki milletvekili bir kişi değil mi? Korunması gereken milletin iradesi. Milletvekilini beğenirsin, beğenmezsin. Şu partinin görüşü öyle, öbürü kötü, bu çok iyi. Anayasa buna bakmaz, kanun da bakmaz, hak ve özgürlükler de buna bakmaz. Anayasa Mahkemesi her milletvekilinin onur ve şerefini koruyacak şekilde dokunulmazlığı kaldırma sürecine başlanır.
Dördüncü kriterim de şudur diyor: Dokunulmazlık kaldırılırken acaba siyasi saik var mıdır, siyasi amaç güdülmüş müdür? Bunu sezersem iptal ederim diyor. Ve Selim Sadak’ın 3 fezlekesinin iptaline karar vermiş. Gerekçe: “TMK 7/2, eski TCK 159’dan düzenlenen fezlekeyi usulüne uygun kaldırın” demiş. Öyle kanun falan değil, Meclis kararı. “Konuşma suç mu, değil mi buna bakmıyorum” diyor. Ama “TCK 159’dan bir milletvekilinin TC Hükümetinin manevi şahsiyetini aşağılaması suçlaması ciddi bir suçlama değildir, acelesi yoktur” dedi. “Ben bunu iptal ediyorum, bununla ilgili milletvekilini yargı karşısına çıkaramazsınız. Bekleyin dönem sonunda yargılayın” demiştir. Karar burada.
Bahsettiğim esas kısmı, usul kısmına girmedim. Usulden de inceler AYM. Çünkü TBMM’nin 3 kararını Anayasa Mahkemesi denetleyebiliyor. Geri kalanların hiçbirini AYM denetleyemiyor. Milletvekilliği düşmesi kararı, dokunulmazlığın kaldırılması kararı ve Meclis iç tüzüğü. Bunları Anayasa Mahkemesi denetleyebiliyor. Bunun dışında hiçbir kararı Anayasa Mahkemesi denetleyemiyor. Meclis kararı, o kadar güçlüdür. Ama milletvekilleriyle ilgili dokunulmazlık kararını denetleme hakkına sahiptir.
Neden? Burada siyasi saik görmüş olabilir, ilgili muhalefet partisi baskı altına alınmış olabilir, yargı Parlamentoyu baskı altına almak istemiş olabilir vs. Bu nedenle, AYM’ye bu konuda denetim yetkisi verilmiştir. Milletvekilleri, kendi dokunulmazlık kaldırılması kararını AYM’ye götürüp iptal davası açabilir. Neyin iptal davası? Meclis kararının. Peki biz bunu yapabildik mi? Hayır. Çünkü ortada bir Meclis kararı yok, kanun var. Peki kanunun iptalini kim isteyebiliyor? Ya Cumhurbaşkanı ya Hükümet ya ana muhalefet partisi ya da 110 milletvekili imza toplayıp, kanunun iptali için AYM’ye gidebilir. Bunun dışında tek yol, somut norm denetimi, yerel mahkeme aracılığıyla AYM’ye gönderilmesidir.
Anayasa suçu işlenmiştir
Biz, 110 imzamız yoktu ama 70 imzayla AYM’ye başvurduk. Dedik ki, sizin 1991 yılında almış olduğunu bir karar var. OHAL KHK’sini denetlediniz, dediniz ki, ben zarfa bakmam mazrufa bakarım, başlığa bakmam. Parlamento olarak sen bir şeyin başlığını OHAL KHK’si yazsan da ben içeriğine bakarım. Eğer o OHAL KHK’si değilse ben onu incelerim dediniz ve incelediniz. Şimdi diyorum ki başvurumuzda, her ne kadar bunun ismi bir kanun olsa da, biz bunun Meclis kararı statüsünde ele alınmasını ve bireysel başvuru hakkımızla iptal edilmesi için size başvuruyoruz. Ve AYM, 70 imzayla yapılan başvuru için hayır dedi, bu bir kanundur, 6718 no’lu kanundur; bu bir Meclis kararı değildir. Meclis kararı olsaydı tek tek başvurabilirdiniz. Ama kanun olduğu için 110 imza lazım. Ben bunu bu nedenle görüşemiyorum. İmza eksik olduğu için, yetersiz olduğu için reddediyorum dedi. Ve bunu kendi kararında da kanun olarak tanımladı. “İptali talep edilen kanun hükmü okunup incelendikten sonra gereği görüşüldü, düşünüldü…” AYM’nin kararı.
Dolayısıyla bu bir Anayasa değişikliği değil, bir kanun. Bu nedenle, bizim dokunulmazlığımızın kaldırılması aşamasında Meclis kararı yerine kanun çıkarıldığı için, Meclis kararı olarak alınsaydı bizim bazı haklarımız olacaktı. Neydi onlar? Her fezleke için ayrı ayrı karma komisyonda, hazırlık komisyonunda ve Genel Kurulda, her fezleke için süre sınırı olmaksızın kendimizi savunma hakkımız olacaktı. Çünkü milletvekilinin savunma hakkı sanık sandalyesinde değil, Mecliste başlar. Milletvekili kendi derdini önce parlamenterlere, çalışma arkadaşlarına anlatır. Der ki şu fezleke şudur; ciddi mi değil mi, sorumsuzluk kapsamında mı, orada denetlenir. Eğer bütün aşamaları geçerse Genel Kurulda da yine süre sınırı olmaksızın milletvekili kendini savunur, ama oylamada karar yeter sayısına ulaşılırsa karar çıkmış olur, buna karşı da AYM’ye iptal başvurusu yapma hakkı olur; her fezleke için ayrı ayrı. Şimdi bakın, açık bir Anayasa suçu işlenmiş, Anayasa suçu. Suç. Milletin iradesi gasp edildi. Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı inkar ediyor fakat kendisi, bunun Anayasaya aykırı olduğunu ifade etti. Yürütmenin başı emir vermiş, acele bir şekilde çıkaracaksınız demiş. Yapacak bir şeyimiz yok, bulabildiğimiz formül bu, birileri AYM’ye götürmezse iptal olmaz, biz de bu işi böyle kotarırız dediler. Ana muhalefet partisinin başkanı açıkça, “Anayasaya aykırıdır, yine de evet vereceğiz” dedi.
Yani dünya alem, herkes ayrı bir şekilde bunun farkında fakat ne hikmetse bizim mahkemelerimiz bunu ciddiye almıyor. Bizi şaşırtan durum bu. Bu mahkemenin esası çok önemli; milli iradenin, halkın iradesinin gasp edilmesine dairdir. Suçlanmamızdan daha ciddi bir meseledir. O nedenle bu konuşmam, esastan çok daha önemlidir.
Anayasayı tanımayanlar, TCK’deki iki maddeyi ihlal ettiğimiz gerekçesiyle bizi yargılıyor
Peki, Anayasa tanınmıyor. Meclis kararları tanınmıyor. AYM kararları tanınmıyor. Fakat bunları tanımayanlar, bizi TCK’deki bir iki maddeyi ihlal ettik diye yargılıyorlar. Ya Anayasa ihlal edilmiş. Bizim önce Anayasayı korumamız lazım. Bunları güvence altına alan, şunun bilinmesi açısından söylüyorum, AYM’ye götürürsek ve iptal ederse dokunulmazlık kanununu, biz kendimiz dokunulmazlığımızın 83/2’ye uygun, usule uygun bir şekilde kaldırılmasını isteyeceğiz ve gelip burada yargılanacağız. Asla çekinmiyoruz, korkmuyoruz. Başka suçları olanlar korkabilir, bilemeyiz. Ama biz, söylediğimiz her şeyin arkasında durarak bugünlere geldik.
Şimdi, mahkemenizden bu yönlü ikinci talebim; iki şekilde karar alabilir mahkemeniz. Birincisi, “Ben bu kanunun Anayasaya aykırılığı iddiasını ciddi buluyorum. Bu sıradan bir konu değildir. Mesele milletin iradesi meselesidir ve açık bir Anayasa ihlali yapılmıştır” diyerek durma kararı verip, AYM’ye iptal istemiyle başvurabilirsiniz. İkinci seçenek şudur -mahkemeniz yapabilir, talep ediyorum- AYM’ye iptal davası şeklinde götürmeyip “Mevcut haliyle dokunulmazlığın devam ettiğini tespit ettim.” Dokunulmazlığın, usulüne uygun bir şekilde Meclis kararıyla kaldırılması için, dosyayı TBMM Başkanlığına iade edebilirsiniz. Diyebilirsiniz ki “Ortada Meclis kararı yok. Yargılama aşamasında bu fark edildi, ciddiye alıyoruz. Dokunulmazlığı usulüne uygun olarak kaldırıp dosyamızı tekrar gönderin. O zamana kadar durdurma kararı veriyorum” diyebilirsiniz. Bu ikisi de mümkün. Çünkü siz bizi yargılamaya devam edeceksiniz ama halen elinizde bir Meclis kararı olmadan yapmaya devam edeceksiniz.
Hakkımda 102 fezleke hazırlanmış 102’si de konuşmalarımdan
Şimdi, buraya kadar belirttiklerim Anayasa 82/2’ye dair taleplerimdi. Bir de Anayasa 83/1 var ki, mutlak dokunulmazlık. Biraz önce ifade etmeye çalıştığım dokunulmazlık nisbi, geçici dokunulmazlıktır. Kaldırılabiliyor, sınırlandırılabiliyor, işte bugün olduğu gibi sınırlandırıldığı iddia edilse de yargılanabiliyoruz. Bir de asıl, milletvekilinin söz söyleme, siyaset yapma, Parlamento içine ve dışında sınırsız bir şekilde, AİHS’nin ve Anayasanın, yasalarımızın tanıdığı ifade özgürlüğünü aşan, sınırsız bir şekilde ifade özgürlüğünü güvence altına alan 83/1 var. İşte o sınırlanamıyor, kaldırılamıyor. Ömür boyu da devam ediyor. Milletvekilliği bitiyor ama Parlamentoda yaptığımız konuşmaların dışarıda tekrarlanmasından dolayı ömrünüz boyunca da suçlanamıyorsunuz, sorumlu tutulamıyorsunuz. Buradaki kavram önemlidir, Anayasada şu şekilde ifade edilmiştir, diyor ki, sorumlu tutulamaz. Bu şu demektir; soru sorulamaz, suç isnat edilemez, fezleke düzenlenemez, iddianame hazırlanamaz.
Bu konuda geçmişte de soruşturma makamları ciddi hatalar yaptılar. Araştırma yapmadan, milletvekiliyle ilgili Parlamentoda herhangi bir soruşturma yapılmadan bazı fezlekeler düzenlendi. Bu konu Parlamentoda gündeme geldi ve 2011 yılında, 100/1 no’lu, Adalet Bakanı Sadullah Ergün imzasıyla yayımlanmış bir genelge var. Tüm soruşturma makamlarına hitaben yazılmış bir genelge. Diyor ki bu genelgede, “Hazırlayacağınız fezlekelerde suç konusu veya iddia konusu konuşmalar sorumsuzluk kapsamında mı değil mi, buna bakmadan fezleke düzenlemeyin. Böyle fezlekeler geliyor bize, Anayasa 83/1’e aykırıdır, son dönemlerde artık şikayet konusu oldu, dolayısıyla buna dikkat edin” diye bir genelge yayımlıyor. 100/1 sayılı genelge.
Hakkımda 102 fezleke hazırlanmış. 102 fezlekenin 102’si de konuşmalarımdan. Tamamı. Bir milletvekili konuşmayla ilgili suçlanacaksa 83/2’ye bakılmaz. Çünkü 83/2 fiillere dairdir. Yani yaralama, hırsızlık, rüşvet… Bu tür bir fiil, eylem söz konusuysa 83/2’deki nispi dokunulmazlık kapsamına girer onun kaldırılması için Parlamentodan fezlekeyle talepte bulunulur.
Meclis kürsüsünde aleni bir şekilde yapılan bir konuşma suçlama konusu yapılamaz
Ama bir milletvekili bir eylem, bir fiil değil de konuşmayla ilgili yargılanacaksa yapılması gereken ilk şey, Parlamentoya yazı yazılarak, ilgili milletvekilinin milletvekilliği yaptığı süre dahilinde Parlamento içinde, grup toplantısında, Genel Kurulda, komisyonlarda, Parlamento adına yurt içinde yurt dışında yaptığı çalışmalarda, Parlamentodaki basın toplantılarında yaptığı konuşmalarının tamamını gönderin, karşılaştırmamız lazım. Çünkü savcılık bir konuşmanın suç olduğunu düşünüyorsa Anayasa 83/1, bunun kovuşturulmasına izin vermeyebilir. Ve doktrinde, bazı Yargıtay kararlarında ve AYM’nin Refah Partisi ile AKP kapatma davaları kararlarında sorumsuzluk meselesi detaylı bir şekilde incelenmiştir.
Meclis kürsüsünde aleni bir şekilde yapılan bir konuşmadaki ifadeler -Meclis Başkanlık Divanı tarafından tutanaktan çıkarılmamışsa- suçlama konusu yapılamaz. Peki ya oradan bir cinayete teşvik etti diyelim. Hiçbir savcı bunu soruşturamaz. Bu bir kovuşturma şartıdır.
Neden? Neden mutlak dokunulmazlık 300 yıldır parlamentolarda var? İlk çıktığında krala karşı, dönemin iktidarlarına karşı, padişahlarına karşı parlamentoyu korumak için, parlamenterler fikirlerini açıklarken "ya işte bunu söylüyorum ama başıma bir şey gelir mi, yarın öbür gün yargılanır mıyım” korkusu duymasınlar, özgür konuşsunlar ve bu özgürlük öyle bir özgürlük olsun ki, sokaktaki yurttaştan daha fazla olsun. Çünkü, bireylerin kolektif iradesini temsil ediyor bu milletvekili. O nedenle, milletin söz söyleme hakkına sınır çizilmemelidir denilmiştir. Ve mutlak dokunulmazlık, sorumsuzluk kavramı geliştirilmiştir.
Sorumsuzluğumuz incelenmeden fezleke hazırlanıyor. Hadi fezleke hazırlandı, savcı hata yaptı. Genelge var 2011’de, bunu dikkate almadı. Almasına da gerek yok, Anayasa 83/1, orada yazıyor. Hata yaptı, tamam. İddianameyi hazırlayan savcının görmesi lazım. “Bu milletvekili konuşma yapmış, ben bir milletvekili konuşma nedeniyle suçlayacaksam Meclise sormadan, ne kadar konuşması varsa hepsini isteyip karşılaştırma yapmadan dava açamam” demesi lazım.
Fakat bırakın sorumsuzluğu, hiçbir soruşturma yapmamış. CD çözüm tutanağını bile bulamamış. Çalakalem hazırlanmış bir polis çözgü tutanağı… Bilirkişi raporu yok, bir şey yok, bu konuşmanın yapılıp yapılmadığı belli değil. Böyle bir iddianame hazırlanmış. Eksik olur, yanlış olur. Herkes iyi hukukçu olmayabilir veya başka saiklerle hareket edildi, bilemem. Fakat, mahkemenizin 15 gün içinde iddianameyi iade yetkisi var. Bakırköy ACM, demek ki iddianameyi daha hiç incelemedi ya da “83/1 bizi ilgilendirmez” diyor. “Biz Anayasayı tanımıyoruz” dedi ve iddianamemi olduğu gibi kabul etti.
İçinde tek bir tane Meclis konuşmam yok
Buraya kadar da anlaşılırdır. Bakın, kaç aşama geçti, buraya kadar da anlaşılırdır. Benim olmadığım geçen celsede avukat arkadaşlarım talepte bulundular. Diyorlar ki, sorumsuzluk kapsamındadır, incelenmesini istiyoruz ve siz ara kararınızda “Dosya ayrıntılı olarak incelendiğinde sanıklar tarafından söylenen sözlerin Anayasanın 83. Maddesinde belirtilen yasama dokunulmazlığı ve sorumsuzluğu kapsamında bulunmadığı…” “Dosya ayrıntılı olarak incelendiğinde.”
Şimdi bu dosyayı bir gün değil bir yıl ayrıntılı olarak incelediniz. İçinde tek bir tane Meclis konuşmam yok. Siz de istememişsiniz, savcı da istememiş. 12 yıllık milletvekiliyim, Mecliste hiç yapmadıysam bin tane konuşma yapmışımdır, bin tane. Hangi birini isteyip incelediniz ki sorumsuzluk kapsamına girmediğine karar verdiniz? Çok ilginç.
Bugüne kadar yaptığım bütün konuşmaların dökümü yapılmıştır. Grup toplantısında, Genel Kurulda, komisyonlarda, basın toplantılarında… Bugüne kadar bu konuyu, bu kadar incelemeye gerek duymadan reddeden tek mahkeme sizsiniz. Asliye ceza mahkemelerinin tamamı ya ilgili konuşmayı Parlamentodan istedi, kimisi bilirkişiye gönderdi, incelensin dedi. Bir mahkemede bile reddedilmedi. Hepsi incelemeye aldı. Çünkü bu es geçilecek bir konu değil ki, 83/1 orada duruyor. Bu tanınmazsa bizim Parlamentodaki dokunulmazlığımızı AKP tanımadı, mahkeme de tanımazsa biz adaleti nerede arayacağız? Bizim mutlak dokunulmazlığımız vardır ve devam ediyor. Ölene kadardır. Hiç kimse biz bunu tanımıyoruz diyemez. Hele hele mahkemeler bunu ciddiye almalı. Çok ciddi bir usuldür.
Yapılması gereken şey, Parlamentoya yazı yazılarak benim ve Sırrı Süreyya Önder arkadaşımızın, parlamenterlik görevini icra ettiği dönemde, Parlamento çatısı altında yaptığımız –en azından iddianameye konu suçlamadan önceki konuşmaların tamamını istemek, tarafsız bir bilirkişiye tebliğ etmek, incelenmesini istemek, sorumsuzluk kapsamında mı değil mi incelemeniz lazım. Ve o güne kadar da iddianameyi bize okumamanız lazım. Bu çok önemli bir kuraldır. Bunu dikkate almanız gerekir.
Parlamentodaki konuşmalarımın dosyada olmaması bizim eksikliğim değildir. Sanık, kendisi suçsuzluğunu ispatlamak yükümlüğünde değildir. Benim ve Sırrı Süreyya Önder’in tüm konuşmalarının istenmesi için TBMM’ye yazı yazılmasını talep ediyorum.
Geldikten sonra düşme kararı mı verirsiniz, devam kararı mı verirsiniz ama bu yokmuş gibi davranırsanız büyük bir ihlal olur.
Evet, iddianameyi tebliğ almıştım fakat ekleri tebliğ edilmedi. Ne kadar varsa. Benim elimde şu anda iddianame var, başka bir şey yok. Okumuştum. Davaya geçtik, taleplerimiz gerekçesiz bir şekilde ret edildiğine göre konuşmalarımızdan, açıkladığımız fikirlerinizden dolayı yargılanmaya başlandık esasta. Dosyalarda konuşmamın çözümü olmadığı için ne ile suçlandığımı bilmiyorum.
İddianame şunu mu diyor, mitingde bu tarzda mı konuşmuşum? Peki, konuşmam var mı dosyada? Bilirkişi çözümü var mı? İki talepte bulunacağım, savunmamı yapabilmem ve savunmamı hazırlayabilmem için. İki tane talepte bulunacağım.
Özellikle hakkımızdaki suçlamanın somutlaştırılmasını talep ediyorum. İddia makamı bunu yapmamış çünkü. Neyle suçluyor örneğin, terör propagandası mı? Hangi cümlem ne anlama geldiği için bunu yapmış, bunu somutlaştırması lazım. Şurada diyor ki mesela -iddianameden okuyorum- diyor ki, iddianamenin 3. sayfasının ilk paragrafı: ”Terörist faaliyetleri meşru gösteren, öven ifadelerden uzak durmasını beklemek hakkı vardır.” Fakat ben bu hakkı ihlal etmiş miyim onu bilmiyorum. Devletin bu hakkı vardır iyi, ben ihlal etmiş miyim? Ne ile ihlal etmişim veya 10 cümleden iddia makamı ne anlamış ki veya o konuşmanın tamamından ne anlamış ki oradan bir şiddet terör propagandası intiba edilmiş. Bunu bana açıklamanızı istiyorum, çünkü ben mitingde çok uzun bir konuşma yaptım. Bu benim konuşmam değil, Sırrı Bey de herhalde koskoca mitingde 2 tane cümle kurmadı. AYM kararları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları her konuşmamın bütünlüklü olarak değerlendirmesini içeren yüzlerce örnek karar var. Yargıtay da uymuş o kararlara. Madem bu kadar hukukun üstünlüğünü sağlıyoruz, işte o zaman tam olarak ben hangi konuşmamdan, savcının nasıl bir terör propagandası yaptığımı iddia ettiğini mahkeme lütfen bana tam olarak anlatsın ki, savunmamı sizlere sunabileyim.
Eğer bir milletvekilini suçlayacaksanız oturur hiç değilse düzgün bir soruşturma yaparsınız
Çünkü bu benim konuşmam değil. Ben anlamıyorum burada nasıl bir terör propagandası yapmışım. Yani somutlaştırılması lazım bunu özellikle talep ediyorum. Somutlaştırılmamış. Yani burada ne demiş olmakla, hangi cümlelerle ne anlamda kurmuş olmakla terör propagandası yapmışım? İddianamenin bunu izah etmiş olması lazım. Asıl buna iddianame diyoruz ya, iddianame kavramına yazık ediyoruz. Yani burada kanun koyucu milletvekiliyim. Eğer bir milletvekilini suçlayacaksanız oturur hiç değilse düzgün bir soruşturma yaparsınız araştırma yaparsınız bu milletvekili ne söylemiş.
Bu iddianameye yönelik yapacağım savunma için cümleleri heba etmiş olacağım
Bir milletvekilini suçlayacaksanız oturur doğru düzgün bir araştırma yaparsınız ya. Bu milletvekili ne demiş, konuştuğu ortam nedir... İki tane faşistin yazdığı suç duyurusu dilekçesini almış şikayet diye dosyaya koymuş, onlar dosyada yok, onlar burada yok kaçmış, müşteki diye dosyada, biz milletvekilleri olarak sanık olarak yargılanıyoruz. Bu iddianameye yönelik yapacağım her cümle her savunma için cümleleri heba etmiş olacağım. Çünkü bu iddianame savunmayı falan hak etmiyor. Benim avukatlarımın bana ilettiği kadarıyla şöyle bir şey ile soruşturma açılmış, iki tane faşist bizi şikayet etmiş, savcılık da emniyete yazı yazmış, demiş ki, bunlar ne konuşmuşlar bize bunun çözümünü gönderin. Emniyet de bizde kayıtlar iyi değil fakat anlayabildiğimiz kadarıyla kısa kısa cümleler kurmuşlar, anlamaya çalışmışlar, gelmiş kaydetmişler ne anladık kısmını da en sona düşmüşler bakın; “17.03.2013 tarihinde Newroz etkinliğinde konuşma yapan Selahattin Demirtaş’ın konuşmasında daha çok barış sürecine verilen destekten bahsederek ama barış süreci barışın dili ve insanların ölmeyeceği gençlerin birbirini öldürmeyeceği bir müzakere masasını da desteklemeye devam edeceğiz şeklinde söylemleri kullandığı, yaşanan sürecin devam etmesi gerektiği, Türk ve Kürt halkının barış içerisinde birlikte yaşayabileceğini, siyasetçilerin konuşarak çözüm üretebileceğini tespit ettik yani demiş ki, altına şunu yazmış ya baya güzel konuşmuş biz de bu konuşmadan baya mutlu olduk dememiş bir o kalmış.
Emniyet tutanağı bu. Savcının önüne gelmiş, en azından bütüncül olarak bir çıkarayım da iddianameye koyayım suçlayacaksam da ilgili milletvekili karşımıza geldiğinde hangi konuşmasından dolayı suçlandığını bilsin. Niye? Çünkü İstanbul Emniyeti bizi suçlamamış. Ne beni ne Sırrı Bey^’i. Demiş ki barışçıl konuşmalar yapmış. Hakkımda… dosya var yüksek güvenlikli bir cezaevinde 16 aydır tutuluyorum bu dosyada onlardan biri sadece. Konuşmanın tamamı bilirkişi marifeti ile çözülerek, tarafıma tam olarak hangi konuşmadan suçlandığımın bildirilmesini istiyorum çünkü iddianamedeki bu benim konuşmam değil ki konuşmam uzu
İddianamede var, bu da konuşmanızın tamamı. Konuşmamın tamamı bu mu sizce? Ben öyle mi konuşmuşum? Yarısı nokta nokta, boşluklarla dolu. Dolayısıyla bilirkişi çözümü yapsın bana tebliğ etsin. Sizden resmi tarafsız bir kişiye çözümünün yaptırılması, iddianameye konulmasını ve tarafıma tebliğ edilmesini talep ediyorum.
Konuşmamızdan dolayı savunma istiyorsunuz, konuşmamızın ne olduğunu açıklamıyorsunuz
Bir konuşmamızdan dolayı savunmamızı yapmamızı istiyorsunuz, konuşmamızın ne olduğunu da bize açıklamıyorsunuz. Uyduruk bir polis tutanağından yola çıkarak da, “biz kanaatimizi olgunlaştırdık, siz de söyleyeceğinizi söyleyin, hükmümüzü kuralım” diyorsunuz. Çok açık, aleni bir şekilde nasıl bir konuşma yaptığımı resmi bilirkişi, tarafsız bilirkişi tarafından çözümünün yapılmasını istedim. Çünkü bu konuşma metni elimde yok. Ama siz görünen o ki sadece iddianame adı altında iki bilmem ne partisi üyesinin yaptığı şikâyetten yola çıkarak, aşağı yukarı bir kanaat oluşturmuşsunuz.
Önceki celsede verdiğiniz ara kararlar, bu celsede taleplerimizin tamamını reddetmeniz, aleni bir şekilde tarafsızlığınızı yitirdiğinizi gösteriyor. Kanaat oluşturmuşsunuz. Açık bir şekilde siyasi baskı altında bir siyasetçinin, HDP’nin iki milletvekilinin aleni bir şekilde siyasi bir baskı aracı olarak yargıyı kullanmak istiyorsunuz. Ben böyle bir mahkemenin asla tarafsız, bağımsız, adil yargılayacağını düşünmüyorum.
Ben hırsızlar gibi, katililer gibi yaptığımın arkasında durmayacak değilim
Çok makul bir şekilde daha ilk duruşmada biz bu çözüm tutanağının gelmesini istedik. “Bu geldikten sonra savunma yapacağız” dedik. Ben hırsızlar gibi, katiller gibi, yağmacılar gibi, soyguncular gibi yaptığımın arkasında durmayacak değilim. Her konuşmamın her cümlemin arkasında duracağım. Ama bir bakayım, ne demişim? Anlatayım size.
Ben de sizin hakkınızda kanaat oluşturdum: Siz bizi adil yargılayamazsınız
Dosyada konuşma yok, polis tutanağı yarım yamalak ama siz “bu çözüm tutanağını istemiyoruz” diyorsunuz. Fezlekedeki iki faşist itin, affedersiniz, suç duyurusuyla bu davanın açılmasına sebep olan iki cümleden yola çıkarak, “biz kanaatimizi oluşturduk” diyorsunuz. Ben de sizin hakkınızda kanaat oluşturdum. Siz bizi adil yargılayamazsınız. Tarafsınız. Siyasi baskı altında aleni bir şekilde bu dosyayı hızla, beraatla de bitirseniz adil yargılayamazsınız.
Heyetin tamamını reddediyorum
Bu nedenle taleplerimizin makul, adil yargılamanın ve savunma hakkının açık örneği olmasına rağmen, gerekçesiz, usule aykırı bir şekilde ve bizleri savunma hazırlığı yapmadan, daha duruşmamızın içeriğine dair herhangi bir hakimiyetimiz bile olmadan savunma yapmaya zorlayarak tarafsızlığınızı yitirdiniz. Kararı da oy birliği ile aldığınız için heyetin tamamını reddi hakim talebi ile reddediyorum.
Davanın geçmişi 17 Mart 2013 tarihinde İstanbul'da gerçekleştirilen Newroz kutlamasında HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Sebahat Tuncel ile Sırrı Süreyya Önder konuşma yaptı. Aynı mitingde konuşma yapan Tuncel hakkında Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde "Propaganda yapmak" iddiasıyla açılan dava beraat ile sonuçlandı. Ardından Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Demirtaş, Önder ve Tuncel'in dokunulmazlığının kaldırılması için Adalet Bakanlığına başvuruda bulundu. Yapılan başvuru 25 Haziran 2014 tarihinde Bakanlıkça, hangi suçun oluştuğu belirtilmediği için iade edildi. Bunun üzerine savcılık bir kez daha hazırladığı fezlekede "propaganda" suçunun işlendiğini ileri sürerek, tekrardan fezlekeyi Adalet Bakanlığına gönderdi. Ancak savcılık tekrardan hazırladığı fezleke de bu kez "örgüt kurma" suçlaması yöneltti. Ancak 9 Ekim 2016 tarihinde hazırlanan iddianamede Demirtaş ve Önder hakkında "propaganda"dan dava açıldı. 3 gün sonra ise aynı konuşmaya dair başka bir "propaganda" iddiası ile iddianame hazırlandı. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya yetkisizlik kararı verilerek, İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. |
(TP)