* ormancılığımız da özelleştiriliyor, hem de Anayasaya ve yasalara karşı hile yollarıyla; Anayasamızın 169. maddesine göre mülkiyeti devredilmemesi gereken "devlet ormanı" sayılan araziler, başta turizm ve madencilik olmak üzere uzun süreli ya da süresiz olarak ormancılık dışı kullanımlara tahsis ediliyor, orman ürünü hasadı, planlama, orman yetiştirme gibi temel ormancılık çalışmaları ihalelerle özel girişimcilere yaptırılıyor, arazi rantları yüksek orman fidanlıkları ile her türlü tesis satılmaya çalışılıyor,
* sayıları dokuza çıkan orman fakültelerindeki öğretimin gereksinmeleri karşılama düzeyi hemen hemen hiçbir düzlemde sorgulanmıyor ve bu kurumlarda yetiştirilen orman mühendislerinin tümüne yakın bir kısmı işsiz kalırken temel ormancılık birimlerinde yeterli nitelik ve nicelikte teknik personel işlendirilmiyor,
* ormancılık tekniğinin gerekleri yeterince yerine getirilemiyor ve bu nedenle de biyolojik çeşitlilik düzeyi son derece yüksek olan ormanlarımızın yapısal özellikleri çoğu yörede olumsuz yönde değişiyor, dolayısıyla hem dışsal etkenlere karşı dirençleri hızla zayıflıyor hem de biyolojik olarak yoksullaşıyor,
* ilgili koruma örgütü ve personeli hızla tasfiye edilip bu işlev para karşılığında köy tüzel kişiliklerine devrediliyor ve bu nedenle de orman koruma çalışmalarında etkenlik düzeyi düşüyor, dolayısıyla, bir yandan yangın sayıları artarken bir yandan da yangın söndürme çalışmalarının maliyetleri yükseliyor; ağaç kesme, tarla açma, izinsiz hayvan otlatma vb sakıncalı eylemler önlenemiyor,
* ormancı çalışanların, deyiş yerindeyse analarından emdikleri sütü burunlarından getirebilecek işlendirme politikaları pervasızca sürdürülüyor, dolayısıyla, 40 bin dolayında kamu çalışanı yaratıcılıklarını ve özgüvenleri yitiriyor,
* bir yandan ormancılık araştırma kuruluşları işlevsizleştirilir ve güçsüzleştirilirken bir yandan da rastlantısal olarak gerçekleştirilebilen araştırmaların sonuçları ödeneksizlik nedeniyle yayımlanamıyor ve dağıtılamıyor, bir biçimde dağıtılabilenlerin de uygulanmasına yönelik süreçler işletilmiyor,
* siyasal iktidar yanlısı olmayan ormancılık meslek örgütleri ve gönüllü kuruluşları karar süreçlerinden dışlanıyor,
* küresel ısınmanın gündeme getireceği kuraklıklara, kuraklıkların yol açabileceği orman yangınlarına, böcek ve mantar zararlılarına karşı dirençli orman yapılarının oluşturulmasına yönelik önlemler alınamıyor,
* köylü yurttaşlarımızın ağaç kesme ve tomruklama işlerinde insanlık dışı koşullarda çalıştırılmasına yönelik uygulamalar giderek daha da ağırlaştırılıyor,
* yoksul orman köylülerinin çevrelerindeki ormanların işletilmesine yabancılaşmalarına yol açan uygulamalara yeni boyutlar kazandırılıyor; Çevre ve Orman Bakanlığı'nın işlevinin gereklerine yerine getiremeyecek biçimde yönetilen Orman Köy İlişkileri Genel Müdürlüğü'nün (ORKÖY) etkinlikleri ise ulufe dağıtmaktan öteye geçemiyor...
Sayıları daha da artırılabilecek bu olumsuzluklara karşın siyasal iktidar, göz boyayıcı çabalarıyla kamuoyunu kolaylıkla aldatabiliyor. Bu nedenledir ki, tüm bu olumsuzlukların yaşanmasından, tehlikeli atıkların her yere atılmasından, geçtiğimiz yıl olduğu gibi orman yangınlarının yol açtığı yıkımların rastlantılara kalmasından sorumlu Çevre ve Orman Bakanı'na "Yılın Çevrecisi" ödülü bile verilebiliyor.
Çünkü, duyarlı yurttaşlarımızın da çoğunluğu ormancılığımızda olup bitenlerden çok yalnızca ormanlarımızın başına gelenlerle ilgilenebiliyor. Oysa, ormanlarımızın başına gelenler ormancılığımızın içinde bulunduğu durumun bir bakıma kaçınılmaz sonuçlarıdır. Örneğin, ilgili kamuoyunun gündemindeki Acaristanbul olayı, Sorgun ve Belek ormanlarındaki golfçuluk yatırımlarının yol açtığı orman yıkımları yalnızca birer sonuçtur ve ormanlarımızın her yanında öteden beri bu türden yıkımlar yaşanmaktadır.
***
Artık herkesçe bilinen ekolojik işlevleri bir yana bırakılsa bile ormancılığımız, ülkemizin yüzde 27'sini oluşturan ve tümüne yakın bir kısmı devletin mülkiyetinde olan bir 202 milyon dönüm alanın yönetilmesiyle ilgili kamusal bir etkinlik alanıdır.
Bu nedenledir ki, 1982 Anayasasında da bu alanın mülkiyetinin devredilemeyeceği, devlet tarafından yönetilip işletileceği, kamu yararı dışında kullanımlara izin verilmeyeceği yaptırımlarına yer verilmiştir. Dolayısıyla, başta ormanlara yönelik duyarlılık içinde bulunanlar olmak üzere tüm yurttaşlarımızın ormancılığımızda olup bitenlerle, en azından ormanlarımızın başına gelenlerle ilgilendikleri denli ilgilenmeleri gerekmektedir.
Ormancılık etkinliklerinin Türkiye koşullarında ekolojik işlevlerinin yanı sıra ekonomik, toplumsal ve dolayısıyla da siyasal boyutlarının da bulunması bu gereği pekiştirmektedir. Ülkemizde de "Dünya Ormancılık Günü" olarak değerlendirilmesine çalışılan 21 Mart'larda hiç olmazsa bu doğrultuda çabalara girilebilseydi.(YÇ/EÜ)