15 Şubatta yaşanan dev gösteri, başka herhangi bir şeyle karşılaştırılması çok zor olan ve hayatta ancak bir kez yaşanabilecek türden olaylardan biriydi. Onunla karşılaştırılabilecek-en azından benim hayatımda- az sayıdaki şeylerden biri, geçen yıl 9 Kasım`da Floransa`da yapılan ve Avrupa Sosyal Forumu`nun (ASF) kapanış etkinliği olan milyonluk güçlü savaş karşıtı yürüyüştü.
Tıpkı geçen hafta sonu Londra`da olduğu gibi, o gösterideki ruh hali de hem bir meydan okuyuş, hem de kutlamaydı. 15 Şubat`ın Avrupa çapında Irak`ta savaşa karşı eylem günü olması çağrısı, ASF`de ortaya atılmıştı-bu çağrı Porto Alegre Dünya Sosyal Forumu`ndan sonra bir küresel eylem günü çağrısına dönüşmüştü.
Herkesin daha sonra kabul ettiği gibi, Floransa kapitalizm ve savaşa karşı dünya çapında bir hareketin gelişmesinin önemli bir işareti olmuştu.
New Left Review`in en son sayısında ATTAC Fransa`nın yakın zamana kadarki başkanı ve halen şirket küreselleşmesine karşı çok etkili bu örgütün etkili figürlerinden biri olan Bernard Cassen`le bir mülakat yapıldı.
Gelecek Sosyal Forumları iple çeken Cassen şöyle söylüyor: Savaş çok önemli bir gündem olacaktı fakat İtalya`daki yani her şeyi gölgede bıraktığı Floransa Avrupa Forumu`nda olduğu kadar baskın olmayacaktı.
Devamla Cassen, bunun anti-kapitalist ilişki ağları, Komünist Yeniden Kuruluş Partisi ve artan sayıda sendikanın yakın ilişkisiyle karakterize olan İtalya`daki hareketin doğasıyla açıklanabileceğini söylüyor.
İtalya`daki hareketin bağlamı Fransa`dakinden daha fazla kabarmış ve savaş teması neredeyse bir takıntı haline gelmiştir. Forum`un İtalya`da yapılacağını ve Komünist Yeniden Kuruluş`un bu gündem çerçevesinde hareket edeceğini bilerek, savaşın Başka Bir Avrupa Gerekli orijinal temasının yanında, Floransa`da başlıca konu olacağı konusunda hepimiz hem fikirdik.
Fakat daha sonra yürüyüş için hazırlanmış bütün afişlerin Avrupa`ya ilişkin bir şey demeden, yalnızca savaştan bahsettiğini gördük. şahsen çok şaşırdığımı söyleyemem. Fakat eğer forum Fransa`da yapılmış olsaydı, bunlar böyle olmazdı. Savaş yine gündemde olurdu ama bir takıntı halini almazdı.
Cassen burada hipotetik bir ifade kullanıyor, fakat bir sonraki Avrupa Sosyal Forumu Kasım`da Paris`in Saint Dennis banliyösünde yapılacak. Dolayısıyla, Paris-Saint Dennis ASF`sinin Floransa`dakinden nasıl farklılaşacağı konusundaki yorumu, kendisi o yönde çaba harcayacak olsa da bir tahmin olmanın ötesine gitmiyor.
Cassen tavrını iki şeyle gerekçelendiriyor. Biri Fransa`nın bağlamının İtalya(ya da Britanya`dan) farklı olduğudur. Hepimizin bildiği gibi Başkan Jacques Chirac Irak`ta savaşa karşı.Bu da Fransa`da savaş karşıtı bir hareketi inşa etmeyi güçleştirmektedir.
Fransa solunda oldukça yaygın olan bu savı her zaman muammalı bulmuşumdur. 1960`larda Chirac`in selefi General De Gaulle Vietnam Savaşı`na şiddetle karşı çıkmış, Amerikan hegemonyasına tepki olarak Fransa`yı NATO`dan çekmişti. Bu bile Fransa`da özellikle lise ve üniversite öğrencilerini içine alan kitlesel bir savaş karşıtı hareketin gelişmesini önleyememişti.
Cassen`in ikinci savı daha da ilginç: Savaş patlak verse de vermese de B-52`ler ve özel kuvvetler Brezilya`daki yoksulluğu ya da Arjantin`deki açlığı değiştirmeyecek.
Bu sav büyük Rus devrimcisi Lenin`in ekonomizm dediği şeyin klasik bir örneğidir. Kapitalizmi reforme etmek isteyenler sıkça onun ekonomik yanlışlarının siyasal sistemden ayrılabileceğine ve devletin de biraz zorlanarak bu kusurların düzeltilmesinde bir müttefik haline getirilebileceğine inanmışlardır.
Ancak bu bir yanılsamadır. Devletler -ve aslında bütün olarak devletler sistemi kapitalizmin bir parçasıdır. Ne zaman ki, çokuluslu şirketlerin hakimiyeti tehdit altına girer, devletin askeri şiddeti sistemin çökmesini önlemek için devreye sokulur.
Bunun küçük bir biçimini Haziran 2001`de Cenova`da ayaklanma polisinin G-8 zirvesine karşı gösteri yapanları ezmek için yaptığı vahşi saldırıyla gördük. Ancak bu global ölcek için de geçerli bir durumdur.
Bush yönetiminin savaşa doğru yol alışı yalnızca Birleşik Devletler`in global hakimiyetinin ayakta tutulması ve güçlendirilmesiyle değil, aynı zamanda Brezilya`da yoksulluğu ya da Arjantin`de açlığı besleyen neo-liberal ekonomik önlemlerin zorla uygulanmaya devam edilmesiyle de ilişkilidir.
Geçen hafta sonunda yapılan dünya çapındaki gösterilere katılan on milyonlarca insanın çoğu, ekonomik ve askeri gücün modern kapitalizmde birbirlerine ne denli sıkıca bağlı şeyler olduğunu Cassen`den çok daha iyi anladı.
B-52`ler ve özel kuvvetler yoksulluk, işsizlik ve çevresel yıkımdan sorumlu bir sistemi sürdürmek için vardır. Bu nedenle de uluslararası savaş makinesine başkaldırı başka bir dünya için (faaliyet gösteren) hareketin merkezi bir parçasıdır. Eğer Bernard Cassen gelecek ASF`de savaşa karşı direnişi ikincil bir konuma sürüklemeye kalkışırsa, büyük bir kavgaya sebebiyet verecektir.
New York Times gibi kibirli bir düzen gazetesi 15 şubat`taki savaş karşıtı protestoları gezegende halihazırda iki süper güçten söz edilebilir: Birleşik Devletler ve dünya kamuoyu biçiminde bir tepki veriyorsa, bildiğiniz üzere bir şeyler harekete geçmiş demektir.
Fakat komik olan savaş karşıtı hareketin patlarcasına gelişmesinin soldaki herkesi mutlu etmemesi. Toni Negri ile İmparatorluk`u birlikte yazmış olması nedeniyle çok önemli bir figur haline gelen radikal Amerikan akademisyen Michael Hardt`ı ele alalım. Kusurları ne olursa olsun İmparatorluk Hardt ve Negri`nin deyimiyle çokluğun kapitalist küreselleşmenin şimdiki aşamasına karşı isyanın şampiyonluğunu yapıyordu. Bu yüzden Hardt`ın geçen hafta Guardian`da yazdıkları gerçekten şaşırtıcıydı:
Geçen hafta sonu yapılan savaş karşıtı koordine protestolar anti-Amerikancılığın değişik biçimlerinin canlandırılmasıydı Bu bizim siyasal imgelemimizin ufkunu kapatmaya ve bizi iki-kutuplu (veyahut daha da kötüsü milliyetçi) bir dünya görüşüyle sınırlamaya eğilimlidir.
Küreselleşmeyi protesto hareketleri bu bakımdan savaş karşıtı hareketlerden fersah üstündü. Onlar bugünkü kapitalist küreselleşmeye hükmeden güçlerin karmaşık ve çoğulcu doğasını tanımakla kalmıyor ayrıca çoğulcu ve ulusal-bölgesel sınırlar karşısında eşitlik ve özgürlüğe dayalı mübadeleyi kapsayan demokratik küreselleşme gibi bir alternatifi tahayyül ediyorlardı.
Bu sözler saçmalıktır. En başta, barış protestolarının anti-Amerikan olduğu savaş yanlısı propagandanın bir klişesidir. Onlar elbette George Bush`a karşıdır ve Birleşik Devletlerin yayılmasından korkmaktadır-kamuoyu araştırmaları, Britanya nüfusunun yaklaşık üçte biri ABD`nin Saddam Hüseyin`den daha büyük bir tehlike olduğunu düşündüğünü gösteriyor. Fakat bunların hiçbiri Amerikan halkından, hatta Amerika kültüründen nefret etmek anlamına gelmiyor.
Hardt`ta benim gibi geçen ay Brezilya`nın Porto Alegre kentindeki Dünya Sosyal Forumu`na katılmıştı. Yanki Emperyalizmine karşı düşmanlık Latin Amerika solunda-yalnızca solunda da değil- oldukça yaygındı. Fakat Porto Alegredeki toplantıları izleyenlerin ABD`de gelişen güçlü bir savaş karşıtı hareketin geliştiğine ilişkin konuşmaları selamlarken sergiledikleri coşku benim açımdan çok çarpıcıydı. Onlar Bush`a kendi vatanında meydan okumanın ne kadar önemli olduğunu açık biçimde anlıyorlardı.
15 Subat`ın dünya tarihindeki enternasyonalist protestoların açık farkla en büyük günü olması gerçeği ortadayken, savaş karşıtı hareketin milliyetçi olduğunu söylemek, Hardt`ın mantığının açık bir kusuru olarak değerlendirilemez mi?
Savaş karşıtı hareketin ortaya çıkışının kapitalist küreselleşmeye karşı yürütülen mücadeleye zarar verdiği genellikle küreselleşme karşıtı hareketin sağ kanadıyla birleşen bir düşüncedir.
Yukarıdaki 1. bölümde de işaret ettiğim gibi mali spekülasyona karşı Fransa menşeli bir kampanya örgütü olan ATTAC`ın liderlerinden Bernard Cassen de aynı düşünceyi dile getirmişti. Geçmişte Hardt, Cassen`i ulus-devleti kapitalizmi evcilleştirmek yönünde kullanmayı umut ettiği için alaya almıştı. Şimdi kritik savaş gündemi konusunda onunla yan yana duruyor.
Gerçekten de 11 Eylül global kapitalizme karşı hareketi bütünüyle yıkabilirdi. Bunu uluslararası büyük iş çevrelerinin umut ettiği açıktır. Nitekim Financial Times düzenli olarak hareketin ölüm duyurusunu yapıyor. Ancak, böyle bir görüntünün ortaya çıkmış olmasının nedeni, hareketi Avrupa`da inşa eden aktivistlerin birçoğunun savaş karşıtı hareketliliğe yönelmesi değildir. Bu, özel olarak İtalya ve Britanya için geçerlidir.
Haziran 2001`de Genova`daki G-8 zirvesi protestolarının üzerinde yükseldiği ilişki ağları aynı yılın sonbaharında yapılan ilk büyük savaş karşıtı gösterilerin itici gücüydü. Buna katılanların birçoğu global kapitalizmin karmaşıklığını anlamak bakımından Hardt`ın gösterdiğinden daha derinlikli bir bakışa sahip olduklarını ortaya koydular.
Onlar kapitalizmin yatırım ve ticaretten daha fazla bir şey olduğunu, askeri rekabet ve jeopolitik hakimiyetle de ilgili olduğunu kavramışlardı. Onlar, Arundhati Roy`un Porto Alegre`de vurguladığı gibi, Şirket Küreselleşmesinin asıl adının Emperyalizm olduğunu keşfediyor, ya da yeniden keşfediyorlardı.
Dolayısıyla, Hardt`ın Maalesef, kaçınılmaz biçimde küreselleşme protestoları içinde aktif olan enerjilerin pek çoğu şimdi en azından geçici süreliğine yönünü savaşa karşı çevirmiştir ifadesi oldukça hatalıdır. Savaş geçici bir ilgi kayması değildir. Global kapitalizm ulus devletlere bölünmüş ve dişlerine kadar silahlanmış biçimde gelmektedir.
Anti-kapitalist, ayrıca hareket emperyalizme ve savaşa karşı da gelişen bir harekettir. Bu, hareketin desteğini büyük ölçüde genişletmektedir, ayrıca insanlar düşmanın gerçek doğasını daha açık biçimde kavraması (hareket açısından, ç.n.) radikalleşmenin derinleşmesine de yol açmaktadır.
Kapitalist küreselleşmeye karşı hareketin tarihinin daha erken aşamalarında takılıp kalmışçasına, bu yeni sürece direnen Hardt ve Cassen gibileri geçilmektedirler. Eğer uyanmayacak olurlarsa, geride bırakılmış olacaklardır.(AC/AED/EK)
Çeviren: A. Ekber Doğan