Neofaşist hareketleri, iklim değişikliği gerçekliğini veya en azından insan davranışlarıyla olan bağlantısını çeşitli derecelerde sorgulamaya iten nedir?
Rekor kıran bir sıcak dalgası Avrupa ve Kuzey Amerika’nın büyük bir bölümünü etkisi altına alırken, çevre bilimcilerin uzun süredir uyarıda bulunduğu ve geç olmadan acil önlem alınması çağrısında bulunduğu iklim değişikliği ve küresel ısınma giderek daha fazla teyit edilirken, gezegenin ve üzerinde yaşayan insan ve hayvanların geleceği için endişe verici bir dönemeçte, neofaşist hareketleri, iklim değişikliğinin gerçekliğini veya en azından insan davranışlarıyla olan bağlantısını çeşitli derecelerde sorgulamaya iten nedenlerin ne olduğunu sormak yerinde olacaktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, “Neofaşizm, çoğu fraksiyonunun vazgeçilmez çevre önlemlerine karşı açık düşmanlığıyla dünyayı uçuruma sürüklüyor ve böylece çevre tehlikesini daha da şiddetlendiriyor, özellikle de neofaşizm, nüfusuna oranla dünyanın en kirletici halkı olan ABD halkı üzerinde iktidarı ele geçirdiğinde.” (Neofaşizm Çağı ve Ayırt Edici Özellikleri).
İklim değişikliğinin ciddiyetini inkar etme eğilimi, milliyetçilik, etnikçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik ve özgürlükçü sosyal değerlere karşı aşırı düşmanlık gibi neo-faşizmin diğer özelliklerinden farklı olarak, ne doğaldır ne de sezgisel olarak anlaşılabilir bir durumdur. Peki, neofaşist hareketleri giderek daha belirgin hâle gelen bu gerçeği inkâr etmeye ve özellikle iklim değişikliğiyle mücadele ederek felaketi hafifletmeyi ve daha da kötüleşmesini önlemeyi amaçlayan politikalara karşı çıkmaya iten şey nedir? Araştırmacılar bu eğilimi açıklayan üç temel etken belirlemişlerdir. Bunlardan biri, aşırı sağın geleneksel ideolojik cephaneliğiyle ilgilidir; diğer ikisi ise neofaşistlerin davranışlarını belirleyen iki sınıf kutbuna, yani onların desteğini kazanmaya çalıştıkları geniş toplumsal taban ile dar ekonomik seçkinlere ilişkindir.
Peter Thiel
[...] Ancak bugün, işçi hareketinin neoliberal saldırılar ve teknolojik değişimle önemli ölçüde zayıflamasıyla, büyük sermayenin neofaşist hareketlerle işbirliği yapma motivasyonu savunma amaçlı değil, saldırgan. Küçük ve orta ölçekli sermayeyi feda ederek tekelci büyümesini korumaya çalışan bir tür büyük sermaye ile karşı karşıyayız. Bunu yapmak için, kapitalist gelişimin temel itici gücü olarak rekabeti korumaya adanmış bir ekonomik liberalizmden esinlenerek, tekelleri sınırlamak için daha önce getirilen kısıtlamaları ortadan kaldırması gerekiyor. Bu bakış açısından çevre politikaları, sermayenin özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar olarak algılanır; oysa bu özgürlük, doğası gereği çelişkili bir nitelik taşır, çünkü tam ve sınırsız bir özgürlük kaçınılmaz olarak, aynı özgürlüğü baltalayan tekellerin ortaya çıkmasına yol açar.
Bunun en belirgin örneği, önde gelen ABD kapitalistlerinden biri ve aralarında neofaşizmin en önde gelen savunucusu ve destekçisi olan Peter Thiel’dir. Thiel, Donald Trump’ın başkanlık kampanyasının en ateşli destekçilerinden biriydi ve aynı zamanda Trump yönetiminin neo-faşist ideolojisinin yarı resmi sözcüsü olan Başkan Yardımcısı J.D. Vance’in siyasi babası olarak da bilinir. Thiel, tekellerin sınırsız zenginleşme yoluyla teknolojinin engelsiz ilerlemesini sağladığını savunarak, tekellere olan tercihini utanmadan ilan ederken, çevre politikalarına uluslararası rekabeti kısıtladıkları gerekçesiyle karşı çıkıyor! Bu görüşünü, Trump’ın son kampanyasını destekleyen ve Avrupa hükümetlerinin kendilerine dayatmaya çalıştığı kısıtlamalar ve vergilerle mücadele etmek için ona bahis oynayan, ileri teknolojiler ve bunların ticaret ve sosyal medyadaki uygulamalarında tekel sahibi olan ABD’li şirketlerle paylaşıyor. Trump, tüm dünyaya karşı ilan ettiği ticaret savaşında bu görevi gündeminin en üst sırasına yerleştirdi.

