* 17 Ocak 2014 tarihinde septik şok rahatsızlığı nedeniyle hastaneye kaldırılan ve bir süre komada kalan sanatçı Nejat İşler, Ot Dergisi'nin Nisan sayısına "Yoldaşlar, Yolu Güzel Yapanlar" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Sağlık durumu iyiye giden İşler'in Berkin Elvan'a ve Kazova İşçilerine selam çakan bu yazısını yayınlıyoruz.
Gezi'de yapılan "çapuling" yeterli gelmiş, köye dönülmüş ve forumların öncüleri olan tartışmalar başlatılmıştı. Derken, önce 6 Temmuz günü akşam haberlerinde, sonra da sosyal paylaşım sitelerinde defalarca "palalı saldırı”yı seyrettik ve bi yoldaşla beraber, ilk uçakla İstanbul'a, "kavgamızın şehrine" döndük... Kalacağımız oteli ayarladıktan sonra sokağa attık kendimizi. İstiklal Caddesi'nin Yeşilçam ile Ayhan Işık sokak kesişkesindeki barikatın arkasında 1, 1.5 saat falan geçirdik. Gaz başladığında Nevizade'ye doğru götürdü ayaklar. Bize ne istediğimizi soran dükkân sahibine, "iki Jack Daniels" dedim, geldiler, içtik afiyetle. Bi daha? Tabii... Laf lafı açtı, direniş uykuya yenildi, "uyursan ölürsün" hesabı. Ha, hesap istedik, "hesabınız yok" dediler. "Olur mu, bu aralar sizin işler acayip boktan değil mi?" Her yerde duyamayacağın bi laf: "Çorbada bizim de tuzumuz olsun"...
Ertesi gün uyanınca, komadaki Lobna ve Berkin geliyor aklımıza, ziyaret etmeye karar veriyoruz. Önce Taksim İlkyardım. Lobna'nın ablası karşılıyor bizi.
Lobna uyanmış, kimseyi istemiyor odasında ama kim gelmiş merak ediyor. Gelenlerin fotoğraflarını görmek istiyormuş. Çok mutlulukla çektiriyoruz fotoğrafları, odur budur, ihtiyaç, telefonlar falan derken Okmeydanı'ndayız.
Taksim İlkyardım'ı "gecelerden" bilirim, Okmeydanı Devlet'i "babamdan".Taksim İlkyardım'da yaşadıklarımı genelde gülerek anlatırım, Okmeydanı'ndakileri kızgınlık ve yenilmişlikle... Bu yüzden Berkin'in doktorlarına ilk sorduğum soru "Başka bi hastaneye götürebilir miyiz?" oldu. Cevap negatif. Berkin'in uykusu o kadar hafifmiş ki, ufacık bi şeyde uyanır, kızarmış bize. Aileyi sorduk, elleriyle işaret ettiler...
Hastane bahçesinde bir konduya giriyoruz sanki. Ayakta karşılanıyoruz, hemen sandalyeler geliyor, çaylar söyleniyor. Daha önce evlat acısı görmüştüm, tarifsiz bi durum. Anne daha saklıyor kendine acısını, Sami abi metanetli, gözünün içine bakıyor ama aslında daha uzağa, şu anda Berkin'ini hemen yanına getirecek kişiye ya da mucizeye bakıyor senin gözlerinde umutsuzca... Gidemiyoruz bi türlü, kalasımız var, onlar da kovmayacaklar herhalde ama gitmek lazım, kucaklaşıp ayrılıyoruz...
Aslında ayrılamıyoruz tabii. Rahatsız etmeyeceğimizi düşündüğümüz aralıklarla görüşüyoruz. Bu arada ben patlıyorum Bodrum'da. Komadan çıktıktan 20-25 gün sonra bi gazete geçiyo elime, Berkinle ilgili haberler var, çekinerek arıyorum Sami abi'yi. "Abi hayrola" demeden, "Nejat'çım gelemedik yanına, kusura bakma" diyor güzel adam. Zorla biten telefon görüşmesinden arta kalanlar; Sami abi'nin soğuk sesi, benim mevzuyu anlayıp küçük cümlelerle konuşmayı geçiştirişim, sonra çaresizlik, sonra öfke, sonra tekrar çaresizlik, sonra sessizlik.
Kazova işçileri gelmiş hastaneye ben komadayken. Hem kendi ördükleri kazaklardan bırakmışlar, hem de şahane bi hediye getirmiş yoldaşlar, sağolsunlar. Küba genç milli futbol takımının forması, göğsünde "Diren Kazova" yazıyor. Paketi açtığım anda "bu Berkin'e" demiştim. "Yedi bela" Tuna'nın kısmetiymiş. Bizim köyden, sıkı bi yoldaşı Berkin'in... (Nİ/HK)