Milliyetçiliği İyi Bir Şey Sanırdım
Komitas, Anadolu topraklarını karış karış dolaşıp yüzlerce Ermeni türküsü derledi. 1912-15 yılları arasında Türk Ocakları'nda müzik dersleri verdi. Komitas, İttihatçıların 24 Nisan 1915 günü İstanbul'da tutuklayıp Çankırı'da bir kampa götürdükleri 234 Ermeni aydını arasında yer aldı. Oraya götürüldüğünü öğrenen arkadaşı Halide Edip Adıvar, dönemin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Büyükelçisi Henry Morgenthau'yla temasa geçerek onu kamptan kurtardı. Önce Ankara'ya, oradan da İstanbul'a getirilip La Paix Hastanesi'ne yatırılan kompozitör, geçirdiği depresyonu atlatamadı.
Mor Salkımlı Ev'den...
Komitas, yine Halide Edip'in yardımıyla Paris'e gönderilerek 20 yıl boyunca bir hastane odasında kaldı.
Yazar Halide Edip Adıvar Mor Salkımlı Ev kitabında Komitas'la ilgili anılarını şu şekilde anlatıyor. (syf 212-216)
...Bu yıllarda Türk Ocağı kürsüsü, her nev'i nutuklara ve hitaplara açık, salonunda da kültürümüzü yükseltecek oyunlar ve konserler verilirdi. Kadın ve erkek beraber iç salonda oyun seyretmeleri yahut nutuk dinlemeleri en evvel Türk Ocağı'nda başladı. Ocak gençlerinin temkini(ölçülü davranışları) ve dürüstlüğü sayesinde, bu yenilik hiç bir tenkidi mucip olmadı.
Bir sene zarfında bu o kadar tabiîleşti ki, bu erkek ve kadın dinleyici kitlesine ilk defa olarak kadınlar da hitap edebiliyordu. Her halde Türk Ocağı kürsüsü halkın kültürünü genişletecek, konferanslar, piyesler ve konserler tertip edip duruyordu.
O salonda meşhur bir Ermeni bestekarı ve piyanisti olan Komitas Vartabet adlı bir papazı da dinledim. Bu esnada Ocak'ta bu haftalık programlar hakkında da efkarın ikiye bölündüğünü de gördük. Bir taraf yalnız Türk eserlerini ve Türkler tarafından verilmesini istiyor, diğer taraf da bizimkilerle beraber başka milletlerin de eserlerini tanıtmak kültürümüzü genişleteceği fikrini ileri sürüyordu. Bu taraf galebe çaldı.
Mamafih Komitas bizim memleketin mahsulü idi. Eski Gregoryen(1) musikisine ait parçalar topladığı gibi, yıllarca Anadolu'da halk türkülerim de toplamıştı. Uzun rahip cübbesi, tamamen Anadolu manasını taşıyan esmer, sakin yüzü ve yine Anadolu ya mahsus hüznü ve daima garip bir hasret ifade eden siyah gözlerini görür, sesinin o kudretli ahengini işitirseniz derhal Anadolu Halk Musikisi ile karşılaştırırdınız.
Havaları, benim lalalardan işittiğim Erzurum ve Kemah türkülerim hatırlatırdı. Fakat o sadece bunları Ermenice olarak söylüyordu. Ben dile pek ehemmiyet vermedim. Yurdumuzun ıssız yaylalarının ifade ettiği o içten gelen rikkat ve hasret nağmelerine bayılıyordum,
Komitas benim evime de gelir, saatlerce çalar, söylerdi. Bu ziyaretler Ermenilerle Türklerin birbirlerini boğazladıkları zaman dahi devam etti. îkimizin de içinde, bu vaziyet, birbirimize feda edemediğimiz bir acı uyandırmışta.
Milliyetçiliğinde daima insanî bir ruh taşıyan Yahya Kemal ve Mehmet Emin de onu bazan dinlemeye gelirlerdi.
Yusuf Akçura da bu müzikten bir haz duymasına rağmen Anadolu hocalarının Ermeni olmasına itiraz ederdi. Benim için ister Ermenice ister Türkçe, ister herhangi Anadolumuzda konuşulan lehçelerden olsun, bu musiki Türk Anadolusunun bir aksi idi.
Komitas, Kütahya'nın fakir bir Ermeni ailesinin çocuğu idi. Ana dili Türkçe, fakat Ermeniceyi büyüdükten sonra öğrenmişti. Hatırımda kaldığına göre Komitas uzun yıllar Paris'te Notre Dame Kilisesi'nin organisti (org çalan) idi. Belki ailesi de esasen Türktü. Çünkü, Bizans devri istilalarına karşı koyabilecek aşiret evlatlarını Hıristiyanlaştırarak hudutlarda isyan etmiş ve cenup(güney) sınırlarına yerleştirilen bu Hıristiyan Türkler belki de Anadolu'nun muhtelif yerlerine dağıtılmışlardı.
Merhum Cami Bey(2), dilleri, ırkları ve kültürleri Anadolu Türkü olanların Lozan Konferansı Antlaşması ile nüfus değiştirmek kararına tabi olmalarına itiraz ederdi. Eğer Hıristiyan Türklerinin ayrı bir kiliseleri olsa idi ve milliyetçilik davası dine karıştırılmasa idi, şüphesiz ki memleketimiz bir hayli kıymetli insan unsuru kaybetmeyecekti. Çünkü bunlar Ermeni veya Rum kiliselerinin siyasî tesirlerine tabi oldukları ilk zamanlarda dahi, tam manası ile Türktüler.
Konya'da, sair yerlerde olduğu gibi, bir hayli Hıristiyan kilisesinde ayin Türkçe olarak yapılırdı. Hatta eskiden tercüme edilmiş bir de Türkçe İncilleri vardı. Bir genç papaz Atina'da tahsilini yapıp döndükten sonra, kilisede Rumca vaaz vermeye başlayınca, bütün cemaat bir ağızdan: "Babanın dilini söyle" diye haykırmışlardı.
Anlaşılan Komitas'ın güzel sesi Kütahya Ermeni Kilisesi'nin dikkatim çekmiş, genç yaşında Roma'ya tahsile gönderilmişti. Musiki istidadını ailesinden tevarüs etmiştir. Bana derdi ki:
Ailem bana miras olarak bir çift kırmızı pabuç, bir de türkü bıraktı. Pabuçlar babamdan kaldı, türkü anamdan geldi. Sözleri ve havası da anamındır.
Mevzuu iki beyaz güvercin olan bu türküyü tamamen Anadolu lehçesi ile ve Türkçe olarak söylerdi.
İnsan ve sanatkar olarak Komitas hakikaten dikkate değer bir şahsiyetti. Sadeliği, riyazeti(nefsin isteklerini kırma) biraz mistik ve içine dalmış gibi görünen tavrı insanı biraz düşündürürdü.
Bir gün, altıncı asırda yapılmış olan bir Ave Maria'yı söyledi. Bu tabiî halk ağzı havalarının hasret ve hüznünden bambaşka, derin ve dinî bir tesir yapıyordu. Birdenbire sordum:
Mezamirden(Makamla bestelenen Zebur sureleri) bir parça bestelediniz mi?
Evet, dedi.
Yorgun değilseniz söyler misiniz?
Ave Maria'dan sonra kendini bir koltuğa atmış yüzü yorgun görünüyordu. Hiç kımıldamadan olduğu yerden söylemeye başladı. Fakat bunda dinî bir huşudan fazla gazap, isyan ve acılık vardı. Son parçasına doğru yavaş yavaş ayağa kalktı, gözleri ateş içinde sesi bir gök gürültüsü gibiydi. Bana adeta Faust'un(3) Mephisto'su(4) canlanmış gibi geldi.
Söylediği parçayı sonra Mezamir'de okuduğum zaman bunun zalimlere karcı kuvvetli bir isyan olduğunu anladım.
1915'te Ocak, onu tehcir etmekten kurtardı. 1916'da aklî bir muvazenesizlik(dengesizlik) geçiriyordu. Doktor Adnan, Talat Paşa'ya müracaat ederek, Paris'te tedavi edilmesi için izin aldı. Galiba orada bir akıl hastanesinde öldü.
Ben milliyetçiliğin, muhabbetle, karşılıklı bir anlayışla dolu bir ülke yaratacağını zannetmiştim. Fakat milliyetçilik ölçüsünü kaçırdığı zaman yer yer insanları birbirini boğazlamaya, yer yüzünü bir salhaneye (kesimevi, mezbaha) döndürdüklerini gördüm. Mamafih herhangi ölçüsünü kaçıran sağ yahut sol ideoloji de milliyetçiliği gölgede bırakacak daha kanlı daha feci bir dünya yarattılar.
İnsanlar için birbirini anlamak, sulh içinde beraber yaşamak her halde şu veyahut bu esasa dayanmak, şu veyahut bu ideale saplanmakla dahi mümkün olmuyor.
Burada hep Kant'ın bir sözünü hatırlarım: "Dünya sahnesine insanların girişini, şiddetle bir nefret duymadan seyretmek mümkün değildir. Çünkü insanların birbirlerine yaptıkları kötülük tabiatın yaptığından çok daha fazladır". (NK/BB)
Dipnotlar:
1 Papa Gregorius VII.'nin kilise reformuna uyanlar. XI. yüzyılda gerçekleştirilmeye çalışılan bu reform, teokratik bir düzen kurma amacına dayanır.
2 Türk asker ve siyaset adamı [İstanbul 1877 - 1958]. Osmanlı Meclis'i Mebusanı'nda iki dönem Fizan milletvekilliği, İçişleri Bakanlığı müsteşarlığı yaptı. Millî Meşrutiyet Fırka'sı kurucuları arasında yer aldı. 1938'den sonra Tan, Yeni Dünya Gazeteleri ve Görüşler, Pazar Postası Dergilerinde sosyalizmi savunan yazılar yazdı.
3 Faust, pek çok edebiyat ve tiyatro eserinin kahramanı. Zevke ve bilime susayan Faust ruhunu kendisine yirmi dört yıl hizmet etmesi karşılığında şeytana satar. Böylece şeytan Faust'a bütün zevkleri tattırır, onu büyücülüğe alıştırır ve ona mucizeler yaratma gücü verir. En tanınmışı J.W. Von Goethe'nin iki bölümlük dramıdır.
4 Mephisto (Mephistopheles) Faust'un ruhunu sattığı şeytan.