Duvar yıkıldığı sırada Fransa'dan, mültecilikten yeni dönmüştüm, İstanbul'da kaçaktım. Olanları yakından izlemeye çalışıyordum. Duvar yıkılmadan önce, özellikle Leipzig merkezli demokratik bir hareketlilik vardı Almanya'da. Otantik bir sosyalizm beklentileri vardı. Ama duvarın yıkılışına doğru seyir değişmeye başladı.
Başlangıçta 1956 Polonya, Macaristan, 1968 Çekoslovakya gibi görünüyordu. Ama yurttaşlık hareketleri anında geriye çekildi. Almanya'nın "Batı'yla birleşmesi" gündeme geldi.
O sırada olanları uzaktan sağlıklı izlemek çok mümkün değildi. Ama şimdi geriye dönüp, oradaki kitle hareketinin taleplerini hatırlamak gerekir. Sosyalist demokrasiye ilişkin ciddi talepleri vardı, kapitalizmin restorasyonu talep edilmiyordu.
Şimdi sanki her şey bir anda olmuş bitmiş gibi anlatılıyor, ama öyle değil.
Kapitalizmin 1975'teki kriziyle birlikte solda da gerileme dünya çapındaydı, Latin Amerika da, Uzakdoğu da buna dahil. Tam teşekküllü, siyasi örgütleriyle biçimlenmiş bir sosyalist hareket söz konusu değildi. Daha çok kitle hareketlerinin talepleri söz konusuydu. Sol SSCB'nin çöküşüyle gerilemedi; bu 70'li yıllarla başlayan bir krizdir.
SSCB'nin zaten sosyalizme katkısı yoktu, etkisi tersineydi. 80'lerden itibaren Avrupa'daki geleneksel sol örgütlerde çöküş, Fransa'da sendikal hareketin, İtalya Komünist Parti'nin gerilemesini unutmamak gerek. Duvara gelene kadar, zaten çöken çökmüştü. SSCB de kendi içindeki sınıf çelişkilerinden, özel mülkiyetleşme sürecinden dolayı çöktü. Duvarın çökme şartları hazırdı. Yıkılışı bir sonuçtur.(BÇ)