Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 17 Aralık 2013’te mahpusların inanç özgürlüğü hakkına ilişkin önemli bir karar aldı. Vardic – Romanya (Başvuru No. 14150/08) davası, Budist bir mahpusun vejetaryen diyet talebinin cezaevi yetkilileri tarafından karşılanmamasını konu alıyor.
AİHM’in değerlendirmesine göre, cezaevi yetkilileri, cezaevi yetkililerinin ve başvurucunun menfaatleri arasında adil bir denge kurmayı başaramadıkları için AİHS’nin 9. maddesi ihlal edildi.
Karar Türkiye’deki mahpusların düşünce, din veya inanç özgürlükleri açısından da dikkate alınması gereken önemli bir karar.
Öncelikle, AİHM daha önceki kararlarında olduğu gibi, belirli bir diyet talebinin dini inançların motive ettiği bir eylem olarak sayılabileceğini (Chare Tsedek – Fransa) dile getiriyor.
Başka bir deyişle, yemeklerle ilgili belirli kurallara uyulması, din veya inanç özgürlüğünün uygulama yoluyla açıklanması hakkı olarak madde 9 kapsamında korunuyor.
Ayrıca, mahkeme başvuruyu değerlendirirken, din veya inanç özgürlüğünü koruyan 9. madde ile ilgili olarak pozitif yükümlülükleri dikkate alıyor.
Temel haklara ilişkin olarak devletlerin pozitif yükümlülükleri, hakkın etkili olarak kullanılabilmesi için devletin alması gereken önlemlere işaret eder. Sadece hakkın kullanımını engellememe yükümlülüğünü ifade eden negatif yükümlülüğün aksine devlet aktif bir şekilde gerekli koşulları sağlama yükümlülüğüne de sahiptir.
AİHS’nin pozitif yükümlülük koşulunun yerine getirilmesi için devletin “bireyin menfaatleri ve toplumun genel menfaatleri arasında adil bir denge” kurması gereklidir. Öte yandan, bunu gerçekleştirirken atılması gereken adımlarla ilgili olarak devletlerin bir takdir sınırı bulunuyor.
Mahkeme için başka alternatiflerin bulunup bulunmaması da değerlendirilmesi gereken bir unsur. Vardic – Romanya davasında, cezaevi yetkilileri, başvurucunun Budist olduğu için talep ettiği vejetaryen diyetini sağlamamış. Ayrıca, bu sırada dışarıdan yiyecek gönderilmesine yönelik sınırlamalar da olduğu için Vardic ailesinin gönderebileceği vejetaryen yemeklerden de mahrum kalmış. Dolayısıyla, başvurucunun yemek açısından cezaevinde sunulan yemek dışında başka alternatifi bulunmuyordu.
AİHM, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu’nun Avrupa Cezaevi Kuralları’na ilişkin 92006 Sayılı Tavsiye Kararı’nın da bağlayıcı olmasa da önemli olduğuna işaret ediyor. Tavsiye kararına göre “mahpuslar için sağlanan gıdalarla ilgili olarak dinleri dikkate alınmalı.”
Sonuç olarak, AİHM Romen yetkililerin, cezaevi yetkililerinin mefaatleriyle başvurucununki arasında adil bir denge kurmadıkları gerekçesiyle 9. maddenin ihlal edildiğine karar verdi.
Norveç Helsinki Komitesi: İnanç Özgürlüğü Girişimi’nin (NHK:İÖG) kısa bir süre önce yayınladığı Türkiye’de Din veya İnanç Özgürlüğü Hakkını İzleme Raporu Türkiye’de özgürlükleri kısıtlanmış bireylerin inanç özgürlüğü hakkının ne denli gözardı edildiğini gözler önüne seriyor.
Raporlama döneminde mahpusların inançları gerekçesiyle özel diyet talepleriyle ilgili herhangi bir şikayet dile getirilmiş olmasa da, Vardic Romanya kararı devletlerin cezaevlerindeki mahpusların din veya inanç özgürlüğü hakkına ilişkin pozitif yükümlülüklerini hatırlatması açısından Türkiye için önem taşıyor.
NHK:İÖG Raporu mahpusların istedikleri din görevlileriyle görüşmelerine ilişkin Alevi bireylerin Alevi dedeleriyle görüşme taleplerinin, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görüşü dikkate alınarak reddedilmesine dikkat çekiyor.
Ayrıca, Adalet Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) arasında 2011 yılında imzalanan Tutuklu ve Hükümlülerin Dini ve Ahlaki Gelişimlerini Sağlamaya Yönelik Protokol ile DİB’in bu hizmetinden yararlanmak isteyebilecek mahpuslar lehine özel bir ayrıcalık sağlamış oluyor.
Örneğin, DİB tarafından görevlendirilen din görevlisi için özel bir çalışma alanı ve ders verme imkanı sağlanıyor. Ancak kendi din görevlilerinden benzer bir hizmet almak isteyebilecek mahpuslar için benzer kaynaklar sunulmuyor.
Ayrımcılık oluşturmaması için bu farklı muamelenin nesnel bir şekilde açıklanabilmesi gerekiyor.
Türkiye’ye tavsiyeler
Raporda yer alan bazı tavsiyeler şöyle:
* Tutuklu ve hükümlülerin düşünce, din veya inanç özgürlüğüne saygı çerçevesinde, diledikleri din görevlileriyle görüşmelerine herhangi bir ayrımcılık yapılmadan izin verilmelidir.
* Cezaevlerinde ibadet yerine ilişkin tesis ve benzeri düzenlemeler sadece Sünni Müslümanların ihtiyaçları dikkate alınarak değil, tüm inanç grupları ve inançsızlar dikkate alınarak planlanmalıdır.
* Tutuklu ve mahpuslara din veya inanç özgürlüğüne ilişkin hakları anlatılmalı ve etkili şikayet mekanizmaları oluşturulmalı, sivil toplumun müdahil olması için gerekli mekanizmalar oluşturulmalıdır.
* Hiçbir tutuklu veya mahpusun kendisini dinî etkinlik veya derslere katılmaya zorlanmış hissetmesine neden olacak bir düzenleme yapılmamalıdır. Bu amaçla dinî etkinlik veya din derslerine katılım ödüllendirme programına dahil olmamalı veya bu etkinlikler veya dersler yerine din veya inanç özgürlüğüyle uyumlu alternatif etkinlik veya dersler program kapsamına alınmalıdır.
Sonuç olarak, Türkiye’de özgürlüğü kısıtlanmış bireylerin din veya inanç özgürlüğü hakkıyla ilgili olarak, devletin sadece engellememe değil, bireylerin haklarını etkili kullanabilmeleri için gerekli önlemleri alma konusunda pozitif yükümlülüğü bulunduğunu hatırlamalıyız.
Bu konuda devletlerin belirli ölçüde takdir sınırı olsa da, cezaevi yetkililerinin menfaatleri ve mahpusların menfaatleri arasında adil bir denge kurmak zorundalar. (MY/YY)