Enver bu láfı amcası Halil Bey'e peronda fısıldar. Sonra alelacele vagonuna kurulur.
Başka haltlar karıştırmak üzere de Ulukışla'dan Dersaadet'e doğru istim tutar.
Belki de, o suratına daha bir "cengáver" (!) hava verebilmek için 2. Wilhelm'den taklit ettiği bıyıklarına balmumu çekmiştir ama, orasını bilemiyorum.
Cehenneme kadar yolu var da, hazret zaten başka cehennemden tüymektedir.
* * *
İttihatçı şebekeyle birlikte bütün bir İmparatorluğu batırıp, sonra da Boğaz'daki yalısı önünde alestá bekleyen Alman denizaltısına kapağı atan adama bazıları "paşa" diyor.
Ben demem ve de anladınız, Enver'in "mahv"ını haber verdiği şey 3. Ordu"muzdur.
Yani, "kuvvet-i külliye"sini bir çırpıda telef ettiği 9., 10. ve 11. Kolordu'larımızdır.
Yani, 1914 Aralık'ının Allahüekber Dağlarında, Moskof gülle ve mermisinden ziyade soğuktan, tipiden, boradan patır patır düşmüş "d-o-k-s-a-n b-i-n" şehidimizdir!
Yani, 90 yıl önceki seferberlik ağıtında kendisine "Ey, askeri kırdıran Enveri Paşa" diye beddua okumuş çarıklı neferlerimiz ve redifli zabitlerimizdir!
* * *
Zaten, o Enver'den ve şürekásından başka ne beklenebilirdi ki?
Piştovla vekil katlederek iktidarı gasp etmiş olan bu komitacı bozuntusu, daha beş ay önce, İngiliz donanmasından kaçan "Goeben" ve "Breslau" zırhlıları Gelibolu'ya geldiğinde, kimseye sormadan ve Prusya elçisinin talimatıyla onlara Osmanlı bandırası çekmemiş miydi?
Tekneleri "Yavuz" ve "Midilli" diye vaftiz edip İmparatorluğumuzu ölümcül savaşa soktuğunu da, bunu "bir çocuğumuz oldu" yüzsüzlüğüyle "müjdelememiş miydi"?
Marne muharebesiyle Almanların Fransa'daki ilerlemesi durdurulmuş ve siper savaşı başlamışken, yazlık üniforma üstüne kaput bile giymemiş bir orduyla kış kıyamette harekáta kalkışmanın intihar demek olacağına da, Enver'in "komitacı kurmay" aklı erebilir miydi?
Eh, Ulukışla dönüşü Divan-ı Harp'te "ordu katliamı"ndan yargılanıp infaz mangası önüne sevk edilecek değil ya, "kuvvet-i külliyesi mahvoldu" diye işi geçiştirdiği gibi, sonra da Çanakkale'den Kanal'a; Galiçya'dan Körfez'e "memleket-i külliye"mizi de mahvedecek.
"Ey, askeri kırdıran Enveri Paşa", kemiklerin mahşer gününe kadar sızlaya!
* * *
Ancak, cumartesi gününe dek ne Enver'in, ne de diğer şürekánın kemikleri sızladı.
Tam tersine, Allahüekber Dağları'ndan Fizan çöllerine, hep şehitlerimizinki sızladı.
Çünkü, "İttihat" ve "hürriyet" gibi iki zıt kelimenin yanyana gelemeyecek olmasına rağmen, bizler, komitacı mezarlarının semtine hálá "Abide-i Hürriyet" demiyor muyuz?
Kaldı ki, Enver'in Asya'daki kemiklerini bile oraya "devlet töreni"yle (!) getirdik.
1915 katliámında baş sorumlu diğer çeteci Talát'ın adını taşıyan bulvarlar da cabası!
Şimdi bir de, "ulusalcı"sından "Maocu karanlıkçı"sına, "Kemalist" ve "Atatürkçü" yaftalı şarlatanlar "Karakol" cinayet şebekesi dahil, İttihatçılığın avukatı kesilmezler mi?
Destur de bre gafil, destur de ve de Büyük Kemal'i kendi pespayeliğine karıştırma!
"Statüko zaptiyeliği"ne kırık dökük son falakayı ararken, Enveri maceraperestlikle Kemali akılcılığı yoğurmaya yeltenip, Allahüekber Dağları'ndaki kemiklere kezzap dökme.
* * *
Ama inanıyorum ki, başta Genelkurmay Başkanı Özkök'ün Cumartesi günü yayınladığı o emsál akılcılık bildirgesi, Sarıkamış'ın 90. yıldönümünde ilk kez, kemikler daha az sızladı.
Cahil maceracıların sorumlu olduğu sonsuz hazin bir yenilgi hamasi kahramanlık nutuklarıyla değil, askeri ve siyasi nesnel tarihin gerçekçilik ışığında idrak edildi.
Artık "kuvvet-i külliyesi mahv-ı perişan olacak" şey, İttihatçı yalan geleneğidir! (HU/BB)