Kürt Hareketi Kendi 28 Şubatını Yaşıyor
Bulut "28 Şubat'ta islam'ı harekete, Refah Partisi geleneğine, Erbakan'a ne olduysa, Tayyipler hangi programdan çıktıysa ve İslamcılar, meşru dayanaklarını içerde değil de dışarda AB, ABD hatta Avustralya'da arayıp kendilerine yeni bir mecra seçtilerse Türkiye'deki Kürtler de bu mecradalar şu anda" diyor.
Kürt hareketindeki bölünmeyi nasıl okumalı?
Olayı anlamak için bütünlük içinde bakmak gerek. Dünya konjonktürü, ABD'nin ve Avrupa Birliği'nin bölgesel ve küresel projeleri, Türkiye'nin ve Kürtlerin buradaki konumu, stratejisi ve rolü. Böyle bakıldığında olay anlaşılır. Yoksa bazı Kürtlerin yaptıkları gibi "Kürt meselesi, dünya meselesinin merkezidir," ya da "Kürt meselesi yüzünden üçüncü dünya savaşı çıkar," türünden abartılar iyi bir analize götürmediği gibi, Kürt merkezli bir analiz olarak kalır. Bu da siyaseti anlamamaya götürür. Kürtler arasındaki bölünmeler, dünyadaki, Irak'taki, Ortadoğu'daki kaosun, Türkiye'deki kaosun, kargaşanın yansımasıdır diyebiliriz. Bence Öcalan'ın yakalanması Kürtler'in 28 Şubat'ıdır.
"Dünyadaki karmaşa" tam olarak neyi anlatıyor?
PKK'nin başlangıçtaki stratejisi eski dünya dengelerine dayanıyordu: Dünyadaki hegemonik çarpışmaların bir ürünüydü. PKK tüm söylemlerine rağmen, genelde Moskova'nın direktiflerine göre değilse de, stratejisine bakarak kendine bir pay çıkarıyordu. Sovyetik kampın çöküşüyle birlikte Öcalan durumu kavradı ve PKK'yi duruma adapte etmeye çalıştı. Bu birinci dönemeç.
İkinci dönemeç, 1992-1995 süreci. PKK 1992'de çok ciddi bir hata yaptı. Genel olarak Kürtlerin, özel olarak Türkiye Kürtlerinin konumunu iyi okuyamadı. Kitleleri kapsayan bir parti değil, öncü savaş veren bir öncü grup mentalitesiyle, Kürtlere ayaklanma çağrısı yaptı. PKK söylemiyle "Bağımsız, Birleşik Kürdistan" kurmak, "kurtarılmış bölgeler'! ve savaştığı TSK'yi yenmesini gerektirirdi. Bu, Cizre ve Şırnak'taki olaylarda bitti. Biz hemen hissetmesek, görmesek de bir kırılma yaşadı: Ayaklanma yoluyla, bağımsız bir devlet kurulamayacağı anlaşıldı.
Üçüncüsü Apo'nun yakalanışı. Bu, Apo'ya muhalif ya da yandaş, Kürtler'in gerçekten 28 Şubatı'dır. 28 Şubat'ta İslami harekete, Refah Partisi geleneğine, Erbakan'a ne olduysa, Tayyipler hangi programdan çıktıysa ve İslamcılar, meşru dayanaklarını içerde değil de dışarıda, AB, ABD hatta Avustralya'da arayıp kendilerine yeni bir mecra seçtilerse Türkiye'deki Kürtler de bu mecradalar şu anda.
Dördüncüsü de ABD'nin Irak'ı işgali. ABD'nin işgali Apo'nun yakalanışından sonra kafa karışıklığı içine giren Kürtlerin kafalarını iyice alt üst etti. Sadece Kürt-Türk ilişkileri değil, Kürt-Arap, Kürt-İran, Arap-Türk ilişkileri alt üst oldu. İsrail-Kürt-Türk ilişkileri de. Dahası eskiden Kürtler Türkiye'nin, İran'ın, Irak'ın, Araplar'ın "kırmızı çizgi"si neydi biliyorlardı. Şimdi her şey boşlukta.
Kürt hareketi bunu görmüyor mu ?
Öcalan, kendisi değerlendirmeler, eleştiriler yapıyor ama PKK'den KADEK'e, KADEK'ten Kongra-Gel'e gelişte ciddi bir eleştiri, muhasebe yok. Neden PKK'nin kapatılmasına gerek duydu? Neden KADEK'i açtı. O niye tutmadı, öbürü açıldı? Halka vicdanen ve ahlaken hesap vermek zorundasınız. Hesabınız şeffaf olmak zorunda ki, halk kendisini onunla özdeşleştirebilsin. Olmadı.
İkincisi de, isimler değişti ama, öz değişmedi. Öz neydi? Pragmatizm: "ABD beni KADEK diye kabul eder", "ABD, isim değiştirirsem beni kabul eder, terör örgütü olmaktan çıkarım". Bu çok pragmatik, basit bir düşünce tarzıydı ama yanlıştı. Filistin'den örnek alarak "yol haritası" çiziyorsunuz, 17 madde. Bu maddelerin başına "kurucu başkan Apo" yazdıktan sonra, KADEK olmuş, Kongra-Gel olmuş fark etmiyor. Kimse aptal değil. Bu şekilde "terör listesi"nden inmezsiniz, inmediniz de.
Öcalan'ı kim hapiste tutuyor? Orgeneral Yaşar Büyükanıt "İmralı'dan örgüt yönetiliyor" diye yakınıyor.
Fikret Bila'nın, Murat Yetkin'in yazdıklarına bakın. Burada çok net anlatılıyor: Cumhurbaşkanı Demirel, Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu, MİT Müsteşarı, Başbakan Ecevit toplanmışlar, Apo'nun getirilmesine karar vermişler. ABD devreye girmiş, "Biz size teslim ederiz ama şartlarımız var" demiş.
Şartlar, belli ki şunlar: Öcalan kötü muamele görmeyecek, adil bir şekilde yargılanacak, temasları kısıtlanmayacak; herhangi bir mahkum olmayacak. Öcalan 30 Ekim tarihli Gündem'de, "Halkıma mektup" başlığı altında diyor ki "Devlet bana çok iyi de davranmıyor, çok kötü de."
Devlet tek kanat değildir. Zaman zaman, devletin belli kanatları gidiyorlar tartışmalar yapıyorlar, İngilizce tabiriyle "brain washing" (beyin yıkama) faaliyetinde bulunuyorlar. Ne kadar olursa o kadar, yönlendirmek için çaba gösteriyorlar. Ama bunun yan etkileri de var. Apo da o fırsatlardan istifade ederek kendi mesajlarını veriyor.
Bu önceden öngörülmüş, ön anlaşmalı bir şey. Devlet istese küçücük bir kelimenin dışarıya taşınmasını önler, ceza verir. Avrupa'yla, başkanlık konseyiyle bunca konuşma yapılıyor, oradan gelen mesajlar iletiliyor. Bunlar hep devletin kontrolü altında. En azından hapishanedeki bütün görüşmeler kayda alınıyor. Demek ki dışarıya karşı belli angajmanları var.
Buradan çıkarılan sonuç şudur: Aslında başkanlık konseyi Kandil Dağı'nda değil, İmralı'dadır. Bu "kötü" ya da "iyi" diye söylemiyorum. Fiili olarak, net fotoğraf budur. Öcalan bir kaç ay önce "Suriye'den, Avrupa'dan avukatlar bulun. Mesajlarımı getirip götürsünler," diyordu. Öcalan, bu bölünmeden sonra, Kandil dağındakine "alternatif" diyebileceğimiz, kendi başkanlık konseyini zaten kurmuş durumda. "Apocu sistem" öyledir. Birinci kişi vardır, ikinci, üçüncü yoktur, arada 98 kişi yoktur, yüzüncü kişiyle devam eder hiyerarşi. Kandil'de de burada da olsa fark etmezdi. Org. Büyükanıt'ın yakınmaları aslında, bir anlamda bu angajmanı gösteriyor, diğer anlamda da demek ki İmralı'da fiili bir başkanlık konseyi kurulmuştur. Tek adam ve yüzüncü adam sistemi, kolektivizm yoksunluğu PKK'nin parçalanmasındaki en önemli etkenlerin başında geliyor.
Şu anda kaç parça?
Dört! Geçen yıl Irak Kürt bölgesinde, özellikle de Musul, Kerkük ve Bağdat'ta dolaştığımda, köylülerle, halkla konuştuğumda dört eğilimi yakından hissettim: Bölünme kaçınılmazdı ve ilk bölünme de liberal kanattan olacaktı!
Osman Öcalan'ın, dahası Diyarbakır Belediye başkan adaylığı nedeniyle Feridun Çelik ve çevresi ve destekleyicilerinin durumunu gördüğüm için. Bu ilk kanat.
İkincisi nostaljikler. Bölünmeye tam gitmeseler de, 84 ruhunu yaşatmaya, silahlı mücadeleyi sürdürmeye çalışan, en azından o günleri özlemle anan, genç kesim ve o çatışmaların döndüğü alanlardaki kesim.
Üçüncüsü "Avrupa diasporası" diyebileceğimiz Avrupa'da sürgündekiler. Tabii dördüncüsü ya da en birincisi Abdullah Öcalan'ın kendisi.
Osman Öcalan bu ayrışmada nasıl konumlandırılabilir?
Kürt tarihinde, Kandil dağına çıkan siyasete iner. Talabani de, Barzani de Kandil dağına çıkıp, siyasete inmiştir. PKK'nin Kandil'e çıkışı, siyasete girmesinin bir ifadesiydi. Türkiye'de pişmanlık yasası değil de, genel bir af yasası, Kürtler'in öznesi olabileceği bir demokratik çözüm olabilseydi, hemen bu tarafta da, o tarafta da siyasete atılırlardı. Ama bu tarafta siyasete atılamadıkları için, o tarafta siyasete atıldılar.
ABD'nin Kürt konsepti, Kürtlerle çatışmamaya ve Kürtler'in kendi içinde çatışmamasına dayanıyor. Türkiye'nin hatırı ya da Türkiye'ye inat için değil, Kürt-Kürt çatışması ABD'nin işine gelmez.
PKK'ye yönelik operasyon Kürtlere yönelik bir operasyon sayılacaktı. PKK'ye yönelik operasyon onun için yapılmadı. ABD, Barzani'nin Kürdistan Demokrat Partisi'ne (KDP), Talabani'nin Kürdistan Yurtseverler Birliği'ne (YNK) "PKK sizin bölgenizde çalışmasın, Musul ve Kerkük'te çalışsın" önerisinde bulundu, onlar da kabul etti. Çünkü orada olsa, ister istemez bir çatışma ve savaş başlayacaktı. Kendi paralellerindeki Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi'ni (PÇTK), dikkat edilsin Kürt bölgesinde değil, Musul, Kerkük, Bağdat'ta ABD'nin hakim olduğu alanlarda kurdular.
İkincisi, iki bin kadar insan, bu tarafa geçmeyi istemedi. Bir o kadarı da pişmanlığı kendilerine yediremediler, dava için çıktıkları dağda kaldılar. Kendilerini oradaki Kürt örgütleri vasıtasıyla siyasete bağladılar. Osman Öcalan bunun uç vermiş halidir. Bu, ilke, anlayış temelinde bir kopukluğun sonucu. Başkanlık Konseyi'ne rağmen, bu hareketin yapısı öteden beri tek adama bağlıydı. Uzun süre tek adama bağlı, emir komuta zinciriyle çalışırsanız, sonuçta kendi başınıza büyük ve stratejik kararlar veremezsiniz. Vermek istediğiniz zaman, ister istemez dağılırsınız.
Irak Kürdistan Bölgesi, bütün Kürtlerin, 30 milyonluk Kürtlerin bir kazanımı. Ne Barzani'nin, ne de Talabani'nin babasının malı. Irak Kürdistan bölgesi merkez; birikimin, kazanımlara dönüşümün merkezi. O kazanımı uluslararası alanda tescil ettirdiğiniz, kabul ettirdiğiniz andan itibaren, kazanımın diğer etkilerini çevreye yayabilirsiniz. Osman Öcalan bunu kavradı. Osman Öcalan, öteden beri Apo'dan farklı, Talabani'ye yakın düşünen birisiydi.
Öte yandan, Irak Kürdistan Bölgesi'nde Kürtler arasında çok ciddi bir liberal akım gelişiyor. Avrupayı, Amerikayı destekleyen, en azından Avrupa'nın, Irak'taki politikalarına, Kürtlerle ilgili politikalarına karşı çıkmayan, Kopenhag kriterlerine yüzde 95 oranında fit olan, yükselen tüccar ve sermayedar grubu var.
Öte yandan Türkiye'de 39 belediyenin kazanıldığı yerler baz alınırsa bir Kürt bürokrasisi doğdu. Belli bir sermayedar grubu palazlandı. Bu sermayedar grupları ister istemez, AB ve liberal grubu tercih edecek. Osman Öcalan'ın söylemi, Mehmet Şener ve Mehmet Can Yüce'den çok farklı. Onun için bu kesimler arasında tutma eğilimi var. Çok kolay başarılamaz. Osman Öcalan'a yönelik suikastler olabilir. Bunu PKK örgütünün düzenlemesi şart değil. O tasfiye edilince liberal grup tasfiye edilmiş olmayacaktır. Çünkü liberal kanat ve fikir Kürtler arasında uç bir zemin sağladı. Kürt-Kürt çatışması, PKK-PKK çatışması böyle bir suikastle yaratılabilir. Ya da Osman'ın söylemlerine çok daha fazla itibar edilir. O silahlı gruplar ve belli kesimler itibar ederler, dolayısıyla Kandil Dağı'ndakiler iyice azınlığa düşer. O azınlık belki suikast yapar. Onun için ben Kandil Dağı'na yönelik siyasi ve askeri operasyon şimdiden itibaren başlamıştır, derim. Bahara kadar sonuçlandırılır.
AKP'nin Kürt meselesinde kendine özgü bir tavrı ve stratejisi var mı?
Var! Devlet, bir kere daha yinelersem, yekpare değil. Savaş isteyen, barış isteyen farklı kanatları var. Bir enformasyona dayanarak değil, ama çıkarsama yaparak Abdullah Öcalan'ın birbirini tutmayan demeçlerini de buna bağlıyorum. Kendi kendime soruyorum: Acaba Öcalan'la farklı kesimler konuşunca farklı söylemler mi çıkıyor? Ama bu aynı zamanda devletteki farklılıkları, farklı kanatlar arasındaki görüş ayrılıklarını da ortaya koyuyor. Geleceğim nokta şu: iki yaklaşım karşı karşıya. Osman Öcalan ile Irak'lı Kürtlerin, ABD ile AKP'nin iki ayrı Kürt yaklaşımı var.
AKP ABD'ye mi yakın duruyor?
İki nedenle yakın. Birincisi AKP, yerel seçimlerde niyetini belli ettiği üzere, o bölgedeki insanların büyük desteğini alarak, hem Kürt konusunda atacağı adımlara biraz içsel meşruiyet kazandırmak, hem de deyim yerindeyse, kendisine karşı çıkabilecek devletin gerçek sahiplerine dayanak noktası oluşturmak istiyor. Bu program dış kaynaklı mı, iç kaynaklı mı önemli değil. Böyle bir program olduğunu düşünüyorum. Niyetler düzeyinde değil. Belki de pratikler düzeyinde olacak.
İkincisi de ekonomik ve sosyal havza sistemiyle, Kürt devletinin hamiliğine soyunmaktır. Siyaset de olacak içinde ama, daha çok ekonomik entegrasyon, sosyal ve kültürel entegrasyon...
AKP çevreleri ya da bunların teorisyenleri şu tespitleri yapıyor. Bir, Kürtler'i temsil eden partiler tıkandı, iki, dar alanda paslaşıyorlar. Üç, PKK'de çözülme var. "Biz o kitleyi ne kadar kendimize çekersek onun altını boşaltmış oluruz, dolayısıyla hem bu meseleyi kitleselleştirmiş, hem de devletin sahiplerine karşı ciddi bir dinamik kitleyi arkamıza almış oluruz," diye düşünüyorlar. Dahası, "güneyden, Irak'tan esen rüzgarı arkamıza alırız. Uluslararası ve bölgesel alanda önemli bir kazanım elde ederiz," diye umuyorlar: Onların hesabı, "batan geminin mallarından ne kurtarırsak kardır!"
Nitekim, AKP'nin bazı Kürt şahsiyetleri kendine çekme yönünde girişimleri olduğunu duyuyoruz. Hedef, sırf Kürtleri temsil eden partini altını boşaltmak, daha çok da Irak bağlantılı Kürt konseptini Türkiye'ye zarar vermeyecek ama, AKP'yle Talabani'nin, Barzani'nin, Amerika'nın nispeten uzlaşabileceği bir zeminde benimsemek.
Tabii Kopenhag kriterleri de var. Burada da Leyla Zana'nın, Hatip Dicle'nin kuracağı, Kürtler'in yeni oluşumuna, mümkün olduğu kadar Avrupa Birliği üzerinden destek mesajları almak hedefiyle, çok yönlü bir politika güdülüyor. Bu politika, devletin politikasıyla özellikle de Genelkurmayın söylemlerine ters düşüyor. Buradan hareketle hükümet farklı, devlet farklı, en azından devletin bir kanadı farklı demek mümkün.
Leyla Zanalar'ın oluşumu ne ifade ediyor?
Kürt aydınlarının bir kesimi bize, DEMOS'a (Demokratik Uzlaşma ve Kürt Sorununda Çözüm Girişimi) geldiklerinde hem Öcalan'a yönelik eleştirilerimizi hem de bu oluşuma katılmayacağımızı ifade ettik. Sebebi şuydu: Biz böyle bir oluşumun bağımsız olamayacağı düşüncesinden hareket ettik. Ya da ön kabul olarak böyle bir oluşum bağımsız olacaksa ileride Kürt aydınları destek verebilir ama ben değil. Aydın olarak ben üye olmam.
Öcalan kuşkusuz bir hareketin lideri. Dost da düşman da kabul ediyor. Hapiste olması bile bunun göstergesi, idama mahkum edildi, cezası ömür boyu hapse çevrildi. Bu bile gösteriyor ki, o bir hareketin lideri. Kürtlerin, bölgedeki insanların, Avrupa'nın yakinen tanıdığı bir isim. Kuşkusuz onun görüşleri de Türkiye'de olacaktır. Her vatandaş gibi, görüş ve önerilerini söyleme, belirtme hakkına sahiptir. Ama vekaleten, ama doğrudan. Bu başka bir şey ama bu görüşleri bir ayet gibi, bir emir komuta zinciri içinde almak başkadır. Öcalan'dan veya başkalarından, Talabani'den, Avrupa'daki herhangi bir Kürt'ten, Türk'ten bir öneri gelebilir. Önemli olan böyle bir oluşumu yapacak insanlar bağımsız mı hareket edecekler? O öneri akla ve hayata yakınsa alınır, değerlendirilir. Ama o öneriler bir ayet gibi emir gibi telakki edilip aynen uygulamaya kalkılırsa, önü zaten boştur.
Aslında Öcalan şunu bilmelidir ki, "başkanı şu olsun, bu olsun" dediği andan itibaren Türkiye'de önü zaten kesilir. Türkiye'de ön yargılar var. Leyla Zanalar'ın hareketini, AB süreci içersinde kendilerine yer edinmeye yönelik, Kürtler'in belli demokratik taleplerini yerine getirmeye yönelik, bu arada da saf dışı kalan, dışlanan kesimleri de siyasetin içine, Türkiye'ye çekmeye yönelik bir hareket olarak değerlendirmek, daha fazla bir şey beklememek lazım.
(YS)