Söz konusu e-mail, 25 Temmuz'da Hakan Yavuz'a gönderilmişti. Cevap vermedi. Ama, kendisine gönderdiğim e-mail'in tam metnini bugün burada yayınlıyorum ve yazının sonunda, niçin yayınladığımı belirteceğim. İşte o e-mail'in tam metni:
"Hakan bey,
Bir süredir İstanbul dışında, tatildeydim. O yüzden e-mail'inize geç ulaştım. Dolayısıyla; cevaptaki gecikme için bağışlayın. Benimle konuşmak ve bazı şeyleri anlatmak istediğinizi anlıyorum. Bu arada, Henri Barkey ve Ömer Taşpınar ile konuşmuşsunuz. Milliyet'te Fikret Bila'nın kaleminden iki gün sürmanşet olarak verilen, size dayandırılan, benim bir 'dezenformasyon kampanyası' olarak nitelediğim ve böyle yazdığım haberin arka planı ile ilgili açıklamalar yapmışsınız.
Anlattığınız ve benim öğrendiğime göre siz Genelkurmay'a çağrılmışsınız ve iki üst rütbeli subay (herhalde korgeneral, tümgeneral), biri Harekat Daire Başkanı diğeri ise Abdullah Recep olan iki paşa, sizinle konuşmuş ve önünüze 17 sayfalık bir metin iletmiş. O metinde, Milliyet haberinde ileri sürülen ve yapılmadığı ve dolayısıyla katıldığı iddia edilen kişilerin de katılmadığı toplantı, yapılmış gibi gösteriliyormuş. Yani, o metin, yapılmayan o toplantının zaptı niteliğindeymiş. Siz katılmadığınızı söylediğiniz halde, size, bunun Washington'dan teyid edildiğini söylemişler. Sonra, Fikret Bila'ya çağrılmışsınız. Fikret Bila'nın elinde de aynı metin varmış. Ayrıca, Genelkurmay'da görüştüğünüz kişilerden, benim, M.Ali Birand'ın, Nazlı Ilıcak'ın, Yasemin Çongar'ın, İlnur Çevik'in 'Ali Kemaller' olarak nitelendirildiğini öğrenmişsiniz. Hatta, Ömer Taşpınar'a önceki gün telefonda 'Cengiz'i öldürürlerse şaşırmam' demişsiniz.
Fikret Bila, katılmadığınızı söylediğiniz halde, yapılmamış olan o toplantıya ait Genelkurmay'da gördüğünüz metni, Milliyet gibi saygın sayılan bir gazetede sürmanşet olarak yayınladı. Bu tertibi ortaya çıkarmamız üzerine, iftira kampanyası ısrarla sürdürülünce, artık sizin ortaya çıkıp gerçeği açıklamanız büyük önem taşıyordu. Henri Barkey'e anlattıklarınızı kamuoyu önünde yapmanız gerekiyordu. Size bu yönde çağrılar yapıldı. Ki, ben köşeme bunu defalarca sizden talep ettim. Gerçeği anlatmaktan kaçındınız. Bunun gerekçesini, Henri Barkey'e 'korkmuş olmanız'la izah etmişsiniz. Askeri savcı olan kardeşiniz ve bir başka kişi, size, 'sakın kimseyle konuşma' demiş ve siz de Antalya'ya gidip tatil yapmışsınız. Bana, bunların dışında anlatacaklarınız var mı, onu merak ediyorum. Yani; Henri Barkey'e anlattıklarınızdan değişik bir şey anlatacak mısınız?
Henri Barkey'e, kendisine ve Milliyet ombudsmanı Yavuz Baydar'a yalan söylediğinizi, korktuğunuz ya da korkutulduğunuz için öyle davrandığınızı da söylemişsiniz. Öncelikle, 'korku'yu çok insani bir duygu olarak gördüğümü, bunu anlayabildiğimi bilmenizi isterim. Size, korkmuş olduğunuz için kızamam. Türkiye gibi bir ülkede insanların nasıl korkutulduğunu ve sindirildiğini bilebilecek konumda ve tecrübedeyim. Sorun, bu değil. Size birkaç noktayı işaret etmeme izin veriniz:
Sizinle yıllar öncesine dayanan bir tanışıklığımız ve hukukumuz bulunuyor. Benim can güvenliğimi ilgilendiren ve bizzat tanık olduğunuz bir konuda, bunca zaman Türkiye'de bulunmuş olmanıza rağmen, beni aramamanızı yadırgadım. Size Genelkurmay'da gösterildiğini anlattığınız 17 sayfalık metin, Milliyet'te haber yapılmadan iki hafta önce, Savaş Süzal'ın İnternet sitesinde ve ardından Aydınlık dergisinde yayınlanmıştı. Milliyet'te yayınlanması üzerine patlak veren tartışma üzerine, Savaş Süzal, İnternet sitesinde, bana yönelik akıl almaz yalanlar ve iftiralarla dolu bir yazı yazdı. (Tabii o yazdıysa; daha doğrusu öyle bir yazıyı yayınladı). Ardından, geçen hafta Aydınlık, beni yine akla hayale gelmeyecek yalanlar ve hayasız iftiralarla kapak yaptı. Kocaman bir fotoğrafımı kapağa koyarak. Kapak yazısının içinde, sizin anlattıklarınızı doğrulayan "Ali Kemaller" ve "onun gibi cezaya çarptırılacakları"na dair bir bölüm de yer alıyordu.
Bu durumda, ne gibi adi bir oyunun içine, hayati tehlikeyle sokulduğum ortada. Böyle bir durumda, gerçeği, açıkça Amerika'dan duyurmanızın sizin için vicdani hiçbir sorumluluğu yok mu? Bu oyunun bozulmasına -merkezinde siz yerleştirildiğinize göre- gerçekleri açıklamanızla katkıda bulunamaz mısınız?
Ancak bunu yaparsanız, isminiz üzerine düşen gölgeyi silebilirsiniz. Bunu yapmakta korkacak bir şeyiniz de yok. Nereden bakılsa, Utah'dasınız ve bir akademisyensiniz. Yani, bir nevi korunaklı durumdasınız. Biz, hakkımızdaki bunca alçakça tertibe, yalana, iftiraya rağmen çok korunaksız haldeyiz. Tek korunağımız, gerçeklerin ortaya çıkarılması olabilir. Bunu da siz yapabilirsiniz. Üstelik, siz, Amerika ibi bir hukuk devletinde, akademisyen sıfatlı bir kişi olduğunuza göre, Türkiye'de hukuksuzluğa karşı durmak gibi bir sorumluluğunuz olduğunu düşünmüyor musunuz? Siz de bu hukuksuzluğa kurban gitmişsiniz. Bizler, bu hukuksuzlukları, kişiliğimizi yok etmeyi amaçlayan hayasız iftiraların yanı sıra canımızla ödeyebilecek tehditler altındayız. Yine de hukuksuzluğa karşı durmaya çalışıyoruz. Bu durum, bir akademisyen için, sizin için, aynı zamanda da bir 'etik sorunu' değil midir? Sizden sadece istenen, tekrar tekrar söylüyorum: Henri Barkey'e anlattıklarınızı, nasıl bir tertip kurulduğunu; yani, gerçeği açıklamak.
Bu konu, kaldığı yerde kapanmasını istemenizle de kapanmayacak cinsten. Zira, medyada varolan ve dişli kişiler işin içinde. Nazlı Ilıcak çok mücadeleci bir insandır. Bu konunun üzerine gitmeye mutlaka devam edecektir. Yasemin Çongar, itibarlı bir isim, 'Ali Kemal'lik iddiası karşısında pısıp oturmasını bekleyemezsiniz. M.Ali Birand da durumdan haberdar. Mutlaka bir şeyler yapacak. Ben, Doğu Perinçek ve dergisini misli görülmemiş bir tazminat davasıyla adalet önüne çıkartacağım. Yani, bu dosya, sürekli açık tutulacak; bu konunun üzerine sürekli gidilecek.
Kaldı ki, sizinle ilişki kurmuş olan askeri şahsiyetlerin Genelkurmay'ı ya da Türk Silahlı Kuvvetleri'ni temsil etmediklerini, bir "fraksiyon" niteliğinden öteye gidemeyeceklerini bilmenizi isterim. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin üst komuta heyetinde nice vatansever, sağduyulu, aklı başında insan var. Bunların bir kısmını şahsen tanıyorum. Askerin adının böyle kirli tertiplere karıştırılmasına herkesten daha duyarlı onlar. Yani, gerçekleri, Henri Barkey'e anlattığınız gibi anlatırsanız, askerle ters düşmek gibi bir korkunun içine girecek olmanızın da gereksiz olduğunu size belirtmek istiyorum. Tersine, askerin güçlü, sağlıklı ve bu tür pis tertiplere itibar etmeyen yönetimi nezdinde kendinizi de sağlama almış olacaksınız.
Hakan bey,
Sizi ilk bakışta, ağır gelebilecek bir yük altına sokmak istediğim hükmüne lütfen varmayınız. Sizden sadece gerçeği telefon konuşmalarınızda yaptığınız gibi ve yaptığınız kadarıyla kamuoyuna açıklamanızı rica ediyorum. Emin olun, her şey, herkes için -siz dahil, daha iyi olacak.
Selamlar,
Cengiz Çandar"
Bu e-mail'i niçin bugün yayınlıyorum? İşte sebepleri
1.Konu, Nazlı Ilıcak'ın dünkü yazısıyla yeniden canlandı;
2. 313 generale MHP'nin gönderdiği, yukarıdaki tertiple akraba halindeki ilişkilere askeri davet eden mektup, askerler tarafından iade edildi;
3. Yüksek Askeri Şura kararları dün açıklandı. Yukarıda işaret ettiğimiz türden "kirli tertipler"in tetikçileri ve aletlerinin arkası zayıfladı.
Ve, en önemlisi; artık 28 Şubat döneminin karanlık dehlizlerinde, medyanın içine sokulduğu "korku tüneli"nde hareket etmiyoruz. AB'ye doğru yol alan bir ülkede, böyle pis tertiplerin karanlıkta kalmasına, "korkunun egemenliği"ne yer yok. Her şey açığa çıksın. "Yeni andıç faaliyetleri" artık tekrarlanmamak üzere son bulsun..
* Cengiz Çandar'ın yazısı 06.08.2004 günlü Dünden Bugüne Tercüman gazetesinde yayımlandı.