Ve tabii ki, "Kerinçsiz ve Kumpanyası" da böyle bir durumda bir karşılama töreni düzenlemeliydi, düzenlediler de...
Önce havaalanında ülkecek bir türlü jargonumuzdan silemediğimiz "döl" temelli laflarla karşılamışlar din adamını, ardından da hızlarını alamayıp Heybeliada'ya kadar takip etmişler. Fener Rum Patriği davet ettiği Karekin'e Ruhban Okulu'nu gezdirirken 65 kişilik kumpanya yeni oyunları için sahne aldı.
O koruma duvarı ki...
Çevik Kuvvet 250 kişilik bir ekiple koruma yaparken nasıldır bilinmez iki gösterici o koruma duvarını aşmış, okulun önüne çıkmış, slogan atmaya başlamış.
O koruma duvarını nasıl aştıklarını tahmin edebiliyorum zira her saldırıda böylesi duvarları aşıyorlar. İnanın polis pek kımıldamıyor bu durumda. Hoş, TV'lerde görmüşlüğünüz de vardır ya...
Evet, "polis duvarı" aşılmış, sloganlar atılmaya başlanmış... Neden olmasın değil mi? Zaten buraya kadar benim de bir itirazım yok, hatta atılan sloganların yasalar önünde suç sayılması, ırkçılık, ayrımcılık içermesi de o kadar umurumda değil. Yasaklarla ne çözülebilir ki?
Paya düşen tokat
Ancak sloganlar sırasında muhtemelen ekmek almaktan falan dönmekte olan bir Adalı kadının "neden huzurumuzu kaçırıyorsunuz" sorusuna gelen "tokat" yanıtı insanın sinirlerini zıplatıyor... Hala alışamadık; neyse iyi ki de...
Saldırıyı önleyemeyen polis hemen gözaltına almış tokadı atanı. Ama o kadar, belli ki sonra da hemen bırakmış. Politik magazin sahnemizde geçen seneki olay haline getirilen Osmanlı Ermenileri Konferansından bu yana "yeni yüzler" ve bir "sözcü" var malumunuz...
O günden bugüne
Bu "sözcü"nün adının bile söylemeye gerek yok ya, tekrarlayalım: Kemal Kerinçsiz. Kendisi avukat oluyor, İşte o günden yani Osmanlı Ermenileri Konferansı'ndan bu yana özgürlüklerini kullanmak isteyenlerle, özgürlük mücadelesi verenlerle ilgili her ne olursa, ki genellikle bu olaylar mahkemelerde cereyan ediyor, bunlarsız olmuyor.
Ben aslında bu "kontr-eylemciler"in de sokaklara çıkıp çıkıp demokratik bir ortamda haklarını savunmalarını, ifade özgürlüklerini kullanmalarını destekliyorum.
Ancak Kerinçsiz Kumpanyası bu hak kullanımını "şiddetle" sosluyorlar. Duruma anında saldırmalar, havada yumruk uçuşturmalar falan derken sanki bunlara "sonsuz bir özgürlük ortamı" sunuluyor... Ne tuhaf, "özgürlük" ne demekmiş anlatılamamış besbelli.
Yüz yüze tanışma
Kerinçsiz Kumpanyasıyla en son bire bir, yüz yüze Aydın Engin ve Agos Gazetesinin yargılandığı "yargıya müdahale" davasında karşılaştım.
Biz Engin ve Agos gazetesini desteklemek için orada olanlar polis kordonuna alındık ki başımıza bir şey gelmesin... Bir dakika; sakın korunduğumuzu sanmayın; Kumpanya bir el işaretiyle uzaklardan üzerimize uçtular, Müge Gürsoy Sökmen de, Feza Kürkçüoğlu da, ben de saldırılardan yumruklarla nasibimizi aldık.
Sonraki eylemin adresi
O gün dikkatimi çekmişti, üç gazeteciyi bir arada gördükleri anda basın toplantısı havasına girebilen Kumpanya gazetecilere bir sonraki eylemlerinin adresini veriyordu, Taksim'deki Fransız Başkonsolosluğu binası.
Sebep malum, Fransız parlamentosunun "Ermeni soykırımı" oylaması. O zamandan beri kendileri Perihan Mağden davasında, Fransız Baş Konsolosluğunda ve dahi pek çok yerde "eylemci kumpanya" olarak karşımıza çıktı. Son numaraları ise önceki gün adalara taşınmak oldu...
Olacak tabii... Çünkü bunlar saldırıyorlar, polis geliyor, " şikayetçi misiniz" diye soruyor, siz de "sizin önünüzde saldırıya uğradım" diyorsunuz... Hani kamu davası falan gibi durumlar vardı?
Canımı sıkan yumruk yemek falan değil. Canımı sıkan bu insanların öyle ya da böyle kendilerini "halk" olarak tanımlamaları, memleketin tek sahibi ilan etmeleri, nedendir bilmem bu ülkeyi benden, sizden daha çok sevdiklerine insanları ikna etme çabaları ve hatta ikna edebilmeleri.
Murat Belge hocanın iki hafta önce Birgün'deki röportajında Hamza Aktan'a dediği gibi "meydan kerinçeklerle, perinçsizlere kaldı"...
Kaldı mı? (ÇM/CC)