Fotoğraf: CHP Fotoğraf Servisi
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin Meclis grup toplantısında konuştu. Kılıçdaroğlu’nun gündeminde 10 ilde yıkıma neden olan Maraş merkezli depremler vardı.
15 dakikalık bir konuşma yapacağını söyleyen Kılıçdaroğlu, partililerden alkış veya tezahürat yapmamalarını istedi.
Hatay'daki 6.4 ve 5.8 büyüklüğündeki depremlerin ardından yarın CHP'li belediye başkanları ile birlikte Defne’ye gideceği bilgisini verdi.
Yapacağı konuşmayı çok düşündüğünü belirten Kılıçdaroğlu, bölgede olduğu zamanki duygularını şöyle anlattı, iktidarı eleştirdi:
Bugün burada yapacağım konuşma için, uzun uzun düşündüm. Derler ya hani, ‘Kelimeler kifayetsiz kalıyor’ diye, gerçekten de öyle kelimeler kifayetsiz kalıyor. Gördüklerim nasıl anlatılır inanın bilmiyorum. Gördüğümüz gerçek olamayacak kadar korkunç ve kâbustu.
Kadim şehirlerimizde ölümden başka hiçbir şey yoktu. İnsanlar isimleri haykırılıyordu sokaklarda. Evlat isimleri, kardeş isimleri, anne isimleri, baba isimleri... Herkes birbirinin adını söylemeye çalışıyordu. Gece indiğinde tümüyle tükenmiştik. Nasıl anlatılır orada gece? Buz gibi bir soğuk ve gerçek bir zifiri karanlık. Yatacak yer arıyoruz kendimize. Neyse bir yere yerleştik, dinlenmeye çekildim ama dinlenmek mümkün değil, uyumak mümkün değil. Gözlerimi kapatıyorum; o çocuklar, isimler gitmiyor aklımdan. Halkımızın acısını düşünüyorum, torunlarımı düşünüyorum. Duygularım karmakarışıktı.
Düşündüm bu ülkede her şeyi bölüştüler, acılar hariç. ‘Acıları hiç kimse bölüşmeyecek mi bu ülkede’ diye sordum kendi kendime. Yarın torunlarım büyüyecek, soracaklar bana, ‘Dede en zor olduğu zamanlarda sen neredeydin?’ ‘Ne yapıyordun?’… ‘Ne diyeceğim onlara’ diye düşünmeye başladım. İşte o zaman, o an içimde bir şey koptu. Anladım ki, ben artık eski ben olamayacağım. O an itibariyle ben aynı Kemal değildim.
Kalktım... Basın müşavirim Ömer’i aramaya koyuldum. Telefon hatları çekmiyor, hiçbir şey çalışmıyor. Ömer, “Gece kapının önündeki araçta olacağını” söylemişti, araca gittim. O da zaten uyumuyordu. Herkeste aynı travma... ‘Hadi Ömer, halkımıza seslenmemiz lazım’ dedim. ‘En zor zamanda, nerede duracağımızı söylemem lazım, gelecekte torunlarımın soracağı sorulara, bu gece benim yanıt vermem lazım’ dedim. ‘Erdoğan ile siyaset üstü hizalanmayı reddediyorum’ dedim. Ne kendisiyle, ne sarayıyla, ne de çeteleriyle hizalanacağım. Ne siyaset üstüne, ne siyaset altına… Ne ölümüne ne dirimine... Ne de milleti için var olamayan bir devlet yapısı ile de hizalanacağım. Milleti için, evlatları için var olamayan bir yapıyı yüceltmeyeceğim.
‘Dayanışacaksam da; milletimle dayanışacağım’ dedim. Bu ülkenin 84 milyon canı var. Genci, yaşlısı var, inançlısı, inançsızı var, dindarı, ateisti var, Sunnisi, Alevisi var, Türkü, Kürdü var... Dayanışacaksam bunlarla dayanışacağım. ‘Onlar varken, Erdoğan ne Allah aşkına?’ diye sordum kendi kendime. ‘Siyaset üstü’ diyerek, iğrenç reklamlara imza atan İletişim Başkanlığıyla mı dayanışacağım? Dakika bir İletişim Başkanlığı zaten gayri ahlaki bir sürü çabanın içine girmişti.
Neyse... O geceye döneyim... Milletimize seslenmek istiyorum ama internet bağlantısı yok. Ömer ile uğraşıyoruz. Millet bizi bekliyor. İnternet bağlantısını halletmeye çalışıyoruz. Saat gecenin ikisi... Neyse çözdük bir şekilde interneti. Seslendik. Ne düşünüyorsam, amasız, fakatsız, güzellemesiz söyledim.
Şimdi yine buradan seslenmek istiyorum sevgili halkımıza. Daha iyi olmayı hak etmiyor musun? Halkına hep hüzün ören bir ülkede yaşamaya devam mı edeceğiz? Cumhuriyetimizin bir yüzyılı geçti, ikinci yüzyılımız daha iyi olmasın mı bizim? Halkının derdine koşamayan bir devleti toplamaya, değiştirmeye, iyileştirmeye çalışmayacak mıyız? Bunun zamanı gelmedi mi sevgili halkım? Yazımızı öldürdüler; ama artık bir baharı yaşatmayalım mı bu çilekeş halkımıza?
Şunun da hepimiz farkındayız ki, bizim ‘bir iktidarı değiştirmekten’ çok daha derin meselelerimiz var. İktidarı değiştireceğiz. Orası kolay. Ama hepimiz biliyoruz ki, değişim, bir iktidarı değiştirmekten büyük olmalı. Çünkü zihniyeti değiştirmemiz lazım, zihniyet değişmedikçe bu sorunlarla hep karşılayacağız! Bu ülkeyi enkaz altında bırakan düşünce şeklini kökünden kurutmamız lazım. Değerlerimizi yeni baştan örmemiz lazım.
Devlete yaklaşımımızı değiştirmemiz gerek. Beşli çeteler koca Hazineyi soyuyor. İmar affı çıkar diye kat çıkılıyor. İmar affı veriliyor. Soygunculara susuluyor, ses çıkarılmıyor. Şehirler rant üzerine inşa ediliyor. Dükkân kiralayan birkaç metre kazanmak için kolonları kesiyor. Deprem oluyor, komşu şehirlerde kiralar fırlıyor. Küçük büyük tüm fırsatçılara geçit veriliyor. Açıkça ifade edeyim sevgili halkım, rant peşinde koşanlar bizi yönetiyor. Açgözlülere tahammül ediliyor. Kendini akıllı sanan kurnazlar devletine vergi takıyor, müşterisine kazık atıyor. İş insanları mali müşavirleriyle yasa boşluklarını kovalıyor. Kibir alkışlanıyor. Hırsızlığa göz yumuluyor. Düzen devam aynen ediyor. Hemen bir fırsatçılık yapılıyor, büyük, küçük, herkes rantın peşinde… İhanet, yalan ve menfaat... Bu nedir Allah aşkına? Bu nasıl bir düzendir? Biz ne yaptık kendimize böyle? Nedir bu haram sevdası? Oturup düşünmemiz gerekmiyor mu?
Elbette önce bu düzeni suçlayacağız. Çünkü bu düzeni onlar getirdi. Ama iğneyi, biraz da kendimize batırmak zorundayız. Peki ya siyasiler? Siyasete giren kısa sürede ve anormal şekilde zenginleşiyor. Sende görüyorsun, bende görüyorum. Biz siyasiler de ‘Oy kaybederiz’ diye, imar aflarına el kaldırıp indiriyoruz hep. Sonra çıkıp saraylılar açıkça milleti tehdit edebiliyorlar. Defterler tutuyorlarmış... Zıvanadan çıktılar. Bambaşka bir özgüven var onların siyaset anlayışında. Olmaması gereken bir özgüven...
Velhasıl, değişmemiz lazım. Sistemi yani düzenin çalışma şeklini kökünden değiştirmemiz lazım. Devletin işleyişini değiştirmemiz lazım. Siyasetin yapılma şeklini değiştirmemiz lazım. Davranışlarımızı değiştirmemiz lazım. Davranışlarla değerlerimizi yakınlaştırmamız lazım. Değerlere gelince mangalda kül bırakmayan bizlerin, bunu artık davranışlarımıza yansıtmamız lazım. Özetle her şeyi ama her şeyi temelden değiştirmek zorundayız.
Değişime bu vahşi neoliberal, tek adam rejiminden başlayacağız. Ama değişim burada durmayacak, halkı ilgilendiren her alana sirayet edecek değişim. Ve şafak söktüğünde; ki şafak sökecek, evsiz, barksız, aidiyetsiz kalan kuşlar, bu ülkede yuvalarını yeniden bulacaklar.
Depremler hep olacak. Bundan kaçınma şansımız yok. Ama devlet artık depremler karşısında aciz kalmayacak. Bu kâbus bir daha yaşanmasın. Haramdan, düzensizlikten, yalandan, riyadan siyaset elini çekecek. İkinci yüzyılımızda artık bunlar yaşanmasın...
Sevgili dostlar, sevgili arkadaşlarım, sevgili halkım, emin olun kayırma bitecek, suiistimal bitecek. Açgözlülük bitecek. Rant bitecek. Her birimiz elimizi taşın altına koyacağız her birimiz. Bu coğrafyada yaşayan her birimiz elimizi taşın altına koyacağız. Önce inanacağız; işin kuralı budur önce inanacağız. Birbirimize inanacağız. Ülkeyi değiştireceğimize, adaleti getireceğimize inanacağız. Daha iyisini hak ettiğimize inanacağız.
Sevgili dostlarım, deprem gecesinden beri, canla başla dayanışma içinde olan onurlu halkımız için, inanmak zorundayız… O güzel insanlarla beraber, o güzel insanlar için... Bu ülkeyi yeniden kuracağız! Bilimle, düşünceyle, teknikle, liyakatle kuracağız. Kural koyacağız. O kuralları asla çiğnetmeyeceğiz. Artık imar aflarını ağzımıza almayacağız. Plan yapacağız; o planlara uyacağız, sadık kalacağız. Kurumlar inşa edeceğiz. Tek adamlar asla ve asla bu coğrafyada bir daha olmayacak. Helal olanı yasal olanla bir edeceğiz. Vallahi de, billahi de bu harami düzenini mutlaka ama mutlaka değiştireceğiz!
Bu son olsun dostlarım, bu son olsun. Yarın çocuklarımız, torunlarımız sorduğunda da, ‘Bu kâbusu biz bitirdik’ diyelim dostlarım.
(HA)