"Fakat dünyanın geri kalanında -hem Müslüman dünyada hem de artık Müslüman bir azınlığı barındıran Batı'da- büyük bir isyan ve aşağılanma duygusunu uyandıran ve cihatçılığın meşrulaşmasına yardım eden şey, genç Filistinlilerle İsrail tanklarının ve füzelerinin çarpışma görüntüsüdür. Kimi durumlarda, göçmen kökenli bazı Fransız gençlerinin ve İngiliz 'Asyalıların' cihâd'a kendilerini adamaya ikna olmalarının nedeni bu olabiliyor."
Farhad Khosrokhavar "intihar bombacıları" için böyle diyor; daha ayrıntısı ise Versus Kitap'tan Tülay Duman çevirisiyle çıkan "İntihar Bombacıları - Allah'ın Yeni Şehitleri" kitabında.
İslam'la ilgili çalışmalarıyla tanınan gazeteci Ruşen Çakır, "Son dönemlerde iyice yaygınlaşan intihar eylemlerini İslam diniyle açıklamaya çalışmak ne kadar yanlış ve tehlikeliyse, bu sorunun dini ve İslami boyutlarını görmezden gelmek de aynı ölçüde yanıltıcı," diyor.
"İşte Khosrokhavar, Allah'ın Yeni Şehitleri'nde bu ince dengeyi, İslam teolojisi, fenomenoloji, siyasetbilimi, sosyoloji, antropoloji ve psikolojiye başvurarak usta bir şekilde kuruyor. 2002'de Fransa'da basılan ve epey ilgi gören kitap 2005 Şubat ayında İngilizce'ye de çevrildi ve hemen konuyla ilgili bir 'başyapıt' olarak değerlendirilir oldu."
İran asıllı Fransız asıllı sosyolog Khosrokhavar 1990'dan bu yana İran Devrimi ve İran toplumu üzerine yaptığı çalışmalarla tanınıyor. Olivier Roy ile birlikte hazırladığı İran: Bir Devrimin Tükenişi (1999) Türkçe'ye kazandırıldı (Metis Yayınları).
"Kutsal ölüm"ü konu edinen "İntihar Bombacıları - Allah'ın Yeni Şehitleri) çalışması yazarın 14. kitabı oluyor.
Jean-François Mayer'in Religioscpoe adına 28 Eylül 2002'de Farhad Khosrokhavar'le kitap üzerine yaptığı söyleşiyi, Ahmet Arslan'ın (Galatasaray Üniversitesi İİBF öğrencisi) çevirisiyle yayımlıyoruz.
İslam'da şehitlik ( kavramı eski dönemlerde bir savaşta ya da intihar saldırısında ölüme 'erişmek' anlamında kullanılıyor muydu? Bu şehitler modern çağın bir fenomeni olarak değerlendirilebilir mi?
Gerçekten şehitlik büyük bir hızla artışı oranında yeni bir olgudur. İslamda şehitlik daha çok inanmayanlara karşı inancın savunulmasında ortaya çıkan istisnai bir olgudur.
Bu kavram cihad- kutsal savaş kavramı ile ilintilidir. Veya Müslüman olmayan güçlere karşı Müslümanların mal ve mülklerini savunması anlamı söz konusudur. 13. ve 14. yüzyıl öncesinde, Müslümanlar arasında yaşanan savaşlarda şehit kavramı nadiren kullanılmıştır. Bununla birlikte, 'şehitlik' tamamıyla bugüne ait bir kavram değildir. 'Şehitler' sayıca çok fazladırlar.
Öte yandan 'şehit' daha çok ritüel bir karakterdedir. Şiilikte, büyük şehitlere, özellikle on iki İmamlara ve Kerbela'da ölen on iki İmamlar'dan üçüncü imama büyük değer verilir. Her yıl Muharrem ayı boyunca Kerbela şehitleri anılır. Sünnilikte ise 'şehit' kafirlere karşı savaşta peygamberle yan yana olandır. Her iki anlayışta da şehitliğin Müslümanları şehitlerin yolundan gitmelerini teşvikten çok, Müslüman toplumunun yapısını güçlendirecek karakterde bir ritüel olduğunu gözlemleriz.
Fakat bu iki durum arasındaki ilişki 19. yüzyıl sonlarında ve de özellikle 1979 İran Devrimi sonrasında tersine dönmüştür: 'Şehit' olağanüstü bir davranış şekli olarak zihinlerde yaşamasından çok, kahraman şehitlerin yolundan yürümenin adı olmuştur. Bu değişim hem sayısal açıdan hem de düşünce boyutunda önemlidir.
Her Müslüman genç kutsal ölümü kucaklayabilecek ve şehit mertebesine yükselebilecek imkâna sahiptir artık. Geçmişte bunlara ulaşmak çok zordu. Müslüman toplumlardaki modernleşme ile bir tür içkinlik olarak ortaya çıkarak şehitliğin herkesçe erişilebildiği bir döneme girildi.
Bu durumda şehitliğin bir bakıma demokratikleşmesinden bahsedebiliriz. Aynı zamanda şehit kavramı mutlak olarak dini inançları doğrultusunda harekete geçen insanların eylemleri için kullanılmadığını, bazen milli ya da nasyonalist düşüncelerle eylemini gerçekleştiren kişiler için de kullanıldığını görebiliriz.
Tamamen doğru. Ulusal bir hareket olan Tamil Kaplanları'nda çok sayıda 'şehit' vardır. Şehitlik için din mutlak bir şart değildir; amacın kutsallaştırılması ve bu amaç için kendini feda etme yeterlidir. Tamiller'de, Keşmir'de, Filistin'de ya da 1980-1988 yılları arasında İran-Irak savaşında da görüldüğü gibi kutsallaştırılan amaç ulusal karakterdedir.
Günümüzde de hala dini, ulusal amaçların hizmetine sokan bir yaklaşım mevcuttur. Anlambilimde şehitlik kavramının kullanım alanı diğerleri için de kutsal bir amaç:ulus için genişletilebilir. Kutsallaştırmada amaç, bireyin yaşamından çok daha fazla önemlidir.
-Batılılar İslamdaki şehitliği daha çok Şiilikle bağdaştırıyorlar. Şüphesiz bu güçlü bir ritüelleştirme nedeniyledir. Size göre; Sünnilikte şehitlik Şii anlayışından mı alınmıştır ve de özellikle İran Devriminin yarattığı etkilerin bir sonucu mudur?
Şii etkisi tartışılmaz bir biçimde vardır. Örneğin, Lübnan'da Hizbullah vasıtasıyla Şii dünyasının şehitliğe dair tören ve ritüelleri Filistinlileri etkileyebilmiştir.
Bununla birlikte işin başka önemli boyutları olduğunu düşünüyorum. Umutsuzluğa düşülen bir amaç uğruna ölmek gibi. Bu, gerçek hayatta gerçekleştirilemeyen idealin ölümden sonraki yaşamda üstün geleceği inancının kutsallaştırılmasıdır.
Geleceğin kapanan ufkunda, inancın gerçekleştirilme alanı ölüme doğru atılmaktır. Filistin örneğinde bu durum net olarak görülmektedir. Genç Filistinliler bir yandan İsrail ordusuna karşı olan mücadelelerinde kendi uluslarını kurmanın, diğer yandan ciddi bir şekilde yozlaşan ve gerçek bir özerk Filistin toplumunun oluşmasında engel teşkil eden iktidardaki El Fetih'in varlığında bu ideallerini gerçekleştirmelerinin imkânsızlığını görmektedirler.
Aşkın bir inanç olarak ölümün kaynağı bu iki imkânsızlıktır. Umut yok oldukça ve geleceğin bir ışığı kalmadıkça ölüm şehitlik olarak inancın gerçekleştiği yegâne alan olacaktır.
Yeni-Şehitler"in biyografilerinde ya da New Yorker'da geçen kasımda yayınlanan anketlerde pek öyle umutsuzluğa rastlanmamaktadır. Yürekten bir sevinçle hareket ediyorlar görüntüsü vardır. Bu, Müslüman toplumların güçlü iç ve dış düşmanları karşısında aşağılanmayı yok eden bir yöntem olabilir mi?
-Belirttiğiniz araştırmaya kitabımda yer verdim. Bizim incelememiz hayattan umudu kalmamış dışlanmışlar ya da yoksullar üzerine değildir. Bir defa meselemiz yaşamı tümden değiştiren, kederi büyük bir sevince dönüştüren 'şehitlik' durumudur. Filistinli psikiyatristlerce yürütülen araştırmalar, bu gençlerden kaçının kurtuluş yolu bulamadığını, çaresizlik içinde olduğunu göstermektedir.
Gençlerin çok yoksul tabakalardan olmamaları, eğitim düzeyleri açısından üniversite mezunu olmaları, normal şartlarda çok iyi bir yaşam seviyesinde olacaklarını çok iyi bilmeleri durumun trajik boyutunu daha da arttırmaktadır.
Şehitliğe erişme iradesi duyguları tamamen değiştirmektedir; bu, günlük yaşam ile bu dünyada yok sayıldığınız yaşamın (erişemediğiniz) tüm güzellikleri ile süslenmiş öteki dünyaya geçiş arasında büyük bir kopuş yaratır. Bu noktada, şehit olma isteği duyanın mutlulukla dolu olması, onun yaşamla bir bağının olmadığı anlamına gelmez; karıştırmamak gerekir.
Çalışmanızda değişik tiplerde gelişen 'şehitlik' eylemleri arasındaki farkları, bu konudaki algı karmaşasına da bir son vermek için ortaya koymaya çalıştınız. Özellikle Filistin ve Çeçenistan örneklerinde görülen İslamın kutsal addettiği ulusal temelde girişilen eylemler ile ulusal bir nedeni olmayan fakat Panislamist bir tarzdaki eylemler arasındaki farklar üzerinde duruyorsunuz.
Kâğıt üstünde böyle bir ayrımdan kolayca bahsedilebilir mi? Müslüman çevrelerin çoğu için bu iki farklı eylem -bizim bilimsel bir tutumla kategorize ettiğimiz yöntemler- algı dışı ortak bir hayranlık uyandırmaktadır.
Müslümanların çoğundaki bu algı bulanıklığına karşın bu iki eylem yöntemi arasında çok önemli bir fark söz konusudur. Temel ayrım noktası uğranılan aşağılanmanın karakteri ile ilgilidir. Filistin 'şehitlik' eylemleri adeta İsrail ordusuna ve kısmen Filistin yönetimine karşı günlük yaşamda uğranılan aşağılanmaya karşı verilen bir cevaptır.
Buna karşılık İkiz Kulelere saldırı düzenleyen El Kaide üyeleri hor görülen tüm Müslümanların horlanmışlığını üzerlerine almışlardı. Denilebilir ki; El Kaide üyeleri bu horlanmaya doğrudan maruz kalmamışlar, fakat Batı medyasında da sık sık gündem olan Filistin ve Bosna örneklerinde yaşananları izleyerek bu yaşananların acısını kendi bedenlerinde duymuşlardır.
İkinci önemli ayrım noktası, Filistin ve Tamil eylemcilerini bir ulusla, dolayısı ile bir kültürle özdeşleşmeleridir. El Kaide tarzı hareketler ise, çok kültürlü olarak nitelendirilebilir. El Kaide eylemcilerinin çoğu birden fazla dil konuşabilen, modernite ile tanışmış, Batılı ülkeleri görmüş ve yine büyük çoğunluğu yoksul olmayan insanlardır.
Bu insanları herhangi bir ülke ile özdeşleştirmek en azından İslami varoluşları açısından mümkün değildir. Bu nedenledir ki, onların davranışlarını bir kalıba sokmak çok zordur. Bir tür yeni-ümmetçi ya da yeni-hilafetçi bir düzen istemektedirler.
Fakat bu konuda açık ve kesin bir fikre sahip değildirler. Buna karşılık, istemedikleri şeyi çok iyi bilmektedirler: Müslümanların 'zulüm' görmesi.
Sonuç olarak, bu iki 'şehitlik' eylemi arasındaki fark önemlidir; yaşantılar, temsil alanları ve düşünsel düzeyler kadar kültür düzeyleri de belirleyicidir. Kitabımda bu ikinci tip eylem ile globalizasyon ya da küreselleşme olarak adlandırılan süreç arasındaki bağı kurmaya çalıştım. Ve de bu olgunun büyük oranda Batılı olduğunu ortaya koymaya çalıştım.
El Kaide tarzı uluslararası radikal İslamcı yapılardaki insanların büyük bir kısmı kendi ülkelerinde yaşananlardan hareketle eylemlere girişmemektedir. Bu durumda, eylemcilerin orijinlerini değil, fakat Batı'daki 'göçmen' neo-islamı inceleme konusu yapması gereken dünyanın Batılılaşması ile bağıntılı bir olgu söz konusudur.
Bu konuda getirdiğiniz yaklaşımlar Oliver Roy'un küreselleşen İslam üzerine yayınladığı son kitabında yazdıklarını anımsatıyor. Değişen, tepki veren ve fakat belli belirsiz bir gelecek tahayyülü ile birlikte var olan bu yeni "durum" hemen hemen milenyum çağında şekillenen bir süreç olduğunu izlenimini veriyor. Bu yeni şehitler milenyum şehitleri olarak nitelendirilebilirler mi?
Milenyum çağında Filistin örneğinde olduğu gibi ulusal bazlı şehitlik ile El Kaide tarzı şehitlik ortak bir iz bırakır. Müslüman toplumların aynadaki görüntüsüne bakıldığında, İslami hareketleri radikalizme sürükleyen pek çok nedenin, Batı'da var olduğunu düşünüyorum.
Antagonist ilişkideki kendi ile ötekinin inşası Batı dünyasının yeni çok kültürlü formları ile ilişkilidir. Zaten yeni-ümmetçilik hareketlerinin gönüllü 'şehit' adaylarının çoğunluğu Londra, Paris veya New York gibi Batı'nın büyük şehirlerinde yaşayan insanlardır.
Onlar, Cezayir'in, Kahire'nin ya da Tahran'ın varoşlarından çıkan insanlar değildirler, " dünya şehirlerinin" ( global cities) insanlarıdır. Bu radikalizmi anlayabilmek için işte bu çok kültürlülük olgusundan başlamak gerekir.
Halen Fransa'da tutuklu bulunan radikal İslamcı çevrelerden on beş kişi ile görüşme fırsatınız oldu. Bu kişiler motivasyonlarını, Batı'ya ve Batı ile işbirliği yapan Müslüman rejimlere olan öfkeleri ile mi sağlıyorlar?
Ayrıca bu kişilerde derin bir inanç ve cennete gitme arzusu ile Müslüman bir dünyanın kurulması ideali gözlemleyebildiniz mi? Bu kişileri - potansiyel şehit ya da değil- harekete geçiren güdüler nelerdir?
Sizin saydığınız etkenlerin kabul edilebilir şeyler olduğunu düşünüyorum. Yalnız derin bir inanç sahibi oldukları bunların dışında tutulabilir. Bir anlamda, onların algıladıkları Müslümanları hor gören ve Müslümanlara zulüm eden dünya düzeni karşısındaki uzlaşmaz çelişkileri, onların İslamcılığı ve dinlerine adanmışlıkları noktasında birincil plandadır, temel olandır.
Bu, radikalleşme eğiliminde olan bir İslami pratik değildir; daha ziyade tersi söz konusudur. Batıya karşı öfke, Batıya yönelen şiddet yanlısı uzlaşmaz bir radikalleşmeden beslenmektedir. Burada benzerlikler bulunabilir, fakat en az o kadar farklılıkların olduğu görülür.
Bu iki olguyu birleştiren şey kuşatılmış bir düşünce dünyasının gelişmesidir. Yani dışınızdaki dünyanın düşmanınız olması düşüncesi. Bu düşünce radikal mezheplere ait motiflerden beslenmektedir. İslami çevreler için önemli ayrım noktası öncelikle bu çevrelerin kendilerini değişmek zorunda olan bir dünyadaki bir tür diaspora olarak algılamalarıdır.
Hemen ardından süreklilik anlamında yeniden entegrasyon sorunu bir diğer ayrım noktası olarak belirir. Bu mezhepler bir sürekliliğe, gerçek bir dayanağa sahip olmasalar da yerleşik dinle bir ilişkiye girmeden o coğrafyaya dâhil olabilmeyi keşfetmektedirler. Burada dayanak noktası mitik bir karakterdedir.
İslam ile El Kaide tarzı hareketler arasındaki ilişki büyük bir yorum zenginliği yaratmaktadır. Aynı zamanda bu ilişki ulusal tarzdaki şehitlik açısından önemli bir ayrımdır. El Kaide gibi bir yapıda zenginlere ya da yoksul olmayan kişilere, göçmenlere ve de Avrupalı Müslümanlara rastlamaktayız.
Bu, sosyo-ekonomik ve kültürel seviyeler açısından önemli aykırılıklara neden olan bir husustur. El Kaide tarzı bir gizli organizasyonda birbirleri ile doğrudan iletişimi olmayan grupların birlikteliği söz konusudur.
Ağsal yapıdaki bu organizasyon birbirleri ile doğrudan ilişkileri olmayan çok sayıda alt gruba, dünya görüşleri (Weltanschauungen) birbirlerinden uzak fakat şiddet eylemleri noktasında birleşen grupların varlığına olanak vermektedir. Bu özellik homojen tarzda hiyerarşik bir yapı kuran radikal gruplar ile temel ayrım noktasıdır.
Tamamen masum olan insanlara yönelik ayrım göz etmeden yapılan eylemler nasıl açıklanabilir? Eylemcilerle yaptığınız görüşmelerde bu kişilerin psikolojilerinde uhrevi olduğu kadar dünyevi olan ideolojilerinin belirlediği ahlaki değerlerin, eylemcilerde bir tereddüt, vazgeçme hali yarattığını gözlemlediniz mi?
İki türlü argüman geliştirilebilir. İlki, eylemlerin kurbanı olan masum insanların cennete gideceği düşüncesine kaynaklık eden davanın gücü, diğeri ise; Batı'nın benzer bir şekilde masum insanlara zarar verdiği düşüncesi.
İkinci argüman için Irak'a ambargo uygulanması sonucu çocukların ölmesi ya da masumların kaçınılmaz olarak zarar görmesinin "yan etkileri" ifadesi ile açıklanması örnekleri verilebilir.
Bu noktadan hareketle, İslamcı eylemciler "neden onların öldürme hakları var da bizim yok?" sorusunu soruyorlar. Batının neden olduğu felaketlerle karşıtlılık temelinde bir ilişki kurarak kendi eylemlerinin sağlamasını yapıyorlar. Güç ve karşıtlık, onların argümanlarında birleşiyor. (JFM/AA/BA)