New York Times Magazine için Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Deniz Piyadeleri'yle ilerleyen iliştirilmiş (embedded) gazeteci Laurent Van der Stockt, kendilerine "Etobur" ya da "Kör Katil" gibi lakaplar takan Amerikalıların katliamlarını böyle anlatıyor.
Gazeteci Laurent Van der Stockt, savaşın saklanmaya çalışılan yüzünü tüm çıplaklığıyla yansıttı. Fransız Le Monde gazetesi, halen New York Times Magazine için çalışan fotoğrafçının gördüklerine yer verdi.
Körfez Savaşı, Yugoslavya, Afganistan, Çeçenya, Afrika ve Filistin topraklarında da bulunan Stockt, kare kare fotoğrafladığı Irak saldırısının ekranlara yansımayan, ABD ve İngliz yetkilileri tarafından inkâr edilen boyutunu, sivil katliamlarını anlatıyor. Deneyimli muhabirin anlattıklarını yorumsuz aktarıyoruz:
Bul ve öldür!
"Safvan'a ulaştığımda ABD askerleri Saddam'ın resimlerini yırtacak fırsatı yakalamışlardı, bunu halkın gözünün önünde yapıyorlardı. Askerler bunun, aslında halkı aşağılamak anlamına geldiğini anlamıyordu. Aynı askerler, üç hafta sonra Saddam'ın Bağdat'taki heykelini yıktılar.
Deniz Piyadeleri, orduda en alt kademedeydi. Kirli işleri yapmak için eğitilmişlerdi, daha az şerefli görevler için yani. En eski tanklar onlardaydı, ve en eski M16'lar. Kendi isimlerinin (United States Marine Corps) kısaltmasını "United States Misgodded Children" (ABD'nin unutulmuş çocukları) diye çevirmişler. Sloganları çok basit: Bul ve öldür!
"Kilo" adlı birimin lakabı "Katil Kilo". Tanklarının üzerine "Etobur" ya da "Kör katil" yazılı...
Savaş değil saldırı
Keskin nişancılardan biri, komutan Albay Bryan McCoy'a şöyle rapor veriyor mesela:
"Sekiz vurdum komutanım, ama sadece beş!" Yani; "Sekiz kişiyi vurdum ama yalnızca beşi öldü". Komutan, "Formunu kaybetmişsin" dercesine gülümsüyor.
Ben bu kadar az karşılık verilen başka bir savaş görmedim. Irak ordusu hayalet gibiydi. Neredeyse hiç görünmedi. Üç hafta boyunca düşman ateşi olarak yalnızca birkaç kısa menzilli roket atışı ve birkaç el silah atışına şahit oldum.
Terk edilmiş siperler gördüm, Iraklı bir askerin cansız bedeni, bir parça ekmeğin ve bazı eski aletlerin yanında uzanıyordu. Burada hiçbir şey, ABD'nin ölüm araçlarıyla kıyaslandığında, bir çatışma yaşandığı duygusunu vermiyordu.
Gergin anlar
6 Nisan'da Bağdat'ın yoksul semtlerine girdik. Amerikalıların Bağdat Otoyolu Köprüsü dediği stratejik öneme sahip bir köprüdeydik. Burada yerleşim alanları daha sıktı. Amerikan askerlerine, karşılarına çıkan her şeyi vurma emri verildi. O gece köprüyü geçmek isteyen 10 yaşlarında bir çocuk öldürüldü.
7 Nisan sabahı deniz piyadeleri köprüyü geçmeye çalıştı. Zırhlı bir personel taşıyıcısına mermi düştü. İki deniz piyadesi öldü. Askerler, stresliydi. Bağırıyorlardı. Riskin bu denli fazla olacağını bilmiyorlardı, ilerleyişlerini izledim. Birbirlerine emir yağdırıyor, inliyorlardı.
Yaklaşana ateş
Köprüyü geçtikten sonra açık araziye çıktık. Deniz piyadeleri hâlâ emirler alıyor ve tepeciklerin arkasına saklanıyorlardı. Çok gergindiler.
Küçük mavi bir kamyonet konvoyu takip ediyordu. Yarım yamalak üç uyarı ateşi açıldı, kamyonet yoluna devam etti, U dönüşü yaptı, siper aldı ve tekrar döndü. Deniz Piyadeleri ateşe başladı. Her yere ateş ediyorlardı. "Ateşi durdurun" diye bağırıldığını duyabilirdiniz. İki adam ve bir kadın delik deşik edilmişti. İşte düşman bu... Tehdit, buydu...
Başka bir araç daha yaklaştı. Aynı sahneler tekrar edildi. Yolcular hemen can verdi.
Elinde bastonuyla yolun kenarında yürüyen bir dede vardı. Onu da öldürdüler. Yaşlı adamla beraber kendilerine yaklaşan araca da ateş açtılar. Kurşunlara hedef olan araç devrildi. Mucize eseri hayatta kalan iki kadın ve bir çocuk araçtan indi. Sığınacak bir yer aradılar. Birkaç dakika sonra araç, tankın hedefini bulan atışlarıyla paramparça oldu.
Kendi gözlerimle, toplam 15 sivilin öldürüldüğünü gördüm.
Sivillerin isyanı
Savaşın her zaman kirli olduğunu bilecek kadar savaş gördüm, sivillerin hep ilk hedef olduğunu da biliyorum ama Irak'taki tam bir çılgınlıktı.
Birliğin en insancıl askeri; Doug adlı bir askerdi. O, gerçekten uyarı ateşi açıyordu. 800 metre öteden otomobilin tekerleğini vuruyordu. O da yetmezse motoru. Üzerimize gelen sivilleri bu şekilde korkutarak 10 kişinin hayatını kurtardı.
Bir kurşunla kolu delinmiş bir kızı içeri aldık. Askerlerden biri, kızı kollarında tutuyordu. Arka koltukta kızın babası vardı; göğsünden vurulmuş oğlunu kucaklamıştı. Çocuk bilincini kaybediyordu. Adam, birlik doktoruna "Ben sadece çocuklarımın ellerinden tutmuş yürüyordum. Neden havaya ateş etmediniz? Neden beni değil de onları vurdunuz?" diye soruyordu çaresizce." (BB/NK)