Sachs, aynı zamanda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'ın ekonomi üzerine özel danışmanlığını yürütüyor.
Küresel fakirlikle mücadele tartışmasında ilk adımı, biraz basit hatta belki de saçma görünebilecek bir soru ile atalım. Niçin bazı ülkeler müreffeh, diğerleri ise yoksul? Bunun bir açıklaması var mı?
Bence sorunun saçması olmaz yanıtın saçması olur; umarım benim yanıtım öyle olmaz... Zenginlik ile fakirliğin nedenleri tabi ki oldukça karmaşık ve Adam Smith'den beri bunu anlamaya çalışıyoruz. İki şeye işaret eder Smith ama biz genelde bunlardan birini unutmaya meyilliyiz: Ekonomik sistem ve pazarlarla ticaretin önemi hakkında söylediklerini hatırlarız ama işe coğrafya ile başladığını unuturuz. Adam Smith dünyanın ulaşılması güç bölgeleri ile, deniz kıyısında veya büyük ırmak boyları ve ticaret yolları üzerinde bulunan yerleri ekonomik avantajları açısından birbirinden ayırır. Baktığımızda, politikaları açısından farklı bir dünya kadar, coğrafyası açısından da farklı bir dünya görüyoruz karşımızda. Hastalıklar, açlık, iklim ve diğer doğal afetlerin kısıtlamalarından sıyrılmaya çalışan ülkeler görüyoruz.
Bu sunduğunuz tablo ilk haritaları akla getiriyor; sadece kıyıların haritası çıkarılabilmiş, iç kesimler ise büyük bir sırdan ibaret... Sizin tasvir ettiğiniz ekonomi dünyası da bunu anımsatıyor sanki?
Fark şu ki benim tasvir ettiğim dünyada iç kesimlerde olup bitenler sırdan ibaret değil... Çoğu zaman söz konusu olan fakirleşmeden başka bir şey değil. Küresel gelişme krizinin merkezindeki Afrika'ya baktığınızda örneğin, kıyılardan, ırmaklardan uzaklarda, sulama olanaklarına ulaşımı olmayan, tarımı ne zaman yağacağı belirsiz olan yağmura bağlı, sıtmanın kol gezdiği bölgelerde yaşayan insanlar görüyorsunuz. Bu tabi ki ekonomik büyüme için çok zorlu bir başlangıç noktası. Adam Smith'in eseri bize, günümüzdeki takipçilerininkinden çok daha zengin bir dünya portresi sunar. Tartıştığımız konuda çok tek boyutlu görüşler atılıyor ortaya. Örneğin, 'Afrika fakir çünkü yolsuzluk içinde' deniyor veya 'Afrika, kültürü yüzünden fakir' deniyor.
Tabi, bu tür düşüncelerin ardında ırkçı görüşler vardı; örneğin, sadece bazı dinlerin gelişmeye açık olduğu söylenirdi. Tüm bunlar son derece basit düşünce tarzları; gerçek ise çok daha karmaşık. Hastalıklar var, ulaşım ve taşımacılık sorunları var, tarımsal sorunlar var, bunlara ek olarak da tabi ki siyaset ve ekonomi politikası kaynaklı sorunlar...
Afrika kıtasının Sahra çölünün güneyinde kalan bölümü uzmanlık bölgelerinizden biri. Dünyanın bu kesimi son yirmi yıl içinde oldukça kötü bir performans sergiledi ekonomik açıdan. Bunun nedenleri nedir?
Bu felaket bir dönem oldu; kişi başına gelir geriledi, hastalıklar, salgınlar birbirini izledi. HIV-AIDS bunlar arasında insanı en çok şok edeni ama sıtmanın da yeniden ortaya çıkışını gördük. Sıtmanın geri dönüşünün nedeni ilaca bağışıklığın artışı, kamu sağlığı sisteminin çöküşü; ne yazık ki, geçtiğimiz çeyrek asır boyunca, Afrika'ya bağış ağı darmadağın oldu. Yardım edip, ihtiyaç duyulan yatırımları artıracağımıza, nutuklar attık. Tabi nutuklar bir çocuğu sıtmadan korumaz, nutuklar AIDS'ten ölen bir anneyi kurtarmaz.
Peki, bu tür bölgelere uluslararası yardım konusunda ortaya atılan bir iddia var; yardımın yoksul ülkelerde yolsuzluğu derinleştirdiği, dışa bağımlı bir ülke yarattığı iddiası... Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
Bu konudaki tavsiyelerimiz gayet açık. Sahtekarlara para vermeyin. Koşulsuz para vermeyin. Aldıkları yardımı iyi biçimde kullanacaklarını net şekilde gösteremeyen ülkelere para vermeyin... Bu kriterler tabi ki bir çok ülkeyi yardım listesinden çıkarır ama tümünü çıkarmaz. Dünyanın dört bir yanında, içinde bulundukları koşullar itibariyle kahramanca yönetilen onlarca fakir ülke var; o kadar fakirler ki ilerleme sağlayacak adımlara bile güçleri yetmiyor.
Eğer iyi hükümetlere destek için elimizden gelen her şeyi yapıyor olsaydık, dış yardıma karşı dile getirilen görüşlere kulak verirdim ama bunu yapmıyoruz.
Toptan inkar içindeyiz; 'Afrika'ya yardım etmek mümkün değil' diyoruz. Ama Afrika kıtasında Sahra'nın güney kesiminde kırk dokuz ülke var; bunların bir çoğu fakirlik tuzağından çıkma çabası içinde; bunlar kendilerine verilecek parayı hayat kurtarmada, çocukları eğitmede ve aşırı fakirlikten kurtulmada kullanabilir.
Bağımlılık bahsine gelince; şu anda yaptığımız şey yardımı damla damla vermekten ibaret; bu ise yardımın hiç bir işe yaramaması için en ideal yöntem. Bu yolla söz konusu ülkelerin fakirlik zincirini kırması olacak iş değil. Eğer bağımlılığa son vermek istiyorsanız, fakir insanların üretici olup, fakirlik tuzağından çıkmasını sağlayacak araçları verin. Bunu yapmadığınız sürece de bu rezaleti temizleyemezsiniz. Çünkü bu bir tuzak.
Kimilerine göre de, Afrika kıtasındaki yoksulluk yolsuzluğun ürünü; bu teşhisi tatmin edici buluyor musunuz?
Her şeyden önce, fiili performanslar geniş bir yelpazede çeşitlilik gösteriyor. Bazı yerler akıl almaz derecede yolsuzluğa batmış durumda; bunların çoğu, biz dışarıdakilerin yolsuzluğa batırdığı ülkeler. Diğer taraftan yolsuzluk bize Afrika'nın ekonomik performansı hakkında nihai tabloyu sunmuyor.
Bu oldukça karmaşık bir hikayenin sadece bir parçası, çünkü iyi yönetilen yerler bile büyük acılar çekiyor ve fakirlik tuzağından çıkmayı başaramıyor. Bunun nedeni ise Afrika'nın sorununun yönetim sorunundan ibaret olmaması; bu sorunların arkasında kuraklıktan, hastalığa, kırsal yalıtılmışlıktan, yol ve elektrik olmamasına kadar çeşitli unsurlar var. Bu yüzden basitleştirmelerden kaçınmak durumundayız.
Yani size göre, yoksulluk yolsuzluğun olmaktan ziyade, yolsuzluk yoksulluğun ürünü? Öyle mi?
Ortalama olarak daha fakir ülkelerde yolsuzluk algılaması, zengin ülkelerden daha yüksek. Şu son derece açık. Bir ülkenin kaynağı yoksa, memurlarının maaşını ödeyemiyorsa, profesyonel kadrolar istihdam edemiyorsa, bilgisayarı, bilgi akış sistemleri yoksa, istismarların hiç değilse bir kısmını önleyecek kadar kamu bilgilendirme olanakları yoksa, istismarlar, yolsuzluklar tabi ki olacaktır.
Bu anlamda fakirlik zayıf yönetimin sonucu değil nedenidir. Bu yüzdendir ki yönetimi ve bilgi akışını güçlendirmeye yatırım yapmalıyız; bu ülkelerde temel bilgisayar ağını, temel yönetsel kapasiteyi yerleştirmeliyiz. Zayıf yönetimleri mutlak bir engel olarak görmektense, bunu fakirlik tuzağından çıkmak için yatırım yapılması gereken bir alan olarak görmeliyiz.
Yerli olsun, uluslararası nitelikte olsun özel sektörün tüm bu senaryoda nasıl bir rolü olabilir?
Tabi, nihayetinde gerçek ekonomik büyümenin kaynağı özel sektördür. Yol olsun, elektrik olsun, klinikler veya okullar olsun, genelde kamu yatırımı olan bu çalışmaların kilit hedeflerinden biri üretici bir özel sektörün önünü açmaktır. Kırsal kesimden sanayi ve hizmetlere, özel sektörün ekonomiyi yüklenmesini ve uzun dönemli büyümeyi sağlamasını bekliyoruz.
Kısacası, sağlıklı, işlevsel ve üretici bir ekonomiye temellik yapacak kamu yatırımlarının yanı sıra, makroekonomik istikrara, hukukun üstünlüğüne ve serbest ticarete ihtiyaç var; özel sektör asli işi olan yatırım yapmak ve para kazanmayı ancak böyle başarabilir.
Tabi, bunları söylemesi kolay, yapması oldukça zor...
Bunları yapmak olanaksız değil hiç bir şekilde; dahası bir çok yerde başarıldı bunlar. Ancak Afrika söz konusu oldu mu, gerekli reformlar yapılıyor ama yatırım çekilemiyor. İşadamlarına soruyorsunuz niye yatırım yapmadıklarını; 'kesintisiz elektrik istiyoruz' diyorlar, veya, 'malımı fabrikadan veya kırsal kesimden limana taşıyabileceğim yollar olsa ne iyi olur' diyorlar. Diğer bir deyişle özel sektörün makro ekonomik istikrardan fazlasına ihtiyacı var.
IMF'nin sürekli vurguladığı şeyler var: makroekonomik istikrar, üretkenliğin temelini atacak altyapı ve sağlıklı, eğitimli bir nüfus... Biz de, 'şimdi yönetim, istikrar, makroekonomi ve altyapı konularında birbirimizi yemekten vazgeçelim, bunun bir anlamı yok' diyoruz. Tabi ki bunların hepsine ihtiyaç var, ama bu ülkeler bunu tek başlarına başaramaz; onun için onlara kaynak sağlamamız lazım.(EÜ)