Tutulduğu Tekirdağ 1 nolu F Tipi cezaevinden yazdığı mektupta Erdemir, 10 yıl öncesine dayanan bir suçlamayla tutuklanmasının hayatını alt üst ettiğini, uzun yargılama sürecinin de mağduriyetini artırdığını söylüyor. Mektubun tam metnini yayınlıyoruz.
Bu mektubu size ulaşıp ulaşmayacağını bilmeden yazıyorum. Çünkü burası F tipi hapishane ve ulaşmayan mektubu çoktur, ahvalini bilmek de güçtür. Buna rağmen yazıyorum çünkü her gün sınırlı zaman dilimi içerisinde çıktığım ve hayli sınırlı bir mekan olan havalandırmamdan sessizce gökyüzüne haykırabildiğim duygularımın sizin yüreklerinize ulaşmasının başka yolu yok. Yürekler diyorum, çünkü sessiz çığlıkları ancak yürekler duyabilir.
Ben, Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve Humboldt Üniversitesi tarafından ortaklaşa yürütülen Uluslararası Türk-Alman Sosyal Bilimler Master programı 1. sınıf öğrencisiyim. Lisans eğitimini de ODTÜ'de tamamladıktan sonra şu an öğrencisi olduğum master programına 2009 yılında tam burslu olarak kabul edildim. İki yıl sürecek olan program gereği ilk yılı Türkiye'de bitirip ikinci yıl Almanya'da eğitimimi tamamlayacaktım. Yani hayatımın iki yılı planlanmıştı. İlk dönemi başarıyla tamamladım ama sonrasına devam edemedim. Programa uygun olarak şu an Almanya'da stajımı yapıyor olacaktım ve gelecek yıl tezimi yazıp ülkeme geri dönecektim. Ancak tutuklanmam, yegâne amacı iyi bir akademisyen olmak olan hayatımı kör bir balta gibi ikiye ayırdı. Yargılanma süreci ise tam bir ıstıraba dönüştü, telafisi imkansız mağduriyetlere yol açtı.
Birinci dönem henüz bitmişti ve sömestr tatili için İstanbul'a ailemin yanına gelmiştim. Polis kontrol noktasında aranmam olduğu gerekçesiyle 31 Ocak 2010 tarihinde gözaltına alındım ve çıkarıldığım mahkeme tarafından "örgüt üyesi olduğum şüphesiyle" tutuklandım. İlk şoktu. Yaşadıklarım hayal mi, gerçek mi yoksa bir kâbus mu anlayamıyordum. Bir yanlışlık olduğunu ve en kısa zamanda serbest bırakılacağımı düşünüyordum.
15 Nisan 2010 tarihinde ilk duruşmaya çıktım ve ikinci şoku yaşadım. Hiçbir hukuki gerekçe ve durum olmadığı halde tutukluluğumun devamına karar verildi. Üstelik beni ilk kez gören savcı, tahliyemi istememin dışında hiçbir şey söylemediğim mahkeme sonunda mütalaa verip "ceza" istedi. İkinci duruşma ise 26 Ağustos 2010 tarihinde olacak, ilkinden tam dört ay 11 gün sonra. Savcının çok aceleci tutumu, mahkeme tarihinin bu kadar geç olması, bu tezat durum mağduriyetlerimi artırıyor ve adalet beklentimi zayıflatıyor.
Tutuklanma gerekçesi olarak üniversite öğrenciliğim döneminde katıldığım demokratik eylemler ve tam on yıl önce yurtdışında ele geçirildiği iddia edilen belgeler gösteriliyor. Şimdiye kadar temel hak ve özgürlükler çerçevesinde pek çok demokratik eyleme katıldım. Sadece bir tanesinden dava açıldı, ancak yıllar önce beraat ettim. Anlaşılan sayın savcı, polis kayıtlarının ötesine geçip araştırma gereği dahi duymamış. Araştırma yapılsa dahi GBT kayıtlarına dayanan böyle bir iddiada bulunması hukukla bağdaşır bir durum mudur?
Dayanak olarak gösterilen bir başka neden ise on yıl önce yurtdışında ele geçirildiği iddia edilen belgelerdir. Oysa bu belgelerin sahte olduğu daha önce defalarca ispatlanmıştır. Aslında böyle bir belgenin varlığı da meçhuldür. Eğer böyle orijinal bir belge varsa neden 10 yıl sonra ortaya çıkıyor? O dönemki hakim ve savcılarla şimdikiler arasında fark mı vardır? Kanunlar ve yasalar objektif değil midir? Yoksa belgeler bekledikçe içeriği değişip başka bir hal mi alıyor? 10 yıldan beri hiçbir yeni bilgi ve belgenin olmaması da başka bir ironi olarak karşımıza çıkıyor. Kelimenin tam anlamıyla hiçbir somut ve hukuki delil olmadan tutuklu bulunmama anlam veremiyorum. Hukuki gereklilik ve delil durumu değerlendirildiğinde bu durumun haksız ve hukuksuz bir uygulama olduğu açıkça ortadadır.
Yaşamayan insanların hayal bile edemeyeceği, biz yaşayanların ise akıl sınırlarını zorlayan pek çok uygulamasıyla yüz yüze kaldığım F tipi koşulları bir yana, ben şu an yargılanmaktan ziyade cezalandırılmış olmuyor muyum? Tekirdağ 1 No'lu F Tipi hapishanesinde kalıyorum ve ODTÜ'de sınava girmem için binlerce ulaşım bedeli ve personel gideri talep ediliyor. Öte yandan master programı gereği ikinci yıl Berlin'de olmam gerekiyordu ve şu an bu şansım tamamen ortadan kaldırılmış durumda. Şu halde benim eğitim hakkım gasp edilmiş olmuyor mu? Ben şimdiye kadar burslarla okudum ve şu an burslarım kesildi. Bütün bu yaşananları, üstelik beni "ıslah etme" adı altında uygulanıyor olmasını hangi akla, hangi vicdana sığdırabiliriz?
Eğer ben yargılama süreci sonunda beraat edersem bunca şeyin telafisini kim, nasıl sağlayacak? "Pardon" mu denilecek? Kaybettiklerimin telafisi olmayacaktır. Tutukluluğum tedbir olmaktan çıkıp infaza dönüşmüştür. Bu yüzden mağduriyetime her geçen gün yenisi eklenmektedir. Yargıdaki çarpık şekillenme ve yargılama usullerindeki yanlış içtihatlar pek çok yanlışı da beraberinde getirmektedir. Yargılama sürecinin infaza dönüşmesinden daha büyük hukuksuzluk ne olabilir?
Biliyorum ki bu ülkede hukuksuzluğa maruz kalan tek insan ben değilim. Ancak ben yaşadığım haksız ve hukuksuz uygulamaları, mağduriyetlerimi ve adalet beklentimi sizinle paylaşarak elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Ne yazık ki ne kendim, ne de başkaları için daha fazlasını yapma olanağım yok. "Sessiz çığlıkları ancak yürekler duyar" dememin nedeni, işte burada yatıyor.
Selamlar ve sevgiler.
Hüseyin Erdemir (HE/TK)