Galatasaray Üniversitesi' Kamu Hukuku Bölümünden yüksek lisans öğrencisi Eda Aslı Şeran’ın Barış İçin Akademisyenler’in “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzalaması sebebiyle Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde 33. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Bugün Mahkemenizde bulunmamın nedeni bildiğiniz gibi 11 Ocak 2016’da kamuoyuna sunulan “Bu Suça Ortak Olmayacağız!” başlıklı metne binlerce akademisyen ile birlikte imza atmış oluşumun hayali ve asılsız bağlantılarla “suç”a konu edilmiş olmasıdır. Hem ulusal hem uluslararası mevzuat ve içtihatlar bakımından bir hak olarak tanımlanan ifade özgürlüğünün toplu bir biçimde kullanıldığı, şiddet içermeyen, şiddet çağrısı yapmayan tam tersine barış çağrısı ve talebi içeren bu metinden nasıl “suç” yaratıldığını hayretle karşılıyorum. Hayatımda ilk kez mahkemeye sanık sıfatıyla çıkıyorum, ne ironiktir ki suç olmayan bir fiil nedeniyle. Bu nedenle de kendimi sanık olarak göremiyorum. Bugün buraya ahlaki, vicdani ve ilkesel bulduğum tutumumun nedenlerini sizinle paylaşmaya geldim.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana pek çok toplumsal travmanın sancısını çekmekte, nesiller pek çok acı deneyimin üzerine hayatlar inşa etmeye çalışmaktadır. Hak ve özgürlüklerinin farkında bir insan, her gün erkek şiddetinin türlü biçimleriyle burun buruna yaşayan bir kadın ve genç bir akademisyen olarak hayatın değerini özümsediğim günden beri barış içinde şiddetsiz bir yaşam alanı var olmadan kamusal ve özel hayatın bütünsel ve sağlıklı bir şekilde kurulamayacağını gördüm, yaşadım, hissettim. Hukuk alanında öğrenim görmeyi tercih etmemin nedeni eşitsizliğin, sömürünün, ezilmenin, şiddetin, baskının en azından bir kısmının adalet yoluyla yapıcı ve sağaltıcı bir şekilde yaşamlarımızdan tasfiye edilebileceğine dönük inancımdı. Bu inancımın yerini yıllar içinde şu bilgi aldı: adalet sağlanabilen bir şey değil, adaletsizlik önlenebilen bir şeydir.
Bir senesini Utrecht Üniversitesi’nde geçirdiğim, bütününü Ankara Üniversitesi’nde tamamladığım hukuk eğitimi ve Ankara Barosu’ndaki avukatlık stajının hemen ardından 2010 yılında araştırma görevlisi olarak İstanbul’da mesleğe başladım. Akademik ve gönüllü çalışmalarım ağırlıklı olarak kadına yönelik erkek şiddetinin görünür olabilmesi ve ortadan kaldırılması üzerinedir. Bununla birlikte çalışmalarımda ve anlattığım derslerde demokrasinin şiddetsiz bir ortamda mümkün olabileceğini, toplumsal sorunların eşit koşullarda yaratılan bir diyalog ortamında çözülebileceğini vurguladım. Savaşın yokluğunu ifade eden barış tanımıyla beraber, toplumsal hayatın bütününde şiddetin ortadan kalkarak güvenli bir yaşamın dayanışma ilişkileriyle sömürüsüz bir şekilde inşa edilmesi anlamıyla barışı savunmak benim için hayati, ahlaki, vicdani ve ilkesel bir meseledir.
Meslek hayatımın bir senesini 2011-2012 akademik yılında Dicle Üniversitesi’ndeki görevim nedeniyle Diyarbakır’da geçirdim. Bugün artık büyük bir kısmı yanmış yıkılmış olan Suriçi’nde gezdim, hayaller kurdum, arkadaşlarımla sohbetler ettim. 2009 yılında başlayan çözüm sürecindeki özgürlükçü dalgada demokrasi, eşitlik ve özgürlüğün temel değerlerimiz olacağına, yasakçı ve sansürcü politikaların son bulduğuna pek çoğumuzun inandığı zamanları güzellikle anıyorum. Dicle Üniversitesi tarafından Galatasaray Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora öğrenimimi tamamlamak üzere görevlendirilerek 2012 yılında İstanbul’a döndüm. Öğrenimin bitmesinin ardından Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı’nın özellikleri gereği döneceğimi taahhüt ettiğim Diyarbakır şehrine bugün bir akademisyen olarak artık dönemeyeceğim. Hakkımda herhangi bir idari soruşturma yapılmamış ve memuriyetimi etkileyecek herhangi bir ceza verilmemiş olmasına rağmen adım 24 Aralık 2017 tarihli ve 695 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ekli birinci listesinde yer aldığından görevimden ihraç edildim. Bir Pazar sabahı uyandım, bir anda işsiz, pasaportsuz kaldım ve sakıncalı ilan edildim.
“Bu Suça Ortak Olmayacağız!” metnini Türkiye’de barışın ve demokrasinin sağlanabilmesinde bir kadın, bir hukukçu, bir akademisyen ve bu ülkenin bir vatandaşı olarak tarihe, geleceğe, insana, doğaya, yaşama, dünyaya duyduğum sorumluluk nedeniyle önemsedim.
Söz konusu metne imza attığımız tarihte ülkemizde bombaların patladığı, şiddet ve kaygının her birimizin hayatlarını sekteye uğrattığı ağır bir süreç yaşanmaktaydı. Ülkenin her yanına çaresizlik hakim olmuş, çatışmalar gittikçe tırmanmış ve bizi bir arada tutan bağlar oldukça tahrip olmuştu. “Bu Suça Ortak Olmayacağız!” metni ile karşılaştığımda tek bir an tereddüt etmediğim gibi aklımda tek bir düşünce vardı: Bu şiddet bitsin artık! Yıllardır Galatasaray Üniversitesi’ndeki Genel Kamu Hukuku dersinin pratik çalışmasında Sofokles’in Antigone metnini öğrencilerle çalışırız. Bu metinde devlet gücünün aşırı kullanımının nasıl da herkesin felaketine dönüşeceği binyıllar öncesinden anlatılmıştır. Bizim metnimizin tek bir muhatabı vardı. O da vatandaşı olduğumuz devletti. Basından ve sosyal medyadan tanık olarak öğrendiğimiz, sokağa çıkma yasakları nedeniyle annesinin ölüsünü günlerce sokaktan alamayanları, çocuğunun cesedini buzdolabında saklamak zorunda kalan anneyi, çatışma ortamından kaçmak için yaşadıkları yerleri bir gecede terk etmek zorunda kalan neredeyse yarım milyon insanı ve çeşitli ulusal ve uluslararası kuruluşların sayfalar dolusu raporlarında geçen sivil halka yönelik hak ihlallerini kim, nasıl unutabilir? Bunlar hepimizin acıları.
Özetle, hakkımda terör örgütü propagandası yapmak suçuyla açılmış olan davaya ait iddianameyi okudum. Herhangi bir yasadışı örgüt ile uzaktan veya yakından hiçbir bağlantım yoktur. Atılı suçu kabul etmediğimi, iddianame isimli metinde kurulmuş olan bağlantıların mesnetsiz ve hayali olduğunu, kopyala-yapıştır usulüyle hazırlanmış olan metnin adil yargılanma hakkını ihlal eden pek çok unsur taşıdığını dikkatinize sunuyorum. Kamuoyunda Barış Bildirisi olarak geçen metne barış talebimi dile getirmek için kendi özgür irademle Anayasa’da açıkça bir hak ve özgürlük olarak tanımlanmış ifade özgürlüğünden yararlanarak imza attım. Tekrar etmek gerekirse, bildiri içeriği hiç kimseyi ya da hiçbir kurumu şiddete yönlendirmediği ve herhangi bir şiddet biçimini övmediği gibi, siyasal çatışmanın şiddetsiz çözümüne bir çağrı niteliğindedir. Bu metne imza atmakla az önce de belirtmiş olduğum gibi tarihe, insanlığa ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı sorumluluk sahibi bir vatandaş olarak davrandığımı düşünüyorum.
Barış Bildirisi’nde dikkat çekilen, iddianamedeyse suç fiili olarak gösterilmeye çalışılan sivil halka yönelik hak ihlallerine dönük tespitler pek çok bağımsız örgütün raporunda kayda geçmiş ve maddi bir gerçek olarak kamuoyunun bilgisine sunulmuştur. Avukatlarım da bu konuda ayrıntılı beyanda bulunacaklardır. Açıkladığım nedenlerle hakkımda derhal beraat kararı verilmesini talep ediyorum. (AEŞ/BK)