Erdoğan Beştepe'deki "Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı" sonrasında yaptığı basın açıklamasında geçtiğimiz hafta Eskişehir'deki orman yangınında alevlere kapılan beş orman işçisi ve beş AKUT çalışanının ve İskenderun Deniz Er Eğitim Alay Komutanlığı’nda susuz bırakılan iki askerin ölümleriyle ilgili soruşturmalar[ın devam ettiğini]" söyledi.
"Milletçe hepimizi yasağa boğan bu iki hadisenin nedenleri en kısa zamanda ayrıntılarıyla netleşecek, akabinde ihmali olan varsa gereken yapılacaktır" dedi.
Orman yangınlarını "şüpheliler çıkarıyor"
Erdoğan Haziran sonu ve Temmuz boyunca devam ede gelen orman yangınlarındaki "artış[ın] artık küresel bir sorun haline gel[diğini]" söyledi. Son yirmi yılda dünyada yanan ormanlık alan miktarının "44 milyon hektar"dan "94 milyon hektara çık[tığına]" ilişkin rakamlar verdi.
Yangınlara gene "Tarihimizin en güçlü hava ve kara filosuyla" yanıt verildiğini ve "yılbaşından bu yana toplam 4 bin 247 yangınla mücadele ettik[lerini]" söyleyen Erdoğan, "Bu yıl şu ana kadar çıkan yangınların yüzde 96’sı[nın insan kaynaklı olduğunu]" söyledi. "Çok az da olsa sabotaj ve kasıtlar da [olduğunu]" belirten Erdoğan "çok az" dediği sayıları şöyle açıkladı:
"1 Haziran’dan bu yana 149 şüphesi gözaltına alınmış, 38 kişi tutuklanmış, 61 kişi hakkında adli kontrol kararı verilmiştir. Son olarak Bursa’daki yangını çıkardığı düşünülen, daha önce hakkında FETÖ’den işlem yapılmış bir şahıs yakalanmıştır.
"Büyükşehir belediyeleri söndürsün"
Erdoğan, yasayla ormanların sorumluluğu hükümete verilmiş ve Tarım ve Orman Bakanlığı bu görevle yükümlendirilmiş olmasına karşın, Erdoğan olayı "İtfaiyecilik"e bağlayarak "Malum 30 büyükşehrimiz var. İtfaiyecilik, belediye başkanlığından gelmiş bir Cumhurbaşkanı olarak, büyükşehirlerin işidir. Büyükşehirler, itfaiye birimlerini en ideal şekilde kurmak suretiyle bu işi üstlenecektir." dedi.
Erdoğan "30 büyükşehrin dışında 51 ilimiz var. 51 ilimizde de bundan böyle AFAD’ımızla bu işi örgütleyeceğiz. AFAD, 51 ilde teşkilatlanmasını en güzel şekilde, en güçlü şekilde yapacak ve böylece 81 vilayetimizi örgütlemiş olacağız. Su tankerleriyle, traktörleriyle, elinde hangi imkân varsa AFAD bu 51 vilayetin tamamında en güçlü şekilde inşallah bu işi planlayacaktır. Böylece AFAD Teşkilatımız şu andaki gücünü, yükümlülüğünü daha da arttıracak ve böylece Türkiye genelinde bundan böyle nerede ne tür bir felaket olursa AFAD nasıl her yere koşuyorsa, bundan sonra da aynı şekilde bütün ülke genelinde her yere inşallah yetişecektir."
Doğruluk denetimi
5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nda (Madde. 7): “Büyükşehir belediyesinin görev, yetki ve sorumlulukları arasında… yangınlara müdahale etmek, itfaiye hizmetlerini yürütmek” açıkça yer almakla birlikte;
Orman yangınlarının birincil sorumlusu Orman Genel Müdürlüğü (OGM) ve bağlı olduğu Tarım ve Orman Bakanlığıdır.
6831 sayılı Orman Kanunu’na göre orman yangınlarıyla mücadele doğrudan devletin görevidir.
Belediyeler destekleyici aktör konumundadır, ana sorumlu değildir.
Erdoğan’ın açıklaması, bu ayrımı muğlaklaştırırıken sorumluluğu yerel yönetimlere paylaştırarak merkezi sorumluluğu perdeliyor.
30 büyükşehirden 18’i muhalefet (CHP, DEM, YRP), 12’si iktidar partilerince yönetiliyor.
Nüfus açısından bakıldığında, yangın riskinin de yüksek olduğu Ege ve Akdeniz illeri (İzmir, Muğla, Antalya, Mersin, Aydın) muhalefetin yönetiminde.
Erdoğan İtfaiye hizmetinin yetersizliğine dair örtük bir eleştiri getirerek sorumluluğu büyükşehirlere (yani muhalefete) doğru kaydırıyor. Merkezi yönetimin (OGM/AFAD) olası ihmallerine karşı bir siyasi sigorta inşa ediyor. AFAD’ı 51 ilde güçlendirme ilanı, belediyeleri devre dışı bırakma yönlü bir kurumsal yeniden düzenleme gibi okunabilir.
AFAD’ın 51 ilde “bu işi planlayacağı” ifadesi, yangın, sel, deprem gibi afet türlerinde merkezi yönetimin daha da etkinleştirilmesini işaret ediyor. Ancak bu, aynı zamanda yerel yönetimlerin afetle mücadele kapasitesini ve rolünü daraltabilir. Bu, muhalefetin güçlü olduğu belediyelerin etkisini kırmak amacıyla merkezîleştirilmiş bir müdahale mekanizması kurulması olarak da değerlendirilebilir.
Sonuç
Türkiye’de orman yangınlarını önleme, izleme, söndürme ve sonrasında ormanların iyileştirilmesi görev ve yetkisi, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 69. maddesi uyarınca, Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Orman Genel Müdürlüğü’nün (OGM) sorumluluğundadır.
OGM, yangınlarla mücadelede teknik ve idari tüm hazırlıkları yapmakla yükümlü olduğu gibi, gerektiğinde belediyeler, diğer kamu kurumları ve vatandaşlar da bu mücadeleye katkı sunmakla yükümlüdür.
Ancak tüm süreçlerin asli sorumlusu ve koordinatörü Orman Genel Müdürlüğü’dür. Bu görev, sadece pratik bir yetki değil, aynı zamanda yasayla tanımlanmış bir devlet yükümlülüğüdür.
"Türkiye birçok alanda son asrın en parlak dönemini yaşıyor"
Erdoğan konuşmasında yaşanan ve başa çıkılamayan felaketlerin doğurduğu karamsarlık havasını dağıtmak maksadıyla "Ülke olarak sağlıktan eğitime, adaletten emniyette, tarımdan sanayiye, turizmden savunmaya uzanan geniş bir yelpazede çok yönlü bir atılım içindeyiz. Türkiye’yi bir başta diğer başa saran otoyollar, hava limanları, hastaneler, okullar, üniversiteler, konut projeleri, fabrikalar ve daha nicesi kalkınma yolculuğumuzun kilometre taşları olarak vatan topraklarını süslüyor. Türkiye, savunma, güvenlik, dış politika başta olmak üzere birçok alanda son asrın en parlak dönemini yaşıyor." dedi.
Erdoğan "Devletimizin tüm birimleri[nin] tam bir uyum içinde millete karşı görevlerini layıkıyla yerine getir[diğini"] iddia etti.
Doğruluk denetimi
Bugünkü üretim ve ihracat verileri artmış olsa bile, bu durumu "en parlak dönem" olarak nitelendirmek, tarihsel bağlam içinde karşılaştırmalı yapılmadıkça eksik kalır. "En parlak dönem" ifadesi yalnızca nicel başarılar (örneğin: ihracat hacmi, üretim çeşitliliği) ile değil, aynı zamanda nitel sıçramalar, kurumsal inşa, stratejik bağımsızlık kazanımı, uluslararası prestij gibi unsurlarla da ölçülmelidir. Bu ölçütlerde farklı dönemlerin öne çıkan özellikleri vardır:
Nesnel ilerlemeler olsa da (örneğin SİHA ihracatı), bu tek başına “en parlak dönem” iddiasını açıklamıyor.
1920'lerdeki yoktan var etme ve 1970'lerdeki bağımsızlaşma tepkisi, bugünkü gelişmelerden daha niteliksel sıçramalar içerebilir.
2020’lerdeki durum daha çok mevcut altyapının genişletilmesi ve pazarlanması, yani derinleşmeden çok yatay büyüme izlenimi veriyor.
Sonuç
Erdoğan’ın iddiası abartılı ve sübjektif bir genel değerlendirme içeriyor. Bazı alanlarda kayda değer ilerlemeler olsa da, “son asrın en parlak dönemi” gibi mutlak bir ifade, hem tarihsel örneklerle hem güncel yapısal sorunlarla uyuşmuyor. Daha doğrusu, bu ifade, hükümet politikalarının olumlu sunumuna dayalı bir propaganda retoriğinden öteye geçmiyor.
Erdoğan, barış değil "Terörsüz Türkiye" demeyi sürdürdü
Erdoğan şu ana kadar PKK'nin silahlı mücadeleye son verdiğini duyurması ve silahlı güçlerini durdurması dışında devlet ve hükümet inisiyati,finde gözle görülür bir eyleme girişilmemeiş olmasına karşın şu iddialarda bulundu:
"Ne umut tacirliği, ne de muhalefet gibi ucuz popülizm yapıyoruz. Devlet ciddiyetine, bulunduğumuz makamın ağırlığına ve itibarına yakışır şekilde bu yolda itina ile ilerliyoruz. Milletimiz de bizim bu çabalarımızı, hasbi ve harbi mücadelemizi yakından görmekte, menzile kazasız belasız varmamız için dua etmektedir. Süreç ilerledikçe zihinlerdeki soru işaretleri hızla kaybolmakta, temkin ve ihtiyatın yerini güven ve umut almaktadır." dedi.
"Bilhassa Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemizde büyük bir iyimserlik havası hâkim [olduğunu]" ileri sürdü. "Bu irademizin somut bir nişanesi olarak geçen hafta MİT Başkanımız, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde çeşitli ziyaretler gerçekleştirdi." dedi. "Ziyaretlerin akabinde yapılan açıklamaları dikkatle takip ettik[lerini] söyledi.
Bu arada "kısır çekişmeler"den söz açarak "Ana muhalefetin sürece daha geniş bir mercekten bakarak tarihin doğru tarafında konumlanması, milletimizin de beklentisidir. Siyaset kurumu, milletin müşterek menfaatleri söz konusu olduğunda görüş ayrılıklarını bir süreliğine rafa kaldırıp ortak zeminde buluşacak, sorunlara diyalogla çözüm arayacak olgunluğa erişmiştir." dedi.
(AEK)