Sanıyorum, Neşe Düzeli de bir süre önce Hasan Cemalin yazmış olduğu Kürtler isimli kitap harekete geçirdi. Peki acaba, Hasan Cemali 20 yıldan sonra bunları yazmaya sevk eden neydi?
Yukarıda adı geçen yazarlar -ve aynı kulvarda yer alan diğerleri- o dönemde acaba Türkiyede yaşamıyorlar mıydı? Duymuyorlar mıydı olup biteni, inanmıyorlar mıydı, yoksa her şeyin farkındaydılar da ifade etmeye mi çekiniyorlardı?
Diyarbekir vahşeti tanıkları tarafından sürekli yazıldı çizildi, ama Türk medyasının ilgisine mazhar olmadı. Çoğunlukla örtbas edildi. O dönemler dünya basını, bütün yasaklara rağmen gerek duruşmalarda, gerekse cezaevindeki olup biteni anlamak için çalmadıkları kapıyı bırakmazken, Türk aydın gazeteci takımı burunlarının dibindeki vahşet karşısında 3 maymunu oynadılar: Duymadım, görmedim, bilmiyorum.
Ben de bu vahşet dönemlerinde Diyarbekir zindanında tutsaktım.
Yazılanları okuyunca Diyarbekir zindanıyla ilgili tanıklıklara ben de katkıda bulunma ihtiyacı hissettim. Bunları kısmen de olsa okurlarla paylaşmak istiyorum.
İsterseniz şampuanlı odaya
Üç saate yakın arama ve kayıt adı altında yaptıkları işkenceden sonra biz iki kadını diğer arkadaşlarımızdan ayırıp bir hücreye götürdüler.
Kısa bir süre sonra E.Oktay tekrar geldi. Odanızı beğendiniz mi, isterseniz sizi avukatlarınız gibi şampuanlı odaya da gönderebiliriz. Bu gece burada kalın sonra oraya gönderirim. Sizin namusunuz ben ve askerlerimden sorulur. Askerlerimin size karşı bir yanlışını görürseniz bana söyleyin. Askerlerim yanlış bir şey yapmaz, ben ne dersem onu yaparlar. Biz hepimiz namuslu, evli, çocuk sahibi erkekleriz....... le başlayıp saatler süren bir nutuk çekti bize. Konuşmasından sonra askerlere hitaben Ne yapacağınızı biliyorsunuz.. diyerek hücreden ayrıldı.
Sabaha kadar falaka, dayak
E.Oktayın hücreden ayrılmasıyla, ellerinde kalın kalaslarla işkenceci ekibi, Kara Bela, Laz Mevlüt, Ömer Çavuş, Posta Eyüp, Horoz adlarındaki azılı gardiyanlar onun yerini aldı.
Bize akıllarına ne gelirse, yığınla abuk-sabuk sorular sorup, cevabını beğenmediklerine olmadı deyip, ceza olarak her defasında ellerimize coplarla her bir elimize en az yirmişer defa vuruyorlardı.
Bu kez başka bir gardiyan yine olmadı kız, amına koyduğum diyerek falakaya çekiyordu.. İlerleyen saat karşısında uykusuz kalınca iyice kudurmuşlardı. Sabaha kadar falaka, dayak devam etti. Ellerimiz ayaklarımız mosmor kesilmişti, acıdan-sızıdan bağırıyorduk.
Beton kadından görünmüyor
( ) 25 kişilik koğuşta 75 kişi kalıyorduk. İkişer kişi ranzalarda, geri kalanlar tek battaniye ile yerlerde ranzaların arasında yatıyorduk. Beton zemin kadınlardan görünmüyordu.
Her koğuş duvarında iç koridora bakan kısımda- altışar küçük mazgal ve bunların üzerinde üç üstten, üç tane alttan olmak üzere altı gözetleme deliği bulunuyordu. 24 saat bu mazgallardan gözetleniyorduk.Askerler istedikleri saatte bu mazgal deliklerinden bizleri izleyebiliyorlardı.
Bir ay sürekli dayak ile geçen hücre ve tecrit cezası bitiminden sonra ilk koğuşa çıkarılışımızda belleğime kazınan bu mazgallar olmuştu. Uyurken hepimizin yüzü mazgallara dönük, sağa-sola dönmek yasak ve sırt üstü yatmak zorundaydık. Öyle ki, asker bizi görmek istediğinde direkt yüzümüzle karşılaşabilmeliydi.
Ağız burun kanlar içinde
( ) Hakimlerin karşısında da esas duruşta durmak ve onlara Komutanım diye hitap etmek zorundaydık. Bize tıpkı gardiyanları hatırlatır biçimde tuzaklı sorular yöneltiyor, evet ya da hayır gibi kısa cevaplar vermemizi bekliyorlardı.
Mahkeme sorgusu yanılmıyorsam iki gün sürdü. Sorguların bitiminde Şeref Abi, hasta olduğunu ve duruşmadan vareste tutulmasını talep etti. Sorulanın dışında bir şey söylemeye, istemeye kalkışmak mahkeme için büyük bir vukuattı.
Askerler Şeref Abiyi hemen orada hakimlerin gözü önünde coplarla, yumruklarla yere çökerttiler; ağzını burnunu kan içinde bıraktılar. Çok kötü durumdaydı. O haline yüreğim sızlamıştı.
Şeref Abi, dönüşte kariyerin içinde de, sen nasıl mahkemeden bir şey istersin diye feci şekilde dövüldü. Cezaevine getirilince de guruptan ayrılıp merdiven altında yine dayağa alındı. İkinci gün de merdiven dayağı Ruşen Abinin (Ruşen Arslan) başına geldi.
Zincirlerle sarhoş gardiyanlar hücreye
( ) Bir gün benimde içinde olduğum yedi arkadaşa Sakine Polat (Cansız), Gönül Atay, Cahide Şener, Fatma Çelik, Aysel Çürükkaya, Nuran Çamlı ve Halide (Halidenin soyadını hatırlayamıyorum) keyfi olarak iki gün hücre cezası verildi.
Koğuşta temiz bir falaka faslından sonra hücreye indirildik. Her zamanki gibi bütün doğal ihtiyaçlardan men edildik. Akşam sayımında işkenceci ekip zil zurna sarhoş, kahkaha atarak, ellerinde zincirlerle hücreye geldiler. -Alay olsun diye zaman zaman isimlerimizle hitap eder, nurancığım, sakineciğim, gönülcüğüm, ayselciğim derlerdi.
O akşam, böyle hitap etmeye karar vermişlerdi. Hepimize öncelikle 20-20 el falakasıyla seansımız başladı. Kadınlık onurumuzu aşağılayıcı sohbetlerinden sonra kendi aralarında bir mahkeme kurdular.
50 ayak falakası talepli mahkeme
Kara Bela hakim, Ömer çavuş savcı, diğerleri kah infaz memuru kah savcı oluyorlardı. Sırayla isimlerimizi söyleyip, hakkımızda verdikleri cezaları tarafımıza tebliğ ettiler. Şöyle ki;
Kara bela: Hepsi için 50şer el, 50şer ayak falakası talebiyle duruşmayı açıyorum.
Laz Mevlüt itiraz ediyor: 50şer az bulunduğundan, sayı 100e çıkarılmıştır.
Bu kez kara bela itiraz ediyor: 75te anlaşalım, ne acelen var yarak, nasıl olsa sabaha kadar kızlarla beraberiz 100de geçeceğiz, ne güzel eğleniyoruz.
Tırnaklarımızın ucundan kanlar akıyor
Bu cezada karar kılıp uygulamaya geçtiler. Her bir elimize yetmiş beşer olmak üzere toplam 150 el sopası yedik. 10 copu çektikten sonra ellerimiz dirseklerimize kadar uyuştu, morardı. Cop inip kalktıkça moraran ellerimiz patlayıp kan akmaya başladı.
Öyle ki artık ellerimizi açamaz hale geldik. Yine de sayı tamamlanmadı diyerek bu kez ellerimize köpeklerin patilerini yukarıya kaldırdığını düşünün- o halde vurmaya devam ettiler.
Ellerimiz bileklerden bağımsız olarak kendiliğinden düşüyor, tırnaklarımızın ucundan kanlar akıyordu. Bir süre sonra ellerimizi kaçırmaya başladık, bu kez içi demir olan coplarla rasgele vurdular.
Tamamen güçsüzleşmiştik, coplar bedenlerimize indikçe boğazımız yırtılırcasına çığlık atıyor, bağırıyorduk, seslerimiz birbirine karışıyordu. Çığlıklarımız gecenin geç saatinde havalandırmada yankı yapıyordu. Durmaksızın vurarak verdikleri ceza sayısını bitirdiler.
Banyo kapısında erkek gardiyan
( ) İki günlük hücre cezamızı, ilk günün tempo ve işkenceleriyle bitirdik. Koğuşa götürülmeden E.Oktay hücreye geldi. Yüzümüz dahil, görünen her yanımız şiş ve morluk içindeydi. Görüntümüz Esatın çok hoşuna gitmişti, en yakınındaki askerin başını okşayarak (E.Oktay, verdiği emirler -dayak, falaka- istediği gibi yerine getirilmişse, askerlerine mükafat olsun diye başlarını okşar, memnuniyetini dile getirirdi.) ellerinize sağlık, güzel olmuş deyip bize dönerek nasılsınız kızlar, akıllandınız mı? diye sordu.
Banyoya götürülmemiz, yıkanmamız emrini verdi ve hücreden ayrıldı. Gardiyan tek sıra halinde bizi banyoya soktu, banyo bitene kadar kendi de kapının dışında bekledi. Büyük olasılıkla kapıyı açıp bizi izliyordu. Birimizin durumu iyi değildi ki, diğerine yardım etsin.
Tutmayan ellerimizle üzerimizdeki pislikleri yıkayıp, temizlenip koğuşa öyle çıktık. E.Oktay ve ekibi karşıladı. Koğuştakilere gözdağı olsun diye Esat bizi içtimaya sokmayarak orta yerde tutup, her zaman ki nutkunu attı, koğuşa dönüp yüzlerimizdeki morlukları kastederek, renkli yüz görmek iyi oluyor değil mi kızlar, arkadaşlarınıza ilaç sürün yarına bir şeyleri kalmaz diye bir de babalık yapmaya çalışıp koğuştan toplu halde ayrıldılar.
Mektubu ye emri
( ) E.Oktay, Meryemin Ailesine mektup yazarken saçlarının kesilmesinden bahsettiğini ve bunun ağır bir suç olduğunu belirtiyordu. Cebinden çıkardığı mektubu da sallayarak nutkuna devam etti ve mektubu hemen orada Meryeme yedirmesi için gardiyan Ömer Çavuşa uzattı.
Ömer Çavuş mektubu üç dört parçaya böldükten sonra sıradaki yerine dönmüş olan Meryemin ağzına tıkamaya çalıştı. Meryem kaşlarını çatmış, kararlı bir biçimde başını iki yana sallayarak bu işleme direniyordu. Ama nafile!
İki üç gardiyan gencecik kızın çenesine yapışarak kağıt parçalarını zorla ağzına tepiştirdiler. Çiğnemesi için de ağzını açıp kapatarak zorladılar. Güzelim Meryem bir yandan çatık kaşlı direngen tavrını sürdürüyor, ama bir yandan da gururu kırılmış olarak gözünden sessizce sicim gibi yaşlar boşanıyordu.
Gardiyanlar bunun için de birkaç defa daha vurdular Meryeme ve E. Oktayın nutku bitene kadar mektubu çiğneyip yutması için başında beklediler. (NÇM/NM)......
* Yazının tümü için Gelawej'e http://www.gelawej.com adresine bakınız.