"Türkiye Seçimleri: İfade Özgürlüğünü Gelecekte Ne Bekliyor?" adlı bir röportaj serisi hazırlayan PEN Norveç, Demokrat Parti (DP) Genel Sekreteri Doç Dr. Serhan Yücel’in ardından mahpus tutulan HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’la konuştu.
PEN Norveç Türkiye Danışmanı Caroline Stockford ile PEN Norveç Türkiye Hukuk Danışmanı Şerife Ceren Uysal’ın imzasının bulunduğu röportajda Demirtaş Türkiye’yi antidemokratik olarak tanımladı.
Kürtçenin yasal güvenceden yoksun ve yasaklı olduğunu belirten Demirtaş TRT Kurdî’nin de sürekli Erdoğan propagandası yaptığını ifade etti.
“Kürt dili resmi bir statüye kavuşmadıkça da Kürtçe üzerindeki baskı, asimilasyon ve yok olma tehdidi ortadan kalkmayacaktır.” dedi. PEN Norveç’in Demirtaj röportajı şöyle:
Türkiye'de ifade özgürlüğü var mı?
Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğünün mevcut durumuna ilişkin bizim gözlemlerimiz çok endişe verici ancak dışarı ile hiç iletişimini kesmeyen bir politikacı ve hukukçu olarak tabloyu sizin özetlemenizin önemli olduğunu düşünüyoruz. Türkiye’de bugün sizce ifade özgürlüğü hakkının varlığından söz edebilir miyiz?
Türkiye’de uzun yıllardır temel hakların tümü askıya alınmış durumda. Öyle ki yaşam hakkı bile güvence altında değil. Her gün ortalama iki kadın cinayeti işleniyor, polis tarafından öldürülen sivillerin katilleri cezasızlık nedeniyle cesaretlendiriliyor.
İfade özgürlüğü ise sadece iktidar yanlıları için sınırsız derecede kullanılırken, muhalifler bir tweet, bir yazı, bir basın açıklaması, bir konuşma nedeniyle medyada linç edilip hapse atılabiliyor. Yüz binlerce insan Cumhurbaşkanı’na hakaret iddiasıyla cezalandırılıyor. Eleştiri hakkını kullananlar yargı tarafından bile “terörist” muamelesine tabi tutuluyor. Türkiye bu açıdan tarihinin en kötü zamanlarını yaşıyor.
Ben bu röportaja, ifade özgürlüğümü kullandığım için 6,5 yıldır tutulduğum yüksek güvenlikli bir cezaevinden cevap veriyorum. Durum tam olarak budur işte.
"Erdoğan'ın istekleri kanun yerine geçiyor"
PEN Norveç olarak 2020 yılından bu yana Türkiye İddianame Projesi’ni yürütüyoruz ve bu çalışma kapsamında 2016 yılı sonrasında kaleme alınmış ve ifade özgürlüğü odaklı 25 iddianameyi ayrıntıları ile inceledik ve raporlaştırdık. Sonuç bizim açımızdan oldukça çarpıcıydı. Zira iddianamelerin tamamında iç hukuk kriterleri ve AİHS düzenlemelerinin göz ardı edildiğini gördük. Olağanüstü hal ile birlikte daha da derinleşen ve hala devam eden bu kısıtlayıcı eğilimi siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu eğilimin arkasında size göre nasıl nedenler yatıyor?
2016 yılından itibaren Erdoğan rejimi yargı kurumunu tümüyle kontrol altına aldı ve onları, muhalifleri baskılamak için kullandı.
Erdoğan, miting meydanlarında bile yargıya talimat vermekten çekinmiyor, çok açık bir pervasızlıkla hareket ediyor. Yargı kurumları da Erdoğan’ın açık talimatları doğrultusunda hareket ederken elbette ne iç hukuku ne de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeleri dikkate alıyor.
Erdoğan’ın istekleri, emirleri kanun yerine geçiyor adeta. Yargıçlar, Erdoğan rejiminin nimetlerinden faydalandıkları için muhalifleri büyük bir zevkle baskılıyor. Yani birçoğu gönüllü.
"Muhalefetin elindeki en önemli mecra sosyal medya"
Siz yıllardır tutuklu olmanıza rağmen sosyal medyayı çok düzenli olarak kullanıyorsunuz. Sosyal medyanın Türkiye’de nasıl bir işlevi var?
Şu anda sosyal medya görece bir özgürlük alanı sunsa da oraya yönelik de engellemeler zaman zaman oluyor. Bununla birlikte, muhalefetin elindeki en önemli propaganda, örgütlenme ve bilgilendirme mecrası olarak halen sosyal medya başat roldedir diyebilirim. Çünkü sokak gösterileri, yürüyüş gibi hakların kullanılmasına asla izin verilmiyor. Televizyon kanallarının çoğu da iktidarın kontrolünde olduğu için geriye bir tek sosyal medya kalıyor.
"Eleştiri demokratik toplumun unsurlarından biridir"
Türk Ceza Kanunu’ndaki kimi düzenlemelerin sıklıkla kişilerin eleştirel ifadeleri nedeniyle yargılanmalarına yol açtığını görüyoruz. Sizce hakaret, eleştirel düşünce ve nefret ifadelerini birbirinden ayırmanın hukuki sınırı nasıl çizilebilir?
Hakaret ile eleştirel düşünce ayırımı, hukukun tartışmalı konuları arasında. Gerçi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu konuda çok sayıda yol gösterici kararı var ama en nihayetinde her eylemi, kendi özgün koşullarında değerlendirilerek bir karara varmak gerekir. Tartışmaların ana konusu ise özellikle devlet ve hükümet temsilcilerine yönelen eleştirilerin hakaret sınırında olup olmadığı. Burada da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, eleştiri sınırlarının olabildiğince geniş yorumlanması düşüncesindedir ki, ben de buna katılıyorum.
Toplumun veya tek tek bireylerin yaşamını, geleceğini etkileyen kararları alma yetkisine sahip kişilerin, eleştirilerin en sert ve kaba olanına bile katlanma yükümlülükleri vardır. Aldığı bir karar, yürüttüğü bir politika veya bir söylemi nedeniyle insanların en ağır şekilde eleştirisine maruz kalan bir politikacı, bir yönetici, buna herkesten daha fazla katlanmak zorundadır. Aslında o kişi politikaya atılmadan veya hükümette görev almadan önce bu tür ağır, kaba eleştirileri peşinen kabul ettiğini ilan eden zımni bir sözleşmeye imza atmış sayılır.
Eleştiri veya ağır eleştiri, hükümetlerin toplum tarafından denetlenmesi ya da baskı altına alınması yöntemlerinden biridir; yöneticilerin her koşulda denetlenmesi ise demokrasinin gereğidir. Dolayısıyla eleştiri demokratik toplumun unsurlarından biridir. Bunun engellendiği Türkiye gibi ülkeler ve yöneticileri ise tabii ki anti demokratiktir.
"Kürtçe yasaklı dil"
PEN Norveç’in temel çalışma alanlarından birisi de dil hakları ve dilsel çoğulculuk. Bu çerçevede Türkiye’de Kürtçe dilinde savunma hakkı üzerine 200’ün üzerinde soruşturulmuş yahut yargılanmış Kürt ile röportajları da içeren bir araştırma yaptık ve yakın zamanda Türkiye’de Kürtçe savunma hakkının mevcut durumuna ilişkin bu araştırmanın sonuçlarını da içeren bir rapor yayımlayacağız. Sizin de görüşünüzü almak isteriz. Türkiye’de bugün Kürtçe’nin durumu nedir? Türkiye’de anadilde ifade özgürlüğünden söz edilebilir mi? Kürtçe savunma hakkı kullanılabiliyor mu?
Kürtçe savunma hakkıyla ilgili resmi bir engel olmamakla beraber, yeteri kadar Kürtçe tercümanın işe alınmaması, tercüman bulundurulmaması gibi fiili sorunlar yaşanıyor.
Aslında Kürtçe üzerindeki temel yasak halen eğitim, öğretim ve kamusal dil olarak tanınmamasıdır. Türkiye vatandaşı 20 milyondan fazla Kürdün ana dili halen yasal güvenceden yoksundur veya yasaklı dildir. Erdoğan yönetimine bağlı TRT Kurdî kanalının herhangi bir yasal dayanağı yok, zaten o kanalda sürekli Erdoğan propagandası yapılıyor.
Kürt dili resmi bir statüye kavuşmadıkça da Kürtçe üzerindeki baskı, asimilasyon ve yok olma tehdidi ortadan kalkmayacaktır.
(HA)