Çiftçiler Mücadele-Örgütlenme İçin Toplandı
Ankarada 13-14 Aralıkta gerçekleştirilen Türkiye Tarım ve Hayvancılık Kurultayının sonuç bildirgesi açıklandı.
Ortak mücadele ve örgütlenme için
Ankaradaki merkezi kurultayda, Akhisar, Burhaniye, Alaşehir, Babaeski, Ordu, Rize ve Zilede ürün bazında kurultaylar gerçekleştiren çiftçiler arasından seçilmiş delegeler, deneyimlerini paylaşıp ortak mücadele yollarını konuştular.
117 delegenin tamamının katılımıyla gerçekleştirilen kurultayda, çiftçi temsilcileri, örgütlenme modellerini de belirlediler.
Çiftçi delegeleri, sözleşmeli üreticilik yapılan ürünlerde sendika kurmayı kararlaştırdılar. Kurultayda, üzüm, tütün ve şekerpancarı ürünleri sendikalarının örgütlenmesinin 2004te tamamlanması karara bağlandı.
Kooperatiflerin demokratikleşmesi için çaba harcanması, kooperatif ağalarının üst üste seçilmemesi için mücadele edilmesi, neo-liberal politikalara karşı, uluslar arası çiftçi sendikaları ve örgütleriyle ortak mücadele de alınan kararlardandı.
Uluslar arası işbirliği
Çiftçilerin Sesi gazetesinin organizasyonu ile gerçekleştirilen kurultayı Paysanne Konfederasyonu Uluslar arası İlişkiler Komisyonu üyesi, üzüm üreticisi ve arı yetiştiricisi Pascal Pavie de kurultayda bir konuşma yaptı.
Sonuç bildirgesinden
Kurultayın sonuç bildirgesinde Türkiye tarımının sorunları ve çözüm yolları sıralandı. Bildirgede tütün, pamuk, hayvancılık, çeltik, buğday, ayçiçeği, zeytin, üzüm, fındık, çay ve şekerpancarı üreticisinin sorunları ile çözüm önerileri de yer aldı. Bildirgenin tam metni şöyle:
Türkiye Tarım ve Hayvancılık Kurultayı Sonuç Bildirgesi
Türkiye tarımı değişiyor. İlk olarak 1950'de, 1923 politikalarından vazgeçildi. 1980 ile birlikte ise, yeni liberal politikaların eksenine girildi.
Türkiye'de bu dönüşümün kamuoyuna ilk duyuruluşu 24 Ocak Kararları ile oldu. Söz konusu kararların yaşama geçirilmesi ile birlikte Türkiye tarımı ve köylüsü için zor yıllar başladı. Çünkü 24 Ocak Kararları bir Uluslar arası Para Fonu (IMF) istikrar programıdır.
Bu kararlar sonrasında adım adım şu uygulamalar başlatıldı.
* Çiftçinin ürününü pazarlama ve fiyat garantisini oluşturan, onlara girdi desteği sağlayan tarımsal KİT'ler özelleştirilmeye başlandı.
* Tarımsal kredi faizleri yükseltildi.
* Destekleme kapsamı daraltıldı.
* Tarımsal ürün fiyatları baskı altına alınarak maliyetlerin altında belirlendi.
* Tarımsal kamu yönetimi dağıtıldı.
Kısacası Türkiye, IMF ve Dünya Bankası dayatmaları ile çokuluslu şirketlerin politikalarına teslim edildi.
İç ticaret hadleri Cumhuriyet döneminde görülmemiş ölçüde tarımın aleyhine döndü.
Bütün bu uygulamalar yapılırken köylü adına kararlar alındı. Üreticinin örgütsüzlüğünü fırsat bilen hükümetler köylüyü iyice yoksullaştıracak kararlar arka arkaya alındı.
Bu da üreticiyi;
* Yeni gelir olanakları yaratmaya,
* Birikeni tüketme ve borçlanmaya,
* Tüketimi sınırlama ve kadın emeği sömürüsünü derinleştirmeye yönelik arayışlara itti.
Çiftçi yoksullaştıkça daha çok emek sarfiyatına yöneldi. Tüketimini iyice sınırlandırdı. Tarım sektöründeki istihdam daraldı.
Bir başka deyişle "örgütsüz köylü", "örgütlü sermaye" ile karşı karşıya bırakıldı. Bu gelişme Türkiye çiftçisinin yoksulluğunu arttırdı. Bu da kırsalın çözülmesine hız kattı.
Bu yeni politikalar, sürekli ucuz işgücü kaynağı olan kırsal yaşayanlarını, kent çeperindeki kır kent karışımı yaşamın içine taşıdı.
Bu olumsuzlukların tümünün temelinde örgütsüz köylü yapısı bulunuyor. Bu gün kırsal alanda en yaygın örgütlenme biçimi kooperatifçiliktir. Türkiye'de halen 10 bin 95 adet Tarım Kredi, Tarım Satış, Tütün Tarım Satış, Tarımsal Kalkınma, Pancar Ekicileri, Sulama kooperatifleri faaliyet gösteriyor.
Kooperatiflerin mevzuatları da çiftçileri koruyup kollayan yönlendiren biçimde düzenlenmiş değil. Örneğin; bir yıl kooperatife ürün vermeyen üreticilerin oy hakları ellerinden alınıyor. Bunlara çözüm bulmak yerine büyük çiftçiler teslim ettikleri ürünleri kendilerine oy verecek kişilere paylaştırarak teslim ettiriyorlar. Kooperatifçiliğin demokratiklik ilkesi olan "her üreticinin bir oy hakkının olması" ilkesi, delinmiş oluyor. Kendilerini sürekli seçtiriyorlar. Kooperatiflerin ortaklarına kar payı dağıtması konusunda ciddi bir yaptırım yok. Birlik yöneticiliği, kooperatif yöneticiliği meslek haline getirilmiş. Hep aynı kişiler kendilerini seçtiriyorlar.
Bunun yerine;
* Yönetimler dönüşümlü olmalı.
* Bir kez seçilenlerin görev süreleri dolduğunda tekrar aday olamamalı,
* Beş yıla kadar ürün teslim etmeyenlerin de oy hakkı olmalı. 5 yıldan sonrakilerin olmamalı.
* Her yıl mutlaka kar payı dağıtılmalı, ve diğer aksaklıklarda üreticiler tarafından belirlenerek yasa ve tüzükler yeniden düzenlenmelidir.
Böylece, Birlik ağalığına son verilmiş, üretenler yönetmiş olur. Bu kooperatifler bizim alın terimiz, emeğimizle oluşturulmuştur. Tamam devlet vesayeti kalksın ama büyük çiftçiler de yönetsin istemiyoruz.
Söz konusu süreçte özelleştirmeler de anahtar rol oynadı. Özelleştirilen veya özelleştirme sürecinde olan tarımsal KİT'ler şunlardır. Hayvancılık sektöründe faaliyet gösterenler destekleme alım ve girdi üretenler (Et ve Balık kurumu, Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu,Yem Sanayi)
Girdi üretimi ve dağıtımı yapanlar (Türkiye Zirai Donatım Kurumu, Türkiye Gübre Sanayi AŞ, Ziraat Bankası, Tarımsal İşletmeler Genel Müdürlüğü) ve tarım ticaret alanında faaliyet gösterenler (Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ, TEKEL, ÇAYKUR, Toprak mahsuller Ofisi) ile çiftçi örgütü olan Tarım Satış Kooperatifleri Birliklerinin entegre tesisleri.
Bizler örgütlenmeden yapılan özelleştirmelere karşıyız. Çünkü;
Tarımsal kredi faizleri yükselince, sermayesiz üretemiyoruz. Girdileri pahalı alıyor, zarar ediyoruz. Taban fiyatları maliyetlerin altında belirleniyor, iflas ediyoruz. Destekleme alımlarından kamu vazgeçince tüccarın belirlediği fiyatlara mahkum oluyoruz. Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliklerimizin entegre tesisleri AŞ.'lere dönüştürülerek kooperatiflerimizi işlemez hale sokuluyor. Bu uygulamalara karşıyız. Reddediyoruz.
IMF ve Dünya Bankası'nca kurgulanan yabancı büyük tarım şirketleri lehine olan bu yeni üretim yapısı ile çiftçilere, sözleşmeli üreticilik ilişkileri çerçevesinde kendi toprağında "bağımlı işçi" olma rolü biçiliyor.
Bütün bu olup bitenlerden kazançlı çıkanlar da Türkiye'yi kendileri için Pazar yapan çok uluslu büyük gıda ve tarım şirketleri oluyor.
IMF ve Dünya Bankası'nın dayattığı, hükümetlerin de uyguladığı bütün bu uygulamalara da hükümetler, çiftçilere yeniden yapılanma diye anlatıyorlar.
Ama bütün bunları yaşayan çiftçiler olarak bizler farkındayız... Olup bitenlerden kazançlı çıkanların kimler olduğunu biliyoruz... Kendi hükümetlerimiz eliyle Türkiye'nin yabancı ağırlıklı büyük tarım ve gıda şirketlerine pazar yapıldığını onlar için bizlerin feda edildiğini de yaşayarak öğrendik.
Bu gidişata "artık yeter!" demek için biz çiftçiler, birkaç yıldır yurdun dört bir yanında bir araya geldik. Birlikte tartıştık.
Tütün üreticileri; 15 Eylül 2001'de Akhisar'da, Zeytin Üreticileri; 25 Mart 2002'de Burhaniye'de, Üzüm Üreticileri; 2 Nisan 2002'de Alaşehir'de, Ayçiçeği-Buğday- Hayvan Yetiştiricileri; 23 Mayıs 2002'de Babaeski'de, Fındık Üreticileri; 25 Haziran 2003'de Ordu'da, Çay Üreticileri; 23 Ağustos'ta Rize'de, Pancar Üreticileri; 14 Ekim 2003'de Zile'de bir araya geldik. Kurultaylarımızı yaptık. Kurultaylarda sorunlarımızı belirledik, çözüm önerilerini tartışarak bulduk, heyetlerimizi oluşturduk.
Ürün bazındaki heyetler ile bu Tarım ve Hayvancılık Kurultayı'nı düzenledik. Türkiye'nin tarım ve hayvancılık sorunlarını tartıştık. Çözüm önerilerimizi sunduk. Örgütlenme model ve motiflerini birlikte belirledik. Ortak mücadele etmek için sözbirliğine vardık.
Ürün bazındaki sorunlarımızı da kısaca şöyle belirledik. Belirlediğimiz bu sorunlar ve çözümlerimiz şöyledir:
TÜTÜN
Uluslararası sigara şirketlerinin isteğiyle Tütün Yasası çıkarıldı. Tekel'in ülkemizdeki tütün üreticilerinin korunması amacıyla yaptığı destekleme alımları Tütün Yasası'yla beraber kalktı. Tütün yasası ile birlikte bin bir güçlükle ayakta durmaya çabalayan biz üreticiler çok uluslu sigara tekellerinin kulu haline getirildik. Şöyle ki; piyasa şartları kaldırıldı, destekleme alımlarına son verildi ve sözleşmeli üretime geçildi.
Bugün tütün ekebilmek için bir alıcıyla sözleşme yapmamız gerekiyor.Tütün üretimini ancak sözleşme imzalayanlar yapabiliyor. Bu anlamda piyasa ekonomisinin temel ilkesi olan rekabet söz konusu değil. Çünkü piyasa ekonomisinin temel ilkesi olan arz ve talebe göre fiyat oluşmuyor. Üretilen tütünün fiyatını ne ürünün sahibi ne de piyasa belirliyor. Belirleyenler sözleşmeyi imzalatan alıcılar yani uluslar arası tütün tekelleri. Güya hükümetler bu yasayı serbest piyasanın oluşması için çıkartmışlardı.
TÜTÜNDE ÇÖZÜM
* Tekel'in özelleştirilmesine karşıyız. Tekel satılmamalı. Üreticilerin ve çalışanların yönetimlerine bırakılmalıdır.
* Tekel'in özelleştirilmesinden çalışanlar da zarar göreceği için özelleştirmeye karşı ortak mücadele edilmelidir.
* Sözleşmeli üreticilik için sözleşme yapacak sendikamızı kurmalıyız.
PAMUK
Pamuk üretiminde ve ihracatında bir zamanlar lider ülkeler arasındaydık. Şimdi, Çin'den sonra dünyanın ikinci büyük pamuk ithalatçısı durumuna geldik. 1980 yılında hiç pamuk ithal etmiyorduk. Ama hükümetlerin biz üreticileri değil de IMF'yi dinlemesinin sonucunda Türkiye 1997'de 356, 1998'de 379, 2000'de 566 bin ton dış ülkelerden pamuk aldı. Pamuk üreticisi üretiminden vazgeçti.
Pamuk üreticilerinin sorunu düşük taban fiyat, tekstilciye pamuk ithal etmesi için verilen düşük faizli dış kredi yanında girdi fiyatlarının da yüksekliğidir. Son 3 yılda pamuğun girdi fiyatı 7-8 kat artarken pamuğun fiyatı 2.5 kat artmıştır. Bizler, her yıl sezonu zararla kapatıyoruz. Bir üretici ürettiği üründe zarar ederse o ürünü üretmeye devam eder mi? Etmez. Elindeki pamuk üretmede kullandığı alet ve makine teçhizatını ve düzenini bozan çiftçi bir daha pamuk üretimine dönemez.
PAMUKTA ÇÖZÜM
* Üreticilerin taban fiyatı belirlenirken maliyet artı kar hesap edilerek belirlenmelidir.
ABD'nin kendi üreticilerine uyguladığı telafi edici (noksanlık fiyatı) fiyatını bizim hükümetlerimiz de biz pamuk üreticilerine vermelidir. Bu çerçevede uygulanacak noksanlık ödemeleri (telafi edici ödemeler) sistemi ile:
* Üretim yılından önce açıklanacak hedef fiyat ile üretim yönlendirilmeye çalışılmalı,
* Hedef fiyat ile piyasa fiyatı arasındaki fark üreticiye gelir yardımı olarak ödenmeli,
* Belirlenecek müdahale fiyatının altındaki fiyat oluşumlarında devlet alım yapmalı,
* Devletin tarıma desteği arttırılarak sürdürülmelidir.
* Pamukta pirim sistemi devam etmelidir. Gelişmiş ülkelerin pamuk üreticilerine verdiği pirimler kadar verilmelidir.
* Pamukta çalışan mevsimlik işçilere sendika hakkı tanınmalı, pamuk üreticilerine de sosyal güvenlik hakkı eksiksiz verilmelidir.
HAYVANCILIK
Türkiye hayvan sayısı bakımından dünyanın önde gelen ülkeleri arasındaydı. 1928'de 33 milyon 400 bin olan sığır, koyun, keçi ve manda sayısı, 1950'de 52 milyon 600 bin, 1980'de 84 milyon 600 bine çıkmıştır. Bundan sonra hayvan sayısı hükümetlerimizin dış telkinlerin etkisinde uyguladıkları politikalar nedeniyle azalmaya başlamıştır. Güdümlü politikalar sonucu bu sayılar 1985'de 68 milyon 850 bine 1990'da 63 milyon 200 bine, 1995'de 55 milyona ve 1998'de de 48 milyon 690 bine kadar gerilemiş. Hayvansal verimlilik açısından da Avrupa Birliği ile ülkemiz hayvancılığı arasında ciddi uçurumlar oluşmuştur.
Süt Endüstrisi Kurumu, Et ve Balık Kurumu, Yem Sanayi gibi kurumların özelleştirilmesi ve hayvancılığa yeterli desteğin sağlanmaması sonucu, örgütsüz, küçük işletmeler halindeki dağınık olan hayvan yetiştiricileri korumasız bırakıldı. Organize olmuş sanayici ve tüccara tek tek yem olarak sunuldu. Onların da uyguladıkları fiyat politikaları sonucunda yetiştiricilerin çoğu sektörü terk etmek zorunda kaldı. Kalanlarında üretim potansiyeli iyice azaldı. Gelinen noktada ülke de kırmızı ette dışa bağımlı hale geldi.
Hayvancılık sektöründeki piyasayı dengeleyen, destekleme alım ve sektöre girdi sağlayan kamu kuruluşları özelleştirildi. Üretici örgütleri zaten yok. Fiyat ve piyasa kontrolünü az sayıdaki özel şirketler aldı. Bu da sadece yetiştiricileri değil, tüketicileri de etkilemektedir. Bu anlamda tüketicilerle yetiştiricilerin sorunları ortaklaşıyor. Mücadele de ortaklaştırılmalıdır.
HAYVANCILIKTA ÇÖZÜM
* Hayvansal besinler temel gıdalardandır. Sosyal devlet anlayışının gereği olarak sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenme için kamu önlem almalı ve çaba göstermelidir.
* Avrupa Birliği ile verimlilikte oluşan uçurumu kaldırmak için yani verimliliği arttırmak amacıyla;
* Yerli sığır ve düşük verimli kültür ırkı sığırlarda kullanma melezlemesi yoluna gidilmeli,
* Soy kütüğü tutulmalı,
* İyi ve kaliteli damızlık ihtiyacı sağlanmalı,
* Dışarıdan süt ineği yerine, damızlık buzağı veya düve getirilmeli,
* Kendi nitelikli boğalarımızın döl kontrol projesi ile spermalarının kullanılması yoluna gitmek gibi ıslah çalışmaları yanında;
* Tarımsal kredilerin en az yüzde 25'i hayvancılığa ayrılmalı,
* Kredi kullanımı kolaylaştırılmalı,
* İşletme kredileri yeterli miktarda olmalı, kredi faizi düşük tutulmalı,
* Verilen kredilerin amacına yönelik, yerinde kullanılması denetlenmeli,
* Damızlık üretimi, besi ve süt sığırcılığı yem bitkileri üretimi, suni tohumlama uygulamalarını öncelikleri arasına alacak destekleme politikalarına ivedilikle geçilmelidir.
* Tarım reformu paketi içinde, tarım ürünlerinin dolu sigortası yanında, zorunlu hayvan sigortası da su ürünleri ve kümes hayvanlarını da kapsayacak şekilde yer almaktadır. Bu şekilde yasallaşması halinde hayvancılık işletmeleri her türlü felakete karşı korunur ve güvenceye alınmış olur.
* Desteklemeler olmadan biz örgütsüz hayvan yetiştiricilerinin ayakta kalması mümkün değildir. Bunun için;
* Yem bitkisi üretim masraflarının desteklenmesi,
* Silaj yapımının teşvik edilmesi,
* Suni tohumlama için teşvik pirimi verilmesi,
* Suni tohumlama ekibi kuracak özel ve tüzel kişi veya kuruluşların teşvik edilmesi,
* Damızlık belgeli hayvanların desteklenmesi,
* Süt teşviki,
* İlaç masraflarının bir kısmının iadesi,
* Dış satım teşviki gibi özellikle girdiye ve üretim maliyetlerine destek verilmelidir.
* Hastalıktan ortaya çıkacak tehlikelerin azaltılması veya önlenmesinin yolu hayvanların kontrol altına alınmasından geçer. Sağlıklı et ve et ürünleri hazırlamak veya üretmek için de öncelikle sağlıklı kasaplık hayvanlık yetiştirilmesi gerekmektedir.
* Hayvanlarda "beslenmeyi düzenleyen, semirmeyi hızlandıran" "hormon" kullanılmaktadır. Hormon yasaklanmalıdır.
* Biz hayvan yetiştiricileri ürettiğimiz ürünlerin fiyatlarını belirlemek ve haklarımızı savunmak için sendikalarımızı kurmalıyız.
ÇELTİK
Türkiye ihtiyacı olan çeltiğin ancak yarısını üretmektedir. Verim bakımından Türkiye dünya ortalamasının çok üzerindedir. Türkiye en fazla verim alan çeltik üreticisi ülkelerle yarışmaktadır.
Ülkemizin sıcaklık şartları çeltik tarımına elverişli olmasına karşın tek engel su ve tarımdaki güdümlü ve yanlış politikalardır.
* Çeltik üreticileri örgütsüz.
* Rekabet halindeki ülkelerle özellikle, Mısır ve Amerika ile kıyaslandığında üretim girdileri pahalıdır.
* Tarım arazileri amaç dışı kullanılıyor. Sanayileşeceğiz diye buldukları her yere gecekondu gibi fabrikacıklar kuruluyor. Bilinçsiz ilaç ve gübre kullanmanın yanında bunlar da toprağımızı ve suyumuzu kirletiyorlar.
ÇELTİKTE ÇÖZÜM
* Hükümetlerimiz GATT ve Dünya Ticaret Örgütü çerçevesinde yaptığı anlaşmalarla pirinç dış ticareti ile ilgili taahhütlerde de bulunmuştur. Bu anlaşmalar ret edilmelidir. Bu anlaşmaları ret edemiyorsak daha uzun yıllar pirinç ithal edilecek demektir. Bu nedenle;
* Hükümetler hasat zamanına yakın yapılan pirinç ithalini engelleyici değişik yöntemler bulmalı. Diğer zamanlarda da, pirinç ithalatını zorlaştırıcı ve ithal maliyetini arttırıcı tedbirler almalı ( bürokratik tedbirler, ihtisas gümrükleri v.b)
* Diğer ülkelerde olmayan böyle çok teferruatlı 3039 sayılı kanun iptal edilmeli.
* Biçerdöverle tane kuruması beklemeden yüzde 22-24 nemde hasat, kurutucularla kurutma, olgunlaşan taneler üzerine yağmur düşmeden uygun biçerdöver devirli kullanılarak hasadın bitirilmesi en uygun şekildir. Bu teknolojinin kullanılmasına olanaklar sağlanmalıdır.
* Çeltik üreticileri örgütlenmeden Toprak Mahsuller Ofisi destekleme alımlarından çekilmemelidir. Kapatılmamalıdır. Toprak Mahsuller Ofisi hububat üreticilerinin kuracakları demokratik örgütlerine devredilmelidir.
* Toprağın ve suyun kirletilmesine, amaç dışı kullanımına izin verilmemelidir.
* Üretici Birlikleri Kanunu bir an önce çıkmalıdır. Üreticiler olarak, Çeltik Üretici Kooperatifleri, Birlikleri, Üst Birlikler, Dernek ve Sendikalarımızı kurmalıyız. Diğer tarım örgütleri birlikte mücadele etmenin zeminini oluşturmalıyız.
BUĞDAY
Ülkemizde üretimi yapılan tahıl ürünleri içinde buğday en başta gelmektedir. Buğday, gerek insan, gerekse hayvan beslenmesinde temel bir gıda maddesidir.
Buğdayın tüketimi gelişmiş ülkelerde daha azdır. Ülkemizde buğdaya dayalı beslenme daha fazladır.
Türkiye'de buğday tarımı, büyük ölçüde kuru koşullarda yapıldığı için verim düşüktür.
Bu böyle olduğu halde hükümetler, sanayinin ihtiyaç duyduğu kaliteli buğdayı yurt içinde üretmemiz için devlet teşvik etmemektedir. Dışarıdan ithal ediliyor.
Her yıl Toprak Mahsuller Ofisi destekleme alımı yapardı. Ofisimiz geçen yıl çok az destekleme alımı yaptı. Diğer adı "çiftçinin kara gün dostu" olan ofislerimizi şimdi de IMF istedi diye kapatılıyor.
Buğday üreticileri örgütlü değildir. Tüccar örgütlü ve organize olmuş durumda. Hükümetler uyguladıkları bu politikalarla buğday üreticilerini tüccarın önüne yem olarak atıyorlar.
BUĞDAYDA ÇÖZÜM
* Toprak toplulaştırmasını kamu ivedilikle yapmalı. Toprakların miras yolu ile parçalanmasının önüne geçecek yasal düzenlemeleri gerçekleştirmelidir.
* Süne mücadelesi kurulacak olan üretici birlikleri tarafından tüm ekili olan buğday ürününü kapsayacak şekilde yapılması için kamu destek vermelidir.
* Kaliteli tohumluk üretimlerinin TİGEM'ler tarafından üretimi yapılmalı, TİGEM'LER özelleştirilmemeli.
* İlaç ve gübre şirketlerinin kar hırsına toprak ve suyumuzu feda etmemek için toprak tahlil hizmetleri ekim öncesi kamu tarafından yapılmalıdır.
* Anız yakmalarının önüne muhakkak geçilmelidir.
* Toprak Mahsuller Ofisi (TMO) piyasayı dengeleyici bir unsur olarak görev yapmalıdır. Kapatılmasından derhal vazgeçilmelidir.
* Ürettiğimiz mahsullerimizde söz sahibi olabilmemiz ve çözüm önerilerimizi hayata geçirmek için ürün bazında - Hububat Üreticileri Sendikamızı- kurmalıyız. Kuracağız!...
AYÇİÇEĞİ
Türkiye'nin bitkisel yağ ihtiyacı nüfus artışına ve kişi başına tüketilen yağ oranının yükselmesine bağlı olarak sürekli artıyor. Tüketilen bitkisel yağların yüzde 57'si ayçiçeğinden üretiliyor.
Ülke olarak yağlı tohum kırma kapasitesi ile yağlı tohumlar üretimi için elverişli topraklara ve iklim şartlarına sahibiz. Ama Türkiye tarımda uyguladığı bu yanlış ve güdümlü politikalar nedeniyle bir çok alanda olduğu gibi bitkisel yağ sektöründe de dışa bağımlı hale geldi.
Yanlış politikalar sonucu Rusya ve Bulgaristan'dan ayçiçeği ithal etmek zorunda kalıyoruz. Biz ayçiçeği üreticilerinden esirgenen 550-600 milyon dolar para ithalat yoluyla yabancı ülke çiftçilerine veriliyor.
AYÇİÇEĞİNDE ÇÖZÜM
* Ayçiçeği hasadı zamanında ithalat yapılmamalı.
* İhtiyacımız olan üretim girdilerinin ucuz temini için "üretici birlikleri" kurulmasını sağlayacak yasa çıkarılmalı.
* Istranca suları ve yer altı suları ile desteklenen sağlıklı sulama olanakları devlet tarafından sağlanmalı, kirletilmesi engellenmeli.
* Suları kirleten sanayi kuruluşlarına karşı yaptırımlar ağırlaştırılmalı, suların ve toprağın kirletilmesi mutlaka engellenmelidir.
* Köylerde bulunan kamuya ait arazilerde öğrenmeyi hızlandırıcı ve yeniliği kabul ettirme amaçlı, ayçiçeği ve buğday arasına üçüncü bir bitkiyi yerleştirme amaçlı örnek proje uygulamaları Trakya'dan başlayarak yaşama geçirilmeli ve çiftçi eğitimi için kaynak kamu tarafından sağlanmalı.
* Ayçiçeği üretiminde çalışan kadınlar ve işçiler sosyal güvenceye kavuşturulmalıdır.
* Biz ayçiçeği üreticilerini sanayici ve tüccara karşı koruyacak aynı zamanda kendi birlik yönetimlerimizi denetleme olanağına da kavuşturacak ve toplu pazarlık da yapabileceğimiz örgütlerimizi kurmak, geliştirmek zorundayız. Kısacası bugünden yarına ürün bazında sendikamızı yani "Ayçiçeği Üreticileri Sendikası"nı kurmak zorundayız.
ZEYTİN
Zeytin, binlerce yıl insanlar için beslenme ve geçim kaynağı olmuştur. 1 milyon tarım işçisine iş olanağı sağlamaktadır. Bunun dışında sanayi ve pazarlama sektörlerinde de yaklaşık 6-7 milyon kişiye doğrudan ya da dolaylı olarak iş ve ekmek olanağı yaratmaktadır.
Zeytin, yerine başka ürün de ikame edilemeyen bir ağaçtır. Çünkü, zeytin ağacı diğer bitkilerin yetiştirilemeyeceği engebeli ve verimsiz alanlarda yetişir. Çok uzun ömürlü ve dayanıklı bir bitkidir. 1980 yılında tarım alanında IMF ve Dünya Bankası dayatmaları başladı. Hükümetler de bu dayatmaları harfiyen uyguladı. Ne yazık ki bu politikalar hep biz zeytincilerin aleyhine oldu. Bu politikalar sonucunda,
* Zeytin ağacı sayısında artış olmadı.
* Ağaçlara bakım, sulama, ilaçlama yeterince yapılamadı,
* İhracat gelişmedi, üretim geriledi,
* Ülke de yağda kendi kendine yetmez oldu,
* Biz gerilerken, diğer ülkelerin zeytinciliği ve üreticileri gelişti,
* Uluslar arası yağ tekelleri kazandı, biz üreticiler kaybettik,
* Yağda oynanan oyunlar sonucu üreticiler de tüketiciler de zarar gördü,
* Türkiye ekonomisi de, insanların sağlığı da bu gelişmelerden olumsuz etkilendi.
* Zeytin yetiştiriciliği eğitimi de çok önemlidir. İspanya'da bu yüzden 'var' yılı ile 'yok' yılı arası verimlilik farkı çok azdır. Bizim yok yılımızdaki verim İspanya'nın beşte biri kadardır.
ZEYTİNDE ÇÖZÜM
* Zeytin yağı kullanma alışkanlığı yok denecek kadar azdır. Devlet, zeytinyağı kullanma alışkanlığını geliştirmek için; tanıtım, bilinçlendirme, fiyatlarda sübvansiyon dahil bir dizi önlem almalıdır.
* Çiftçiye yönelik eğitim yapılmalı. Organik tarım desteklenmeli. Zeytinin var yılı ile yok yılı arasındaki verimliliği arttıracak her türlü, bilgi, teknoloji desteği kamu tarafından yapılmalıdır. Biz üreticiler için en önemli konu budur. Devlet bu sorunumuzu mutlaka çözmelidir.
* Biz zeytin üreticileri örgütsüzüz. Zeytinlerimizi bekleterek satacak gücümüz olmadığı için de ucuza satmak zorunda kalıyoruz. Örgütlenirsek, örgütlerimiz aracılığıyla zeytinimizi satarsak alın terimizin de karşılığını alırız.
* Zeytin üreticileri ve toplayıcıları sosyal güvenceye kavuşturulmalı, toplu sözleşme yapabilecekleri sendikalarını kurmaları için yasal düzenleme yapılmalıdır.
ÜZÜM
Hükümetlerin IMF baskısıyla bir çok ürüne koydukları kotalar sonucu başka ürünlerden kopan üreticiler bağcılığa yöneldi. Bağcılıkta zaten pazar sorunu vardı. Bu yanlış uygulamalar sorunları iyice artırdı.
Yaş ve kuru üzümde tüccara karşı güvence olmadığı için her yıl yüzlerce bağcı dolandırılmaktadır.
Bağcılar kendi topraklarında ırgat olmaya zorlanmaktadır..
ÜZÜMDE ÇÖZÜM
* Üzüm üreticileri ve işçileri olarak sosyal güvenceye sahip olmalıyız.
* Tarım kesimine yönelik sektör bankası kurulmalıdır. Yani üreticilerin paralarının toplandığı, üreticilerin kredilendirildiği sektör bankası oluşturulmalıdır.
* Tüccarın vurgunculuğunu ve dolandırıcılığını engelleyecek yasalar çıkarılmalıdır.
* Organik tarım teşvik edilmeli, organik tarım yapan üreticilere ucuz girdi, düşük faizli kredi ve teknolojik bilgi desteği sağlanmalıdır.
* Doğal afetlere karşı korunmamız için ihtiyacımız olan teknik destek ve düşük faizli teşvik kredileri devlet tarafından sağlanmalıdır.
* Yaş üzüm işleme üniteleri ve soğuk hava depoları özel sektörün elindedir. Ürünlerimizi işleyip bekletememekteyiz. Ya düşük fiyatla tüccara satmakta, yada kurutmak zorunda kalmaktayız. TARİŞ ve devlet sadece üreticilerin yararlanabileceği yaş üzüm işleme ve depolama tesisleri kurmalıdır. Bu konuda talepte bulunan kooperatiflere ve üretici örgütlerine birkaç yıl ödemesiz, düşük faizli yatırıma teşvik kredileri vermelidir.
* Üzüm üreticisi çiftçiler olarak bizler sendikalaşmayı çözüm olarak görüyoruz. Bu konuda çabalarımız da var. Sendika girişim komitemiz belirlendi, kurmakta kararlıyız
FINDIK
Türkiye dünya fındık üretiminin yüzde 70'ini tek başına karşılamaktadır. İrili ufaklı yaklaşık 400 bin fındık işletmesi var. Yaklaşık 2.5 milyon üretici fındıktan geçimini sağlar. İşletmelerimiz çok parçalı ve cüce işletmelerdir. Fındık üretiminden pazarlanmasına kadar 8.5 milyon insan için gelir kaynağıdır.
Ülkemizde fındık üretim alanlarının sınırlandırılmasına 1981 yılında 6831 Sayılı Orman Yasası kapsamında ve 1983 yılında çıkarılan 2844 Sayılı "Fındık Üretiminin Planlanması ve Dikim Alanlarının Belirlenmesi" hakkında kanun uygulamada yetersiz kalmıştır. Daha doğrusu yasa uygulanmamış ve fındık sahaları taban arazilerde Marmara'ya kadar yayılmıştır.
Kadastro işlemleri hala tamamlanmadı. Fındık dikim sahalarının büyük bir bölümü ekonomik ömrünü (30 yıl) tamamladı.
Dünya fındık dışsatımının yaklaşık yüzde 73'ünü gerçekleştiren Türkiye'de dışsatım sorunu, fazla üretimden değil, artan üretime paralel olarak dış satımın arttırılamamasından kaynaklanmaktadır.
FINDIKTA ÇÖZÜM
* Tüketiciye güvenilir gıda sunulması,
* İç ve dış pazarın genişletilmesi,
* Fındık alanlarının sınırlandırılması,
* Alternatif ve yardımcı ürünleri de içine alan üretim-işleme-dışsatım boyutunda sektörsel planlamaları esas almalıdır.
* Yine bu çerçevede fındık üreticisine düşen görev kendi örgütlülüğüne inanarak,modern bilimi ve teknolojiyi kullanarak üretmek olmalıdır.
* Fındığın alternatifi fındıktır. Son dönemlerde kivi yetiştiriciliğinde artışlar olmuş birçok alana kivi dikilmiştir. Ancak fındığın bölge koşullarına, topografya ve yüksek eğime uyumunu başka bir üründe yakalamak olası değildir. Kivi, ahududu, isabella üzüm v.b ürünler yardımcı ürün olarak yetiştirilebilir.
* Fındık ihracatçılarından kesilip, üreticilere dönmeyen fonların ve yıllardır üreticilerden yapılan kesintilerin (yüzde 6-12) hangi amaçla kesildiği, biriken kesintilerin nerelerde kullanıldığı açıklanmalıdır.
* Dünya da 200'ü aşkın ülke içerisinde fındığın 77 ülke tarafından bilindiği ve bu ülkelerden 55 tanesine ihracat yapıldığı dikkate alınırsa yeni fındık pazarlarının bulunmasına çalışılmalıdır.
* Fındık üreticisi bir yandan üretirken bir yandan da küreselleşmenin vahşi saldırılarına karşı örgütlü gücüyle karşı koyabilmesi için örgütlenmelidir.
ÇAY
Çay tarımındaki sorunlarımız çay bahçelerinden başlayarak büyümektedir. Çay bahçelerimizin tamamına yakını tohumla yetiştirilmiştir. Bunun sonucu olarak da bahçelerde verim ve kalite düşmektedir.
Bunun yanı sıra eğimli arazilerde kurulan çay bahçeleri hem erozyona neden olmuş, hem de çaya verilen kimyasal gübre yüzeyden akan sulara karışarak kaybolmaktadır.
Bir başka sorunda çay bahçelerinde kimyasal gübrelerin kullanılmasıdır. Kimyasal gübreler toprağın yapısını bozmakta ve toprakları öldürmektedir. Kimyasal gübre kullanımı çay bahçelerinin çevresinde yetiştirilen sebze ve meyvelerdeki aromayı bozmakta ve derelerde var olan alabalık türünü önemli oranda azaltmaktadır. Toprakta asit oranının artması çayda kaliteyi ve verimi düşürmüştür. Bu durum hem ekosistemi ve hem de bizlerin doğayla kurduğu ilişkiyi de tahrip etmektedir.
1984 yılında çay tekeli kaldırıldı. Sektör özel sektöre açıldı. Bu dünyada ki kapitalist küreselleşme sürecinin mantığına da uygundur. Hükümetler özel sektörün piyasaya girmesiyle rekabetin artacağını ve tüketicilerin bu rekabet sonucu iyi kalitede ucuz çay içeceklerini üreticilerin de ürünlerini daha yüksek fiyattan satacaklarını söylüyorlardı.
Ancak özel sermayenin sektöre girmesiyle çay tarımında kontenjan ve kota uygulamaları başladı.
Çay bahçelerinde ürünleri ellerinde kalan üreticiler bugün özel sektörün insafına terk edildi.
ÇAYDA ÇÖZÜM
* ÇAY-KUR'un özelleştirilmesi üreticilerin sorunlarını arttıracaktır. Özelleştirilerek çay üreticileri özel sektörün, tüccarın insafına terk edilmemelidir. Çay-Kur özerkleştirilmelidir. Yönetimi ve denetimi çay üreticilerine devredilmelidir.
* Çayda kalite ve verim artırıcı her türlü araştırma ve geliştirme çalışması kamu (devlet) tarafından yapılmalıdır. Devlet, üreticilere bilgi ve yeni teknoloji desteği vermelidir.
* Çay kaçakçılığının Türkiye çay sektörü için çok zararlıdır. Önüne geçilmelidir. Kaçakçılığı önleyecek yasal ve fiili önlemler artırılmalıdır.
* Her dört yılda bir dönüm başına beş ton hayvan gübresinin kullanılması için, hayvan yetiştiriciliği devlet tarafından planlanmalı ve desteklemelidır.
* Dünya insan sağlığını koruyan, toprağını ve suyunu kirletmeyen organik tarıma geçmektedir. ÇAYKUR organik çay üretmek için çalışmalara başlamalıdır.
* Çay üreticilerini özel sektörün ve tüccarın insafsızlığına karşı koruyacak, üreticilerin kendi yönetimlerini denetleme olanağı verecek olan; toplu pazarlık haklarını - ürün bazında kuracakları sendikaları aracılığıyla - yapılabilmesi yasa ile güvence altına alınmalıdır.
ŞEKERPANCARI
Pancar, katma değeri en yüksek üründür. Yetiştirildiği alanlarda diğer ürünlere göre dört kat daha fazla katma değer sağlar.
Şekerpancarı tarımında yaklaşık 400 bin aile çalışmaktadır. Şeker fabrikalarında 22 binde fazla insanımız çalışmaktadır.
Şekerpancarı tarımın bir nevi motorudur. Sağladığı oksijen ile de eko denge için zorunlu bir bitkidir.
Bir bilim adamı pancar için "eğer olmasaydı yaratılması gerekirdi" diyor. Bu çok doğrudur. Ama pancarı ve pancar üreticilerini yanlış politikalarla yok etmek istiyorlar.
Uluslar arası tatlandırıcı şirketleri kendi çıkarları için şekerpancarı üreticileri ile mısır üreticilerini karşı karşıya getirmek için gazetelere ilanlar verdiler. Pancar ve mısır çiftçisi aynı çiftçi olduğuna göre çiftçinin kendi kendisiyle kavgası söz konusu olamaz. Pancar-mısır kavgası tatlandırıcı şirketlerinin ortalığı karıştırarak çıkar elde etme çabasıdır.
ŞEKERPANCARINDA ÇÖZÜM
* Türkiye'nin kendi topraklarında yetişebilen şekerpancarı üretimine getirilen kotalar kaldırılmalı, Mısırdan şeker üreten Nişasta bazlı üreticilerin kotaları yüzde 5 sınırına çekilmelidir.
* 15 üyeli Avrupa Birliği ülkelerinin, nişasta bazlı şeker üretimine tanıdığı ortalama kota oranı, yüzde 2 dolayındadır. En büyük pancar üreticisi olan Fransa ve Almanya, kota oranını aşağıya çeken ülkelerdir. Söz konusu ülkeler pancar üretimini ve üreticisini koruyup desteklerken, Türkiye'de izlenen yıkıcı politikaların nedenini hükümet açıklamalıdır.
* Şeker sektöründe oynanan oyunların nihai amacı, sektörde özelleştirmeyi tamamlamaktır. Cumhuriyet'in en zor koşullarında kurulan ve 75 yılı aşan bir çalışmanın sonucunda oluşan 27 şeker fabrikası, haraç-mezat satılmaya çalışılmaktadır. Bu fabrikalar 70 yılda kurulabildi. Satıldıktan sonra, yenilerinin kurulma şansı yoktur. Özelleştirilmelerine karşıyız.
* Gerçekleştirilecek bir üretim deseni planlaması ve ıslah çalışmaları çerçevesinde, şeker fabrikalarına yeter miktarda ve polar şeker miktarı yüksek şeker pancarı sağlanmalıdır.Yüksek verim ve kaliteyi sağlayacak tarım tekniklerinin kullanılması için kamu (devlet) üzerine düşeni yapmamaktadır, yapmalıdır.
* Üretim deseninde yer alan pancarı hammadde olarak kullanma yerine, dışalıma dayalı mısırı kullanan sanayi kurgulaması yapmak, Türkiye pancar üreticilerini yabancı ülke mısır üreticisi çiftçilere feda etmektir, kabul etmiyoruz.
* Çiftçilerin doğrudan kendi örgütlülüğü geliştirilmelidir. Yoksa uygulanan politikalarla; yerli üreticilerimiz, gelişmiş ülke çiftçileri ile yerli ve yabancı büyük tarım şirketleri karşısında mağdur olacak ve daha fazla sömürülecektir. Pancarda çalışan mevsimlik işçiler ile üreticiler toplu pazarlık yapabilecekleri örgütlere (Ürün Bazında Sendikalara) kavuşturulmalı, sosyal güvenlik hakları sağlanmalıdır. (BB)