ÇHD: Tasarı Geri Çekilmeli
ÇHD, tasarıya ilişkin değerlendirmesinde, "Doğru çözüm; yetişkin nüfusa oranları % 10'a ulaşan ilgililerin yani, tutuklu-hükümlüler, yakınları, hukuksal-sosyal ve siyasal temsilcilerinin görüşlerinin alındığı; avukat, hekim ve mimar örgütlerinin eleştirel denetiminden geçmiş bir tasarının oluşturulmasıdır" diyor.
Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Merkezi'nin Ceza ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun Tasarısı Değerlendirmesi
Açıklamalar/kısaltmalar
Bu çalışma içerisinde;
Kanun : 1965 tarihli 647 sayılı Ceza İnfaz Kanunu,
Tasarı : 01.10.2003 tarih ve 1/647 sayı ile T.B.M.M Adalet Komisyonu gündeminde kayıtlı bulunan Ceza ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanunun Tasarısı (2002 tasarısı ile farklılıklar ihtiyaç oldukça belirtilmiştir)
Bakanlık : Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı,
İnfaz İdaresi : Adalet ve İçişleri Bakanlıkları'nın İnfaza ilişkin her düzeydeki tüm amir ve memurları ile kurum, daire, birlik, amir ve komutanlıkları (Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı) ve Cumhuriyet Başsavcılıklarını,
Mahpus (Kapatılan) : Tutuklu veya Hükümlüler,
Ulusalüstü Mevzuat : Birleşmiş Milletler Bildirgeleri, Sözleşmeler, Uluslararası Standart Belgeler
ASK : Birleşmiş Milletler Mahpusların Tretmanı İçin Asgari Standart Kurallar
yerine geçmektedir.
Ceza ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun Tasarısı Değerlendirmesi
I. Amaç;
Tasarıda; yasanın amacını düzenleyen birinci maddenin ikinci bendinde; "Ceza ve tedbirlerin infazına ilişkin diğer hususlar ayrıca tüzük ve yönetmeliklerde belirtilir" ifadesi yer almaktadır. 2002 tasarısında altı çizili bölüm "ayrıntılar" şeklinde düzenlenmişti.
Yapılan kelime redaksiyonunun isabetsiz olduğu söylenmelidir. Ortada yıllardır idari genelgelerle kurum yönetmeye alışmış bir infaz örgütü bulunduğu hatırlandığında "yasanın düzenlemediği hususlar" adı altında bir idari tasarruf alanı açmanın isabetsizliği ortadadır. Yasa ile düzenlenmemiş bir yükümlülük veya cezanın, yasaya aykırı olarak tüzük-yönetmelik-genelge vb. ile düzenlenemeyeceği genel hukuk teorisi açısından tartışmasız olmakla birlikte, doğru tutum, bu alandan "diğer hususlar" şeklinde değil "ayrıntılar-açıklamalar" şeklinde söz etmektir.
UYARI : Mahpusların hak ve yükümlülükleri kanunla belirlenir. Bunların kısmen veya tamamen değişmesine yahut farklı yorumlanmasına yol açacak hiçbir idari düzenleyici işlem yürütülemez.
Her ne kadar; "Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların İnfazı Rejiminde İlkeler" başlığı altında tasarının 5. Maddesi ( h ) bendinde, disiplin cezalarının ancak kanunla belirlenebileceği ve kanunda belirtilen hallerde uygulanabileceği belirtilmiş ve 5. Maddesi ( c ) bendinde kanunilik ilkesine değinilmiş ise de tretman esasına dayalı infaz rejimlerinde hak sınırlamaları disiplin işlemlerinden ibaret değildir. Hatta, tretman programlarının disiplin uygulamalarından çok daha kalıcı ve ciddi sınırlamalar yaratabileceği söylenebilir.
Bir başka sorun "ceza normu" niteliğindeki disiplin hükümlerinin kıyasa elverişli düzenlenmesidir. Kanunla düzenlenme güvencesini tamamen ortadan kaldıran kıyas, ceza hukukunun temel ilkelerine de mutlak biçimde aykırıdır. Bu hususa ilgili bölümde değinilmiştir.
II. İnfazda temel ilke;
İnfazda temel ilkenin ayrım yapılmaksızın ve ayrıcalık tanınmaksızın herkese aynı kuralların uygulanması olduğu belirtilmektedir. Buradaki "herkes"; "...ırk, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, dil, siyasal veya diğer fikir ve düşünceler, felsefi inanç, milli veya sosyal köken, doğum, ekonomik veya diğer toplumsal konum..." yönünden farkları kapsamaktadır. (Madde 2)
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirisi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, İkiz Sözleşmeler (Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi) gibi temel ulusalüstü metinler ve anayasadaki "ayrımcılık yasağı" kriterleri sayılmış gibi görünmektedir.
Oysa infaz açısından en önemli sorun; bir başka tür ayrımcılıktır. Tasarı ile öngörülen infaz modelinin tutuklama veya hükme (tedbir veya cezaya) dayanak olan suçlama veya mahkeme kararının türü (niteliği) yönünden ayrımcılık esası üzerine kurulduğu açıktır. Nitekim onuncu ve yirmiikinci maddelerde bu yönden yapılmış kategorik ayrımlar açıkça düzenlenmiştir.
Koruma gruplarına (çocuklar, gençler, gebe ve çocuklu kadınlar, kadınlar, mülteciler vb.) yapılabilecek pozitif ayrımcılık dışında, "suç tipine" dayanan ayrımcılık infazın temel amacını sakatlamaktadır.
UYARI : Mahpusların hükümlerine esas suç tipine dayalı ayrım yapılamaz. Olağan dışı kısıtlamalar yaratan infaz kategorileri, ancak infaz kurumlarında ölçülen ve değerlendirilen verilerin kullanılması suretiyle ve geçici süreyle oluşturulur.
Gerekli özen yan başlığını taşıyan üçüncü madde düzenlemesinin; "Ceza ve tedbirlerin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı etki yapmalarını önlemek için gerekli özen gösterilir. Takdir yetkisi daima adalet esasları göz önünde bulundurularak uygulanır" şeklindeki kaleme alınışı hukuki anlamdan yoksundur. Zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı "etki yapan" davranışların hepsi; "zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı" davranışlardır. (1 ) Bunlar mutlak biçimde yasaktır ve "aksine özen gösterilmesiyle" değil mutlak biçimde yasak olmaları ile tarif edilebilirler. İnfaz idaresinin "saiki" veya "özel kastı" bulunup bulunmadığı araştırılmaz. Bu anlamıyla işkence ancak, mağdurunun üzerindeki etkisi üzerinden tarif edilebilir.
Maddenin gerçekte anlatmak istediği ASK temel ilkelerinden kabul edilen "cezaya içkin olan elem ve kederin etkisinin arttırılmamasına özen gösterme" yükümlülüğüdür.
Bu şekilde kaleme alınması son derece tehlikeli olup; hiçbir somut ölçüsü olmayan "gerekli özen" gösterildikten sonra, ortaya çıkan "işkence" etkisinin meşrulaştırılması sonucunu doğurur.
2002 tasarındaki "takdir hakkı" ibaresinin "takdir yetkisi" olarak düzeltilmesi isabetlidir. Zira bu anlamda "takdir" hak değil, görev ile bağlantılı ve denetime açık bir "yetkidir".
III. İnfazın Amacı;
Unutulmamalıdır ki ceza; "özgürlükten yoksun bırakmaktan ibarettir". Tasarının dördüncü maddesi ile tarif edilen amaç ise açıkça sakattır ve son derece tehlikeli bir infaz rejimine işaret etmektedir;
"Ceza ve tedbirlerin infazı ile ulaşılması istenilen temel amaç, başta genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça ve suçluya karşı korumak, hükümlünün yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmaktır."
"Güçlendirmek", "teşvik etmek", "uyumunu kolaylaştırmak" gibi kavramlar nedeniyle yeterince hissedilemeyen vurgu tasarının altıncı Maddesinde açıklığa kavuşturulmuştur;
"Hürriyeti kısıtlayıcı ve diğer tedbirlerin uygulanmasında öncelikli amaç hükümlünün iyileştirilmesidir"
Tasarının varsayımı şudur; mahkeme kararı ile verilmiş süreli bir hapis cezası, "bundan ibaret değildir". Mahkeme kararının satır aralarında infaz idaresine şu talimatı vermiştir; "suçluyu iyileştir" (!)
Bu kabul edilemez.
İnfaz hükümlerinin amaç maddelerinde, amacın; "Hükmedilen sürede özgürlükten yoksun bırakılmaktan ibaret" olan cezanın çektirilmesi olduğunu belirtilmeli; "geliştirici, sosyalleştirici, rehabilite edici vb." hedefler ise mahpus hakları içerisinde değerlendirilmelidir.
Amacı mahpusun "İYİLEŞTİRİLMESİ" veya başka söyleme biçimleriyle,
- sağaltılması,
- tedavi edilmesi,
- eğitilmesi,
- rehabilite edilmesi,
- ıslahı,
- yönlendirilmesi,
- terbiyesi,
- kanun ve nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı hale getirilmesi,
- vatan-millet sevgisi aşılanması,
- dini terbiye almasının sağlanması,
- suçundan nedamet getirmesi; aktif bir biçimde pişmanlığını göstermesi,
- tekrar suç işlememesinin güvenceye alınması,
- vb.
olarak tarif edilen infaz rejimleri özü itibarıyla "insanlık dışıdır". Suçun bir tür "hastalık" olduğu ve "bu bireysel arızanın" uzmanlar tarafından tamir edilebileceği çarpık inancına dayanan bu sistemlerin hiçbir ciddi başarı elde etmesinin mümkün olmadığı istatistiksel olarak da tespit edilmiştir.
Her birisi, birer mahpus hakkı olmak itibarıyla; "talep halinde" ve "mahpus tarafından tercih edilecek tür ve yoğunlukta" kişisel ve kültürel gelişimini sürdürmek hakkı içerisinde sayılabilecek bu kavramların, infazın amaçları haline getirilmesini kabul etmek mümkün değildir.
UYARI . Hürriyeti bağlayıcı cezanın amacı; hükmedilen süre botunca özgürlüğün kısıtlanmasından ibarettir. Mahpusun kültürel gelişimini sürdürme hakkı çerçevesinde talep edeceği sosyal, psikolojik ve kültürel destek kendisine sağlanır.
Bu hususlar infazın amacına dahil edildiğinde; "iyileştirmeye" cevap vermediği veya tretman programına aktif katılmadığı varsayılan mahpus için infaz koşullarının kötüleştirilmesi tehlikesi ortaya çıkmaktadır. Hiçbir hükümlünün; (toplumsal veya siyasal suçlardan hüküm giymiş olması fark etmez) toplum, suç-ceza, nizam, aile vb. konularda infaz idaresi ile aynı fikirde olmaya zorlanması kabul edilemez. Suç bir hastalık olmadığı gibi infaz da bir tedavi değildir.
"İyileştirmede başarı ölçütü" adı altında tasarının 8. Maddesinde düzenlenen yaklaşım, bu tehlikenin bir başka boyutunu göstermektedir;
"...Hürriyeti bağlayıcı cezaların infazında hükümlülerin iyileştirilmeleri amacını güden programların başarısı, elde ettikleri yeni tutum ve becerilerle orantılı olarak ölçülür..."
Burada sözü edilen hükümlünün o kurumdaki yahut bir başka kurumdaki "eski tutumu" ile program sonrası "yeni tutumu" değildir. Suç tipi çerçevesinde yapılan ayrım üzerine tretman oturtularak "suçlu" ve "tedavi edilmiş suçlu" (tutumu ve becerileri dönüştürülmüş) ayrımı yapılmaktadır.
IV. Ceza İnfaz Kurumlarının Türleri
Kapalı Ceza İnfaz Kurumları ve Sıkı Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumları ayrımı yapılmıştır. Mevcut uygulamada F Tipi Cezaevlerinin Sıkı Güvenlikli sayılabileceği anlaşılmaktadır.
Tasarının 9. Maddesinde; Kapalı bir infaz kurumunun düzenine uymayan mahpusun, sıkı güvenlikli bir infaz kurumuna gönderilecekleri düzenlenmiştir. Nedenleri kanun ile sayılmak, izleme kurullarının denetimi altında olmak, savunma ve müdafiiden yararlanma hakkı verilerek hakim incelemesine tabi tutulmak, bu kararın bir başka hakim tarafından itirazla incelenmesini sağlatmak, ceza amacıyla getirilen sınırlamanın (yahut daha sıkı güvenliğin) temel mahpus haklarına aykırı olmaması koşullarıyla kapalı bir infaz kurumundan daha yüksek güvenlikli bir diğerine sevk edilmek anlaşılabilir.
Ancak;
1. "Düzen bozmak" kavramının, tasarının 35-50 maddeleri arasında "ceza çekme yükümünün ihlali" olarak tarif edilen hallere işaret ettiği anlaşılmaktadır. Eldeki 15 maddeye rağmen, aşağıda belirttiğimiz sorunlar nedeniyle, bu hallerin kanun ile sayıldığını kabul etmek mümkün değildir. (2)
- Muğlaklık,
- Tahdidi olmayan sayma biçimleri,
- Kıyasa izin verilmesi,
- Savunma hakkına imkan vermeyecek türden isnatların sayılması,
- Disiplin açısından dahi "suç sayılması" asla kabul edilemeyecek eylem ve etkinlere yer vermesi,
Nedeniyle kanunda belirtilmiş olma güvencesi ortadan kalkmıştır.
2. İnfaz hakimliklerinin dosya üzerinden inceleme yöntemi nedeniyle bu aşamada herhangi bir güvence oluşturması mümkün değildir.
3. Bireysel veya küçük grup izolasyonuna dayalı bu sistemde mahpusun iddiasını destekleyecek (tanık vb.) kanıtlar göstermesi zaten imkansızlaştırılmıştır.
4. Mahpusun gönderileceği belirtilen "Sıkı Güvenlikli Kurum" örneğin F Tipi cezaevi ise, buralarda bireysel veya küçük grup izolasyonuna dayanılması nedeniyle temel hakların ayrı bir ihlali niteliğindedir.
Bu durumda; kapalı bir infaz kurumundan, yüksek güvenlikli bir kapalı infaz kurumuna sevk denetlenemez, keyfi uygulamaya açık ve kabul edilemez haldedir.
Ceza İnfaz Kurumlarının Türleri üst başlığı altındaki daha temel sorun ise; yukarıda değinilen suç tipine göre infaz rejimi ilkesine dayanmasıdır;
"...2) Aşağıda belirtilen hükümlüler bu kurumlara gönderilirler;
a) terör suçlarından
b) çıkar amaçlı örgüt suçları..."
Maddenin devamında; (g) bendine kadar yukarıda değerlendirdiğimiz "kurumda düzen bozmak" fiilleri sayılmaktadır.
Henüz kendisi hakkında infaz kurumunca hiçbir değerlendirme veya tasnif yapılmaksızın mahpusun "suç tipine göre" özel infaz rejimine tabi tutulması kabul edilemez.
UYARI: Olağandan daha sıkı güvenlikli kurumlara nakil ve aynı kurumda infaz koşullarının sıkılaştırılması ancak kanunda açıkça sayılan nedenlerle yapılabilir. Bu nedenler kıyasla çoğaltılamaz. Olağandışı infaz koşulları her halde geçicidir ve aylık periyotlarla yeniden incelemeye tabidir. Her aşamada itirazla hakim incelemesi mümkündür.
Hakim itiraz üzerine ihtiyaç varsa yerinde inceleme yapar, varsa mutlaka savunma tanıklarını dinler ve her halde talepte bulunanın sözlü beyanını alır. İncelemenin her aşamasında müdafii yardımından yararlanılabilir.
V. Hükümlülerin Gözlem ve Sınıflandırılması
Tasarının 21. Maddesinden başlayarak düzenlenen "gözlem ve sınıflandırma" sisteminin dikkat çekici sorunları vardır. Tasarının gözlem aşamasını adeta mahpusun "yıldırılması" ve tretmana hazırlanması için ara aşama olarak görmesi kaygı vericidir.
- Suç tipine göre sınıflandırma (ancak suç tipi nedeniyle farklı infaz rejimine tabi tutulmayacaklarsa kabul edilebilir)
- İki yılı geçen hapis cezalarında tek kişilik hücrede 60 (altmış) güne kadar gözlem. (Tek kişilik izolasyon altında altmış gün kabul edilemez bir süredir ve hiçbir bilimsel dayanağı bulunmamaktadır)
Mahkeme kararı ile dahi bu ölçüde hücre hapsi verilmesi son derece ağır koşullara bağlanmışken bu süreden alelade inceleme süresi olarak söz etmek tasarının izolasyon karşısındaki rahatlığını da göstermesi açısından korkutucudur.
21 ve 22. Maddelerde yer alan "gruplama" ve "sınıflandırma" kıstaslarının çağdaş bir infaz rejimine ait olmadığı söylenmelidir.
VI. Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezası,
Tasırının 23. Maddesi ( d ), ( e ) ve ( f ) maddeleri CMUK 144 ve Avukatlık Kanunu hükümlerine açıkça aykırıdır. Bir kişinin herhangi bir suçtan ağırlaştırılmış Müebbet hapis cezası almış olması başka hukuki sorunlar için talep ettiği avukat yardımının sınırlanıp cezaevi idaresinin kontrolüne bırakılmasını gerektirmez.
Adalet Bakanlığı yasanın yürürlüğe girmesini beklemeden yayınladığı bir genelge ile avukat-hükümlü görüşmesini neredeyse imkansız hale getirmiştir. Hükümlünün de (aynı tutuklu veya gözaltına alınan gibi) avukat ile "kesintisiz iletişim" hakkı vardır. (3) Gerek bakanlığın hali hazırdaki uygulaması gerekse tasarı metni açıkça hukuka aykırıdır.
UYARI: Tutuklu veya Hükümlünün bir avukat ile görüşme hakkı herhangi bir şarta bağlanamaz, geçici veya sürekli olarak yasaklanamaz, ertelenemez. Görüşmenin içeriği konusunda bilgi veya belge talep edilemez.
VII. Hükümlünün yükümlülükleri
Tasarı metninde bu aşamaya kadar, henüz, bütünlüklü bir Mahpus Hakları listesi sayılmamış veya oluşturulmamış olduğu halde, tasarının 24. Maddesinden itibaren "Yükümlülükler" listesi sayılmaya başlanmış olması dikkat çekicidir.
Maddenin birinci fıkrasında yer alan "güvenlik programına" uyum yükümlülüğü anlaşılabilir olmakla birlikte, devamında düzenlenen "iyileştirme programlarına tam bir uyum" yükümlülüğü kabul edilemez. Bu aşamaya kadar çeşitli sebeplerle belirtildiği üzere hükümlünün mahkeme kararı ile öngörülen süre boyunca özgürlüğünün kısıtlanmasına razı olmak dışında (güvenlik adı verilen yükümlülük grubu bu kapsamdadır);
- iyileştirilmeye ihtiyacı olduğunu,
- bunun için uygun programın kendisine önerilen program olduğunu,
- "iyi" tanımının "infaz mevzuatında" verili olduğunu,
kabul etmesi beklenmektedir.
UYARI: Kişisel ve kültürel gelişimi sağlayıcı etkinlikler hiçbir idari program şartına bağlanamazlar. Her mahpus yasalara aykırı olmamak kaydıyla kendi programını oluşturmak ve geliştirmek hakkına sahiptir.
Özellikle 24. Maddesi ikinci bendi trajik bir biçimde engizisyon yükümlülüklerini hatırlatmaktadır;
"...Her ne amaçla olursa olsun, bilerek kendi yaşamlarını ve bedensel bütünlüklerini tehlikeye düşürecek eylemlere girişmeleri cezanın yerine getirilmesine katlanma yükümlülüğünün ihlali sayılır..."
İnfaz idaresine göre hükümle birlikte bedenin "mülkiyeti ve intifa hakkı" el değiştirmiştir. Hükümlüler artık bedenlerine iyi bakmalıdırlar ki; o beden üzerinde cezanın infazı tamamlanabilsin (!)
Herhalde; açlık grevi ve ölüm orucu protesto eylemleri hakkında bir çaresizliğin ifadesi olan bu garip yaklaşım, hukuksal olmaktan çok "dinsel" bir yükümlülüğe benzemektedir. (4) Adalet Bakanlığı bu gibi garip tasavvurlar yerine kitlesel açlık grevi-ölüm orucu eylemlerinin son derece basit ve ısrarlı talepleri üzerinde düşünmeye sevk edilmelidir. Eğer gerçekten ölenlerin sayısı yüzon kişiyi bulmamış olsaydı, "Açlıktan ölenlere" disiplin cezası vermek düşüncesi traji-komik bulunabilirdi; bu acı ve açık gerçek karşısında ise dehşet vericidir.
VIII. Hükümlülerin çalıştırılması,
Tasarının 27. Maddesi düzenlemesi açıkça "zorla çalıştırma" düzenlemektedir; Her ne kadar Anayasa'nın 18. Maddesi nedeniyle "hükümlülük veya tutukluluk süresi içindeki çalıştırmaların" angarya yasağının dışında kalacağı iddia olunsa dahi; sorun iki yönlü düşünülmelidir.
1. Anayasa koyucunun temel amacı bir mahkeme kararına dayanan "karşılıksız kamu hizmeti" cezasının angarya yasağı dışında olduğunu belirtmektir. (Yeni Ceza Kanunu tasarımızda bu ceza düzenlenmiştir)
2. Bunun dışındaki hususlar ise "ancak iş koşulları diğer anayasal teminatları ortadan kaldırmayacak" şekilde kanunla düzenlendiğinde düşünülebilecektir.
Tasarı düzenlemesi şu şekildedir;
"Hükümlü, ceza infaz kurumunda, işyurtları veya atölyelerde çalışmakla yükümlüdür..."
Devamındaki düzenlemeler olan;
"...açık ceza infaz kurumuna ayrılmaya hak kazanmış hükümlüler ile açık ceza infaz kurumunda bulunanlar, kurum dışındaki tarım, deniz ve su ürünleri avcılığı, inşaat, yol, maden ve orman gibi iş alanlarında ekip halinde çalıştırılabilirler..." (Madde 28)
Ve yine devamında;
"...durumlarına uygun kurum içi hizmetlerde çalıştırılabilir." (Madde 29)
düzenlemeleri "isteğe bağlı olmayan", "iş seçimine izin vermeyen", "çalışma koşulları konusunda tasarruf edilemeyen" çalışmayı öngörmektedir.
Tasarının 30. Maddesi hükmü ile;
"Çalışan hükümlülere ürettiklerinden elde edilen gelirden, çalışmaları karşılığı ücret ödenir ve bu hükümlüler sosyal haklardan yararlandırılırlar" düzenlemesinin getirilmesi, çalışmanın "angarya niteliğini" değiştirmemektedir. Zira ileride anlaşılacağı gibi, ücret -ve belki sosyal haklar- disiplin kararları ile geri alınabilmekte veya kısıtlanabilmektedir.
IX. Kurumda kapıların açılması ve temasın önlenmesi,
Tasarıya yöneltilebilecek en önemli eleştiri 32 ve devamı maddeleri ile çeşitli düzey ve yoğunlukta düzenlenmiş bulunan İZOLASYON uygulamasıdır. Düzenleme şöyledir;
"Kapalı ceza infaz kurumlarında oda ve koridor kapıları kapalı tutulur. Kapılar aşağıdaki hallerde açılır:
a) kurum tabibine, revir, hamam ve berbere gitme, başka odaya nakil,
b) Hastane ve duruşmaya gönderme ve başka kuruma nakil,
c) Yürüttüğü soruşturma nedeniyle savcıya gidilmesi,
d) Tahliye, ziyaret, arama, sayım, denetim, eğitim, öğretim, spor ve iyileştirme çalışmaları, kurumda çalıştırma,
e) Kurullara çağrılma,
f) Ölüm ve deprem, yangın gibi olağanüstü haller.
Hükümlüler yukarıda sayılan haller dışında, odalarında barındırılmayan diğer hükümlülerle temas edemezler, nöbetçi infaz ve koruma memurları ve kurumun diğer görevlileri ile ivedi haller dışında bireysel temaslarda bulunamazlar. Toplu halde temas yasaktır.
F Tipi Cezaevlerinin mimari ve hukuki uygulaması öncesinde ve uygulama süresince, İzolasyon sorunu son derece kapsamlı ulusal ve uluslar arası kurultaylar aracılığı ile değerlendirilmiştir. (5)
Tasarının öngördüğü sistem; bugün F Tipi Cezaevlerinde uygulanan tek kişilik izolasyona ve küçük grup izolasyonuna dayanan hücre sistemidir. Kabul edilmesi mümkün değildir.
Tasarının 32. Maddesi kapsamında bu değerlendirmeler hatırlatılmalıdır;
1. Kapatma hücrelerinin arızi nedenlerle açılması dışında gün boyunca aynı mekanda (bağımsız kapatma hücresi ve bağımsız kapatma havalandırması) süren infaz: İZOLASYONDUR.
2. İzolasyon sadece bir "kapatma mekanı büyüklüğü" sorunu değildir. 10 ila 25 (x2) m2 büyüklüğündeki kapatma hücreleri tek ve üç kişilik kapatılmalarda sadece gece yatışı için düşünüldüğünde çok küçük bulunmayabilir. Kesintisiz kapatma halinde ise işkence ağırlığına varacak bir sosyal, psikolojik ve tıbbi kötü muamele kabul edilmelidir. (6)
3. Mahpusların gün içerisinde (07.00- 21.00), gruplar halinde (15 kişiden küçük olmamak kaydıyla), ortak yaşam alanlarını serbestçe kullanması halinde izolasyonun olumsuz etkisi en aza indirilebilir.
4. Ortak yaşam alanlarına (Dinlenme, televizyon, okuma, spor, sohbet, yemek, kültürel etkinlikler, ibadet, vb. amaçlarla) çıkış, güvenlik dışında hiçbir idare programının kabul edilmesine yahut uygulanmasına bağlı olmamalıdır.
Güvenlik amacı, geçici süreyle ve hakim ve hekim denetiminde sınırlamaları kapsamalıdır. Arka arkaya kullanılamamalı ve her türlü "süreklilik tehlikesinden" arındırılmalıdır.
5. Ortak yaşama katılma süresinin, sayısının, birlikte katılacakların sayı ve kimliklerinin idare tarafından belirlenmesi, şarta bağlanması, ödül-ceza yaptırımlarına konu edilmesi, en az, bu hakkın hiç verilmemesi kadar tehlikeli ve izolasyonu ağırlaştırıcı niteliktedir.
Sosyal ilişki (toplu ve karşılıklı temas); içme suyu, temiz hava, yeterli yiyecek, uygun ısınma kadar yaşamsal bir ihtiyaçtır ve bu ve benzeri hiçbir yaşamsal ihtiyaç tretman koşuluna bağlanamaz.
Aksi uygulama; fiziksel ve zihinsel bozuklukları, kalıcı hastalıkları, intihar eğiliminin yükselmesini getirecek, protesto eylem ve etkinliklerinin devam etmesi engellenemeyecektir.
İzolasyon; ağır bir kişilik hakkı ihlali ve insanlık suçudur.
X. Arama
Yaklaşık aylık periyotlarla yapılacak mutat arama, teknik açıdan "idari bir önleme araması" olmasına karşın, hakim kararına ihtiyaç duyulmaması kabul edilebilir. Kurumun niteliği gereği bu arama okullarda yapılan olağan aramalara benzer ve rutin bulunduğundan kanunda gösterilmiş olması yeterlidir.
Ancak tasarının 34. Maddesi girişinde düzenlenen; "Kurumlarda, odalar ve eklentilerinde, hükümlülerin üst ve eşyasında habersiz olarak her zaman arama yapılabilir..." hükmü; Anayasanın 19. Maddesine açıkça aykırıdır.
Makul bir şüphe bulunmaksızın ve hakim kararı alınmaksızın hükümlünün özel alanında, üst ve eşyalarında ayrıntılı arama yapılması kişi güvenliği ve hürriyetini ortadan kaldıracaktır. Mahpus, sadece hürriyeti bağlayıcı bir cezaya çarptırılmış olmakla özel yaşamının sınırlarını kaybetmiş değildir. Nasıl hürriyeti bağlayıcı bir cezaya çarptırılması aynı zamanda zincir veya prangayla hareket serbestisinin ortadan kaldırılması sonucunu doğurmuyorsa, özel yaşamının daralmış ve denetime açık olması da özel alanının ortadan kalktığı anlamına gelmez. (7) Bu tip kapsamlı bireyselleşmiş aramalar için "makul şüpheye dayanan bir hakim kararı" zorunludur.
Sayım; Arama; Kurullara Çağırma; sevke, hastaneye, mahkeme götürme; vb. temas imkanlarının infaz personeli tarafından mahpusun tretman programına zorlanması yahut direncinin kırılması amacıyla sistemli olarak suiistimal edildiği 4 yıla varan F Tipi Cezaevi uygulamasında açık bir biçimde anlaşılmıştır. Bu eğilimin infaz idaresi tarafından teşvik edildiği, hatta uygulamanın yasadışı bir "master programa" bağlandığı yönünde de güçlü iddialar bulunmaktadır.
Aramaya dahil olabileceği belirtilmiş; "...dış güvenlik personeli, kolluk kuvveti veya diğer kamu görevlileri..." ibaresi muhakkak tasarıdan çıkarılmalıdır. Kendisine herhangi bir kanunla zor kullanma yetkisi verilmiş "diğer kamu görevlisi" diye bir grup bizim hukukumuzda bulunmamaktadır. Bununla, kimlerin cezaevi güvenlik alanına sokulmasının amaçlandığı son derece şüphelidir.
Kolluğun; bir iç güvenlik problemi olan aramaya dahil edilmesi, bugüne kadar süre giden uygulamada, sadece son 5 yıl içerisinde, yüzden fazla tutuklu ve hükümlünün yaşamını yitirmesine ve yüzlercesinin ise yaralanmasına veya sakat kalmasına neden olmuştur. Bu uygulama koşulsuz olarak terk edilmelidir.
XI. Disiplin soruşturması
Tasarının 35. Maddesinden itibaren "Cezayı Çekme Yükümlülüğünün İhlalinde Yaptırımlar ve yönetim Tarafından Alınacak Tedbirler" üst başlığı altında Disiplin cezalarının niteliği ve uygulama koşulları düzenlenmiştir.
Öncelikle 35. Maddenin son fıkrası ile getirilen; "...Suç oluşturan eylemlerden dolayı açılan kamu davası, disiplin cezası uygulanmasını önlemez ve soruşturmanın ertelenmesini gerektirmez" düzenlemesinin isabetsiz olduğu vurgulanmalıdır.
Yüksek Öğretim Kurumları Disiplin Yönetmeliğinde de bir benzeri bulunan bu hususun, uygulamada, isnat edilen fiili işlemediği ceza mahkemesi tarafından tespit edilerek kesin hükme bağlanmış kişilere o isnada ilişkin disiplin cezası verilebileceği şeklinde yorumlandığı görülmektedir.
Madde ile gerçekte anlatılmak istenen, her ne kadar, bir fiilin suç tipine uygun olmadığı zamanlarda dahi disiplin soruşturmasına uygun olabileceği hukuksal düşüncesi ise de bu şekilde düzenlenmesi amaca elverişsizdir. Kaldı ki isnat edilen eylemi gerçekleştirmediğini öne süren mahpus bakımından, eylemin meydana gelip gelmediğine ve gelmişse failinin tespitine ilişkin ceza yargılaması sonucu, herkesle birlikte infaz idaresini de bağlayacağından; disiplin soruşturmasının yürütülmesinin veya disiplin cezasının uygulanmasının "ertelenemez" olduğu yolunda bir düzenleme açıkça hukuka aykırıdır.
XII. Disiplin cezaları
Tasarının 36. Maddesi Disiplin Cezalarını; "Hükümlü hakkında uygulanabilecek disiplin cezaları şunlardır;
a) Kınama,
b) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma,
c) İş Karşılığı verilen ücretten kesme veya işten bütünüyle yoksun bırakma,
d) Haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama,
e) Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma,
f) Hücreye koyma,
g) Koşullu salıvermenin geri bırakılması,
h) Bir kurumdan diğer kuruma nakletme veya nakletmeme
şeklinde düzenlemiştir. Bu cezaların tek tek hangi hallerde verilebileceğine ilişkin değerlendirmeye geçmeden önce, açıkça söylenmelidir ki maddenin (b) ve (c) bentleri birer disiplin cezası olmanın çok dışındadır. Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası, hücreden dışarı çıkabilmenin tek yolunun bir takım etkinliklere katılmak olarak düzenlendiği bu gibi izolasyon sistemlerinde çok ağır sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. İçerik açısından yiyecekten veya içme suyundan kesme cezasıyla farkı bulunmamaktadır. Yaşamsal ihtiyaçların giderilmesinin tretman veya disiplin ölçülerine bağlanması insanlık dışıdır ve asla kabul edilemez.
Yine ücretten kesme cezası; doğrudan angarya sonucu yaratacak niteliktedir. Yapılan sıralamada gayet hafif ve alt derece bir disiplin cezası olarak öngörüldüğü de dikkate alınırsa, sıklıkla kullanılmasının Anayasal bir hakkın ortadan kaldırılması sonucu yaratacağı dikkate alınmalıdır.
XII.I. Kınama cezası
...
"Mektuplarda tehdit, hakaret, sövme gibi çirkin ifadeler kullanmak; Hükümlü ve tutuklularla edep ve nezakete aykırı şekilde konuşmak; İdareden habersiz mektup göndermek; Görevlilere hediye vermek veya buna kalkışmak; Görevlilere herhangi bir taahhütte bulunmak; İdarece belirtilen miktardan fazla para bulundurmak; Hükümlü kimliğini yanında bulundurmamak; Yatma planına uymamak; Ceza İnfaz Kurumlarının duvarlarına yazı yazmak; resim yapmak veya afiş yapıştırmak; İdarece alınan sağlık önlemlerine uymamak, Kurumda gereksiz gürültü yapmak.)
Dikkat edilmesi gereken iki önemli husus şunlardır;
1. Disiplin cezaları her seferinde bir öncekinden daha ağır olmak üzere (madde 45) verilmektedir. Bu durumda kınama cezası sadece bir ceza değil basamak başlangıcıdır. Müstakilen kınama cezası verilmesinde sorun yokmuş gibi görünen bazı davranışların ne kadar gereksiz yere listeye alındığı ve basamaklama nedeniyle devamında yaratacağı mağduriyet düşünülmelidir.
2. Liste son derece gelişigüzel ve kötü bir türkçeyle kaleme alınmıştır. (kapsamı belirsiz "edep ve nezakete aykırılık" ile her birisi TCK'da cürüm olarak düzenlenmiş "hakaret ve sövme" eşdeğer kabul edilmiştir)
XII.II Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma
"İdarenin izni olmaksızın yasak yerlere girmek; Eğitim yerini terketmek; Eğitimi savsaklamak; Olumsuz davranışa yönelik gruplaşmaya neden olmak veya bu amaca yönelik gruba katılmak; Kurum personeline karşı uygunsuz söz sarf etmek veya davranışta bulunmak; Çıkar sağlamak amacıyla hükümlülere veya kurum görevlilerine eşya vermek veya satmak; Açlık grevi yapmak."
Yine hiçbir objektif kıstasa dayanmaksızın sayılmış bir liste mevcuttur. Örneğin, kurum personeline karşı sarfedilecek "uygunsuz" bir sözün bir aydan üç aya kadar sportif ve kültürel etkinliklere katılmanın engellenmesi cezası ile karşılanmasını anlamak mümkün değildir. Mahpusun izolasyon hücresinden gün içerisinde çıkabilmesinin tek yolu olarak düzenlenmiş bulunan bu etkinliklere böyle bir nedenle üç boyunca engel konmasının izolasyonun etkisini ne kadar ağırlaştıracağı ortadadır.
Açlık Grevi yapmanın disiplin cezası ile karşılanmaya çalışılmasının ise; yukarıda açıklamaya çalıştığımız çaresizlikten kurtulmaya çalışmanın uygunsuz bir yolu olduğu görülmektedir. Kendisine yapıldığını düşündüğü bir haksızlığı yemek kabul etmemek suretiyle protesto eden mahpusun izolasyon koşullarının ağırlaştırılmasının, soruna katkısının ne olacağı beklenmektedir? Geçen 5 yıl boyunca yaşamını yitirmiş yüzün üstünde insandan ve sakat kalmış yüzlerce mahpustan en küçük rahatsızlık duyulmadığı yahut "ders alınmadığı" görülmektedir. Bu yolla değil infaz kurumu idare etmek, toplama kampı idare etmek dahi mümkün olmaz. Çünkü yönetilenlerin minimum düzeyde dahi katılımını (idareyi makul-katlanılabilir bulmasını) ciddiye almayan hiçbir yönetim, hangi ölçüde şiddete başvurursa başvursun, alanında düzen sağlayamayacaktır.
XII.III İş karşılığı verilen ücretten kesme veya işten bütünüyle yoksun bırakma
"İş elbisesini giymemek; İş yerini izinsiz terketmek; İş yerindeki çalışma yönergelerine uymamak; İşte gerekli özeni göstermemek veya işin gereği özeni göstermemek; Başkalarının ciddiyetle çalışmasını engellemek; İşte kullanılan aletleri ve gereçleri kasten bozmak; İş yerini veya çalışanları dikkatsiz, tedbirsiz davranışlarıyla tehlikeye düşürmek veya bunlara ağır zarar vermek; İşi kasten kötü yapmak veya gerektiği halde çalışmamak..."
Cezaevinde "çalışmak" bir hak olarak mı yoksa bir ödev olarak mı düzenlenmektedir ?
Şubat 2004 tarihi itibarıyla cezaevlerinde bulunan yaklaşık 67.000 tutuklu ve hükümlünün ekonomik ve sosyal durumları incelendiğinde bunun bir ihtiyaç dahi olabileceği anlaşılacaktır. Ancak aşağıdaki hususlar çağdaş bir hukuk devleti için tartışmasız kabul edilmelidir;
1. Tutuklu (hakkında kesin hüküm bulunmayan her türlü mahpus) her türlü hükümlü yükümlülüğünün dışındadır. (tasarı ile kısmen, en azından çalışma konusunda, öngörülmüştür) Hükümlülerin ise isteği dışında çalıştırılması kabul edilemez.
2. İş türü, alanı ve çalışma süresi seçimi şartlar elverdiği ölçüde sağlanan seçenekler arasından mahpusa bırakılmalıdır. (tasarıda böyle bir seçim şansı tanınmamaktadır)
3. Her türlü çalıştırma karşılığında, asgari ücretin altında olmamak kaydıyla vasfına ve süresine göre uygun ücret ve sosyal güvenlik koşulu sağlanmalıdır. (tasarıda koşullar belirsizdir)
4. Kabul veya tercih edilmiş çalışmanın ücreti tretman uygulamasının dışında düzenlenmelidir. Aksi angarya yasağının açık bir ihlalidir.
5. İş koşulları açısından mümkün olduğu ölçüde yürürlükteki iş ve iş güvenliği hukuksal rejimi geçerli kabul edilmelidir. (tasarıda tam tersi ayrık bir çalışma koşulları düzeni yaratılmıştır)
Bu disiplin cezasının "bir aydan bir yıla" kadar uygulanabileceği ve gerektiğinde "hücre cezası ile birlikte" uygulanabileceği eklendiğinde tasarının 39. Maddesi ile düzenlenmiş bu cezanın kabul edilemez olduğu anlaşılacaktır.
XII.IV Haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama (Madde 40)
"Protesto amacıyla idarece verilen yemeği topluca almama eylemine katılmak; Kurum işyurdu yönetim kurulunca uygun görülen işte çalışmamak; Herhangi bir şeyi protesto amacıyla veya idareye karşı toplu olarak sessiz direnişte bulunmak, Odalarda, eklentilerinde ve diğer alanlarda ilaç ve gıda maddesi stoku yapmak, Gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak."
Düzenleme tek kelimeyle dehşet vericidir. SESSİZ DİRENİŞTE BULUNMAK, GEREKSİZ YERE MARŞ SÖYLEMEK, gibi disiplin suçu tiplerinin nasıl bir aklın ürünü olduğunu anlamak gerçekten mümkün değildir. Cezaların ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun'un, mahpusların kişiliklerini ve sosyal bütünlüklerini insanlık dışı bir biçimde ortadan kaldırmak amacıyla kullanılmak istendiğinin en önemli göstergelerinden birisi bu hükümdür.
Ceza olarak bir aydan üç aya kadar "mektup ve telgraf yollamaktan, televizyon izlemekten, radyo dinlemekten, mektup ve telgrafları almaktan, gazete, dergi, kitap ve diğer ilitişim araçlarından yoksun bırakılma" öngörülen bu fiillerin ne tanımlarını ne de cezalarını çağdaş bir hukuk sistemi içinde kabul etmek mümkün değildir.
İzolasyon koşullarını had safhada ağırlaştırıcı etkisi nedeniyle, özel olarak insanlık dışı bir ceza olduğu da eklenmelidir.
XII.V Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma
"Sayım yapılmasına karşı çıkmak; Aramaya karşı çıkmak; Sevke, nakle veya bunlarla ilgili tedbirlere karşı çıkmak; Kurumda korku, kaygı veya panik yaratabilecek biçimde söz söylemek veya davranışta bulunmak; Hükümlülerin haberleşmelerini, ziyaretçileriyle görüşmelerini, iyileştirme ve eğitim programları çerçevesinde eğitim ve spor, meslek kazandırma ve işyurdu çalışmaları ile diğer sosyal ve kültürel faaliyetlere katılmalarını, kurum tabibince muayene ve tedavi edilmelerini, avukat tayin etmelerini, mahkemelere veya Cumhuriyet başsavcılıklarına gitmelerini, kurum görevlileri ile görüşmelerini, salıverilenlerin kurum dışına çıkmalarını her ne surette olursa olsun engellemek, hükümlü ve tutukluları bu fiillere teşvik etmek, bu yolda talimat vermek, mevzuatın hükümlü ve tutuklulara tanıdığı sair her türlü görüşme ve temas olanaklarını engellemek; Kumar ve benzeri oyunlar oynamak veya oynatmak."
Bu düzenlemenin özellikle siyasi tutuklu ve hükümlülerin yıllardır uyguladıkları "temsilcilik" kurumuna karşı hazırlandığı anlaşılmaktadır. Siyasal tutuklu ve hükümlüler infaz idaresinden talep ve şikayetlerini yıllardır aralarında belirledikleri koğuş-kısım veya hapishane temsilcileri aracılığıyla idareye iletmektedirler.
Temsilcilik, siyasal tutuklu ve hükümlüler açısından son derece değerli ve işlevli bir mekanizmadır. İzolasyon koşullarına rağmen kendisine duyulan güven veya yaygın kabul nedeniyle sözcü seçilen mahpusların bu şekilde "tehdit edilmeleri" yerine yapılması gereken, tutuklu ve hükümlülerin bu gibi seçimleri özgür iradeleriyle yaptıklarından emin olunacak mekanizmaları oluşturmaktır. Eğer tercihin serbest ve özgür iradeye dayalı olarak yapıldığından herhangi bir tereddüt duyulmuyorsa, mahpusların bu gibi düşük yoğunluklu birlikteliklerinin verimli bir biçimde iletişim aracı olarak kullanılmasına çalışılmalıdır. Tasarının sürekli olarak bireysel infaza yaptığı vurgu sadece izolasyonun artmasına değil kültürel ve sosyal kişilik bütünlüklerinin yanı sıra siyasal kişiliklerin de ağır biçimde tahrip edilmesine yol açmaktadır. Siyasal düşünce ve davranış bütünlüğü, kişilik hakları içerisindedir ve mahpus hakkı olarak tanınmalıdır.
Bu türden disiplin cezalarının ikinci ve önemli bir sakıncası ziyaretçi yasağının bu sonucu doğuracak hiçbir davranış içerisinde bulunmadığı halde görüş hakkından yoksun bırakılan dışarıdaki kişiler hakkındaki etkisidir. Zaten bir yakınlarının cezaevinde bulunmasının ekonomik, sosyal ve duygusal sorunlarıyla uğraşan bu kişilerin cezalandırılma sujesi olarak görülmesi son derece isabetsizdir.
XII.VI. Hücreye koyma
"Kurum tesislerine, araç ve gereçlerine zarar vermek; Tünel kazmaya teşebbüs etmek; Firar teşebbüs etmek; Hükümlü ve tutukluları idareye karşı kışkırtmak veya isyana kalkışmak; Hükümlülere karşı basit etkili eylemde bulunmak, Hükümlü ve tutuklular üzerinde baskı kurarak çıkar sağlamak, özel işleriyle başka işlerde kullanmak, bunlara kalkışmak veya bu amaçları gerçekleştirmek için oluşturulan gruplara katılmak veya bunlarla dayanışma içinde olmak; 43. Maddenin (g) bendinde belirtilenler dışında kalıp da, Kanuna uygun olarak yasaklanmış bulunan her türlü eşya, araç, gereç ve malzemeyi ceza infaz kurumları ve tutukevlerine sokmak, bulundurmak, kullanmak; Sayım ve aramalar ile 41. Maddenin (e) bendinde belirtilen faaliyetlere şiddet kullanarak engel olmak veya buna kalkışmak; Kurum personeli ile dış güvenlik görevlilerine rüşvet teklif etmek veya vermeye kalkışmak; Kurum personeline hakaret ve tehditte bulunmak; Kuruma, kurum personeline veya hükümlü ve tutuklulara ait şeyleri çalmak veya bunlara kasten zarar vermek; İzinsüresini özürsüz olarak en fazla iki gün geçirmek; Hükümlü ve tutukluların beslenmelerini engellemek, açlık grevine ve ölüm orucuna teşvik veya ikna etmek, bu yolda talimat vermek."
Diğer maddelerden farklı olarak söylenebilecek olan şudur;
1. Birleşmiş Milletler Mahpusların Islahı İçin Temel Prensipler (Prensip 7) "Bir ceza olarak hücre hapsinin kaldırılması veya bu cezanın kısıtlanması yönünde çaba gösterilir ve gösterilen çabalar teşvik edilir" denmektedir.
2. Cezanın düzenlendiği 42. Madde hükmü diğer cezalara konu olan davranışlar ile objektif farklılıklar gösteren davranışlar listelememektedir. Bu durum diğer tüm cezalar yönünden de geçerli olmakla birlikte, infaz personelinin keyfi ve denetlenmesi mümkün olmayan "tutanak", "beyan" ve "şikayetleri" aracılığıyla, ceza verecek kurulları bu ceza tipleri arasında tercih yapmakta yönlendirmeleri imkanı yaratmaktadır.
Bir disiplin cezası yerine daha ağır sonuçlar doğuran bir diğerinin tercih edilmesi ihtimali; belirsiz ve keyfi uygulamalara terk edilirse disiplin cezalarının kanuniliği ve güvenirliği ciddi biçimde zedelenecektir. Tasarıda bu konuda herhangi bir önlem bulunmadığı gibi, düzenlemelerin belirsizliği yoluyla bu duruma imkan sağlandığı görülmektedir.
XII.VII. Koşullu salıvermenin geri bırakılması
"İsyan çıkartmak; Kuruma ağır zarar vermek; Kasten yangın çıkarmak; Adam öldürmek veya öldürmeye kalkışmak; Hükümlü ve tutuklulara karşı nitelikli ve görevlilere karşı her türlü etkili eylemde bulunmak; Irza geçmek, bu suça kalkışmak, ırza tasaddide veya sarkıntılıkta bulunmak; Her türlü ateşli silah, mermi, patlayıcı madde, (...) (vs) bulundurmak, kullanmak; Görevlileri veya hükümlüleri rehin almak; Firar etmek veya tünel kazmak; Hükümlü ve tutuklular üzerinde baskı kurarak çıkar sağlamak, özel işleriyle başka işlerde kullanmak, bunlara kalkışmak veya bu amaçları gerçekleştirmek için nüfuz kullanarak grup oluşturmak; Suç örgütlerine ait her türlü yayın, bez, afiş, pankart, resim, sembol, işaret ve benzeri eşyayı kurumların herhangi bir yerine asmak veya teşhir etmek; Suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak veya yaptırmak; Kurum personeli ile dış güvenlik görevlilerine rüşvet vermek."
Dikkat çekici olan; "infaz görevlilerine karşı basit etkili eylemin" bu derece ağır bir disiplin cezasına konu edilebilmesidir. Kamu görevlileri tarafından sistemli bir biçimde "resmi" şiddet uygulanan bu gibi kamusal alanlarda hakları ve hareket yetenekleri önemli ölçüde kısıtlanmış olan mahpusların savunma reflekslerinin bu ölçüde cezalandırılması kabul edilemez.
XIII. Disiplin cezalarında kıyas
Tasarının 45. Maddesi ile getirilen düzenleme, "kanunilik" ilkesini ve hukuki güvenliği ortadan kaldırmaktadır;
"37 ila 44 üncü maddelerde yer alan eylemlerin tanımına uymayan ve Kanunda tanımları yapılmamış olan eylemler nitelik ve ağırlıkları bakımından bunlara benzediklerinde aynı maddelerdeki disiplin cezaları ile karşılanırlar..."
Düzenleme; "kıyas" imkanı yüzünden hem son derece belirsiz ve bu nedenle mahpus yönünden tehlikeli, hem de suçların ve cezaların kanuniliği prensibinin ihlali nedeniyle anayasaya aykırıdır.
XIV. Disiplin soruşturmasında savunma hakkı
Tasarının 47. Maddesi; sadece "Hücreye Koyma" ve "Koşullu Salıvermenin Geri Bırakılması" cezaları yönünden avukat yardımından yararlanılabileceğini öngörmektedir. Bu yaklaşım iki nedenle hukuka aykırıdır;
1. Cezaevinde yaşam koşullarını ve infazına ilişkin düzenlemeleri ilgilendiren herhangi bir konuda savunmasına başvurulan mahpusun, avukat yardımından yararlanamayacağını düzenlemek yahut buna keyfi sınır koymak açıkça savunma hakkının ve kişi güvenliğinin ihlalidir.
2. Basamaklı disiplin uygulaması sistemi yüzünden, bu maddede sayılan iki cezadan birisine ilişkin soruşturma yürütülmediği halde sonuç olarak bu iki cezadan birisinin uygulanması imkanı vardır. Bu durumda da savunma hakkı dolaylı olarak ortadan kaldırılmış olacaktır.
XV. Yönetim tarafından alınacak tedbirler
Kanunilik ilkesinden bir başka geniş ölçekte sapma "tedbirler" üstbaşlığı altında 49. Maddede düzenlenmiştir. Disiplin soruşturması ile birlikte uygulanabileceği belirtilen "kurum içinde kapatılma ve çalışma yerinin değiştirilmesi" tedbiri soruşturmadan bağımsızlaştırılarak;
"...Kanunda açıkça belirtilmeyen hallerde tedbirler, kurumun düzeninin ve kişilerin güvenliklerinin ciddi tehlikeyle karşı karşıya kaldığı hallerde asayiş ve düzeni sağlamak için alınır..." denmektedir.
Bir kez daha; belirsizlik ve kanunda açıkça düzenlenmediği halde mahpusun yaşamını doğrudan etkileyecek yaptırımlara maruz kalması tehlikesi ortaya çıkmaktadır.
XVI. Nakil
Nakile ilişkin düzenlemede dikkat çekici bir husus; Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'nün hali hazırda kullanmakta olduğu kamyon kasası üzerine karoser imalatı ile oluşturulmuş büyük boy "ring" araçlarının tasarının 58 maddesi ikinci bendine tamamen aykırı görünmesidir.
"Uygun havalandırma ve ışık" zorunluluğu ile "eziyet verici olmama" kuralları, bu araçların insan taşımaya elverişli kasa, süspansiyon ve şasisi bulunan araçlarla değiştirilmeleri gerektiğini göstermektedir.
XVII. Hükümlünün hakları ve güvenceleri
Tasarının 59. Maddesinden başlayarak, nihayet, mahpusların haklarına ilişkin bir düzenleme içeren üçüncü kısım bulunmaktadır.
Bunlar genel olarak sıralandığında;
1. Avukat ve Noterle Görüşme Hakkı
2. Kültür ve Sanat Etkinliklerine Katılma, İfade Özgürlüğü
3. Kütüphaneden yararlanma hakkı
4. Süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı
Olarak tanımlanan haklar bloğunun yanı sıra;
5. Barınma ve yatırılma
6. Giydirilme
7. Bakıma muhtaç çocuklarının barındırılması
Güvencelerinden söz edildiği ve devamında;
8. Telefon ile haberleşme
9. Radyo, televizyon yayınları ve internetten yararlanma
10. Mektup, faks, telgraf alma ve gönderme
11. Dışarıdan gönderilen hediyeyi kabul etme
12. Beslenme
13. Tedavi
14. Ziyaret
15. Beden Eğitimi
16. Koşullu salıverilme
17. İzin
18. İnfaz bitmesi öncesi ve sonrası iş ve diğer sosyal yardımlar
Hak ve güvencelerinden yararlanmanın koşulları ile sınırlarının düzenlendiği görülmektedir.
Çok önemli sorunlar içeren ve bir hak olarak tanımlanmış olmaktan çok önemli temel hak ve özgürlük ihlalleri barındıran "GİYİNME" ve "TEDAVİ" bölümleri öncelikle değerlendirilecektir.
XVIII. Hükümlünün giydirilmesi (Madde 64)
"Kişisel elbisesini giymesine izin verilmeyen hükümlüye, yazlık ve kışlık olmak üzere iklime uygun, sağlığa ve çalışmaya elverişli giysi verilir; hükümlünün bu giysiyi giymesi zorunludur. 55 ve 56 ncı madde hükümleri gereğince yapılan nakiller hariç, kurum dışına çıkan hükümlü kişisel giysilerini giyebilir. Bu giysiler, iç ve dış güvenlik personelinin giymekte olduğu üniformalara benzer şekil ve renkte olamaz"
Kamuoyunda "TEK TİP KIYAFET" olarak bilinen ve önemli tartışmalara konu olan zorunlu giysi sorunu, mevcut tasarıda 2002 tasarısından farklı olarak düzenlenmiştir. Tasarının ilk halinde kurum idaresine bu konuda yetki verildiği açıkça belirtilirken, mevcut düzenleme ise "izin verilmeyen" ibaresi ile tek tip giysinin infaz idaresi takdirinde bulunduğunu belirtmektedir.
Hükümlü açısından; "kendisine giymesi gerektiği belirtilmekle" bu giysinin giyilmesi zorunlu ve reddedilmesi hali disiplin suçu olarak düzenlenmiştir.
Türkiye Cezaevleri özellikle sıkıyönetim askeri cezaevleri deneyimi nedeniyle sivil mahpuslara tek tip giysi zorunluluğu getirilmesine yabancı değildir. Bir tretman uygulaması olarak görülen ve mahpusun cezaevi uygulamalarına direncinin azaltılması amacı taşıyan tek tip elbise düzenlemesinin özellikle siyasi hükümlülerce kabul edilmeyeceği ve önemli protestolara yol açacağı ortadadır.
Tek tip kıyafet konusunda aşağıdaki hususlar dikkate alınmalıdır;
1. İzolasyon temelli infaz rejimlerinde ve buna uygun cezaevi mimarisinde en önemli sorunlardan birisi renk ve görme algıları başta olmak üzere duyu kaybıdır. Tek tip elbisenin bu etkiyi arttıracağı açıktır.
2. Uzun yıllar sürebilecek infazda tek tip elbise kullanılması mahpusun yeknesak ve sınırlı yaşamı açısından psikolojik bir tahrip unsurudur.
3. Ülkemizde askeri uygulama ile bir tutulduğundan; mahpusun bir "sivil" olarak tek tip elbiseyle birlikte zorlanacağı varsayılan davranış koşullarını akla getirmektedir. (marş ezberletme, infaz personeline hitap, askeri sayım, esas duruş vb. uygulamalar yaşanmıştır)
4. Kişiliğini geliştirme hakkına ve kültürel bütünlüğe zarar verici bir uygulamadır.
XIX. Hükümlünün kendisine verilen yiyecek ve içecekleri reddetmesi (Madde 82)
Ülkemizde çeşitli dönemlerde infaz koşullarının protesto edilmesi amacıyla yaygın olarak kullanılmış bir mahpus eylem biçimi olan "yiyecek kabul etmeme" (açlık grevi ve ölüm orucu) tasarı ile bazı yaptırımlara bağlanmıştır;
" Hükümlüler, hangi nedenle olursa olsun, kendilerine verilen yiyecek ve içecekleri sürekli olarak reddettikleri takdirde; bu hareketlerinin kötü sonuçları ile bırakacağı bedensel ve ruhsal hasarlar konusunda cezaevi tabibince bilgilendirilirler. Psiko-sosyal hizmet birimince de bu hareketlerinden vazgeçmeleri yolunda çalışmalar yapılır ve sonuç alınamaması halinde, beslenmelerine kurum tabibince belirlenen rejime göre uygun ortamda başlanır.
Beslenmeyi reddederek açlık grevi veya ölüm orucunda bulunan hükümlülerden, birinci fıkra gereğince alınan tedbirlere ve yapılan çalışmalara rağmen hayati tehlikeye girdiği veya bilincinin bozulduğu tabipçe belirlenenler hakkında isteklerine bakılmaksızın kurumda, olanak bulunmadığı takdirde derhal hastaneye kaldırılmak suretiyle muayene ve teşhise yönelik tıbbi araştırma, tedavi ve beslenme gibi tedbirler, sağlık ve hayatları için tehlike oluşturmamak şartıyla uygulanır.
Yukarıda belirtilen haller dışında, bir sağlık sorunu olup da muayene ve tedaviyi reddeden hükümlünün sağlık veya hayatının ciddi tehlike içinde olması veya ceza infaz kurumunda bulunanların sağlık veya hayatları için tehlike oluşturan bir durumun varlığı halinde ikinci fıkra hükümleri uygulanır.
Bu maddede öngörülen tedbirler, kurum tabibinin tavsiye ve yönetimi altında uygulanır. Ancak kurum tabibinin zamanında müdahale edememesi veya gecikmesi hükümlü için hayati tehlike doğurabilecek ise, bu tedbirlere ikinci fıkradaki şartlar aranmaksızın başvurulur.
Bu madde uyarınca hükümlülerin sağlıklarının korunması ve tedavilerine yönelik zorlayıcı tedbirler, onur kırıcı nitelikte olmamak şartıyla uygulanır."
Madde kabul edilemez haldedir. Hükümet tasarısının sorun çözmeye değil sorundan kaçmaya çalıştığı görülmektedir. İnfaz koşullarına yaşamını tehlikeye atacak ölçüde ciddi biçimde itirazlarda bulunan mahpusların dikkate alınmaması bir politika olarak ortaya çıkmaktadır. Tamamen mahpusun protestosunun ortadan kaldırılması veya görmezden gelinmesi amacıyla tasarlanmış olan düzenleme, hekimin rolü ve vücut bütünlüğüne müdahale konusunda önemli hukuka aykırılıklar içermektedir;
1. Dünya Sağlık Birliği'nin "Açlık Grevleri Hakkındaki Deklarasyon" belgesinde; "...Hastanın kendi kişiliği üzerindeki özerkliğine saygı göstermek doktorun görevidir." denilmektedir. Yine Dünya Sağlık Birliği'nin Tokyo (1970) ve Malta (1992) Deklarasyonlarında ; hekimin açlık grevinde bulunan kişiye, onu eyleminden vazgeçirmek yahut eylemini tıbben sonlandırmak amacıyla baskı ve zor uygulayamayacağı açıkça belirtilmiştir.
2. "Kurum tabibi" adı verilen pratisyen hekimin, adeta bir idari personel gibi emir altında zorla müdahale yapmasını düzenlemek hekimliğe ilişkin tüm mesleki kural ve güvencelerin ihlalidir.
3. Eylemcinin tıbbi olarak "hasta" kabul edilmesi, hasta haklarına, vücut bütünlüğüne müdahaleye, rıza dışında tıbbi operasyon yasağına ilişkin bir çok hukuki düzenlemeyi gündeme getirmektedir. Tasarının 82. Maddesi hükmü bunların tamamına aykırıdır.
2000 senesinden bu yana kesintisiz devam eden ve yüz kişinin üstünde ölüm ile yüzlerce sakatlanmaya yol açan açlık grevi-ölüm orucu eylemlerinin; nedenlerinin değerlendirilmesi ve sona erdirilmesine çalışılması yerine hukuk dışı "zorla müdahale" imkanı aranması kabul edilemez.
Kaldı ki geçen 4 yıl içerisinde, hiçbir yasal dayanağı yokken de hekimlere zorla müdahale yaptırılması denenmiş ancak herhangi bir başarı elde edilememiştir. Sonuç; zorla müdahale nedeniyle yaşamını yitiren veya ağır biçimde sakatlanan beşyüzün üzerinde tutuklu ve hükümlüdür.
İnfaz koşullarından rahatsız olan tutuklu ve hükümlü eylemlerinin bu ve benzer "zor" yollarıyla bitirilmesini denemek, çok daha kapsamlı ve ağır sonuç doğuran yeni eylem biçimlerine (kendisini yakma vb.) yol açmaktadır.
Maddeden anlaşılan; Adalet Bakanlığının geçen 4 yıl içerisinde ülkemiz cezaevlerinde meydana gelen acı olaylardan hiç ders çıkarmadığı ve hukuk dışı idare mantığını revizyon etmeye ihtiyaç duymadığıdır. Düzenleme tamamen kaldırılmalıdır.
Sonuç :
Tasarının en temel düzenlemeleri üzerinde yapılan bu kısa ve yüzeysel değerlendirmenin gösterdiği; tasarının kanunlaştırılmasının isabetsiz olacağıdır.
Devlet Güvenlik Mahkemelerine ilişkin Anayasanın 143. maddesinin kaldırılması çabalarının bize gösterdiği şudur; belirli dönemlerde "ihtiyaç duyulduğu" iddiasıyla hak ve özgürlüklerde yapılan olağanüstü sınırlamalar çözüm değildir. Yıllar sonra anayasa değişikliği ile kaldırıldıklarında; toplamsal dokuya ve haklar ve özgürlükler rejimine verdikleri ağır zararı telafi etmek mümkün olmamaktadır.
Doğru çözüm; yetişkin nüfusa oranları % 10'a ulaşan ilgililerin yani, tutuklu-hükümlüler, yakınları, hukuksal-sosyal ve siyasal temsilcilerinin görüşlerinin alındığı; avukat, hekim ve mimar örgütlerinin eleştirel denetiminden geçmiş bir tasarının oluşturulmasıdır.
Cezaların ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun Tasarısı geri çekilmelidir.
Ancak bu alanın yasal boşluğa tahammülü kalmamıştır. En kısa zamanda önerilen katılım ve değerlendirme ölçütleri kullanılarak yeni bir tasarı gündeme alınmalıdır.
Dipnotları
(1) İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 5. Maddesi, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Uluslar arası Sözleşmesinin 7. Maddesi, 1987 tarihli BM İşkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele veya cezaya karşı sözleşme, TC Anayasası Madde 17/3 son derece açıktır.
(2) İlgili bölümde incelenmiştir.
(3) İki ayrı Birleşmiş Milletler Belgesi bu durumu açıklığa kavuşturmuştur; BM Herhangi Bir Biçimde Tutulan veya Hapsedilen Kişilerin Korunması İçin Prensipler Bütününde (Prensip 18) ve BM Avukatların Rolüne Dair Temel Prensipler (Prensip 8) bu hususu açıkça düzenlemektedir.
(4) Bir çok din, vücudumuzun bize geçici olarak verilmiş bir armağan olduğunu dikkatli bir biçimde kullanmak ödevine sahip olduğumuzu vazeder.
(5) İstanbul ve Ankara Kurultayları.
(6) Tabip Odası ve Türk Tabipler Birliği Raporları.
(7) Prof. Dr. Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku.