16 Temmuz Pazartesi: Dersler başladı. Mehmet Kıral günde iki saat karmaşık analiz yapıyor. Sasha (Alexander Borovik) İngiltere'den geldi bu akşam, yarın o da derslere başlayacak. Akşam öğrencilerden üçer kişilik çalışma grupları kurduk. Sulama, temizlik, mutfak, inşaat... Bir sürü iş var yapılması gereken.
17 Temmuz Salı: Hava bunaltıcı. Sürekli soğuk suyun altına sokuyoruz başımızı. Sasha ilk dersini verdi. Kampa bayıldı, Sovyetler'de geçen gençliğini anımsatmış. Şirince'ye birlikte yemeğe çıktık akşam. Sevan inşaata devam etmek istiyor. İyi güzel de para yok ki. Sağa sola telefon ettim ama beyhude! Duyurmak gerekiyor, belki bir iyiliksever... Bir PR bulduk. Yarın Star'dan bir gazeteci gelecek.
19 Temmuz Perşembe: Bir öğrencinin tabiriyle 'mutluluk manyak düzeyde!' Hele kapkara gecede öğrencileri masa lambalarının altında kitaplarına gömülmüş görmek çok hoş bir manzara. Herkes mutlu. 40-50 kişi varız. 10 kişi filan çadırlarda kalıyor. Geçenlerde ormanda sakat bir şahin yavrusu bulmuştuk. Köye getirdik. Bakıyoruz. İyileşti ama daha avlanmasını bilmiyordur. Biraz daha büyüsün, salacağız.
Oluşumun adını buldum! Matematik Köyü...
Cuk oturdu, çünkü tam bir köy burası. Yapılar taştan. Çamur ve saman karışımı bir bulamaçla sıvanıyor. Hamamların kubbesi de köy camiini andırıyor, bir minaresi eksik. Öte yandan ders yaptığımız mekân sanki kovboy barı.
Vişne reçelinin dibi tutmuş...
21 Temmuz Cumartesi: Seçimlerde oy kullanmak isteyen öğrencilerin ısrarına dayanamayıp bu hafta sonunu tatil ilan ettim. Otobüs kiraladık, oy kullanmamayı seçenlerle yarın Milli Park'a gideceğiz. Şeftali ve vişne reçeli yaptık. Vişne reçelinin altını yakmışız, yiyemedik. Ama şeftali reçeli çok güzel oldu.
22 Temmuz Pazar: Milli Park bir cennet. Deniz pırıl pırıl. Denizden kıyıyı seyretmesi de müthiş keyifliydi. Parkta bile matematik çalıştık. Akşam Sonat Süer geldi. Dokuz yıl önce birinci sınıfa başlamıştı. O da katılmıştı bu yazokullarına. Çocuktu. Dün gibi. Şimdi hoca oldu! Bu öğrencilerden de çıkacak elbet geleceğin hocaları. Akşam birkaç öğrenciyle Sevan'lara TV'de seçim sonuçlarını seyretmeye gittik.
23 Temmuz Pazartesi: Dersler nihayet yeniden başladı. Sasha ve Mehmet Kıral dışında Sonat ve bir öğrenci daha (Melek Kılıç) ders veriyor. Böylece benim yüküm oldukça azaldı.
Ama gene de istediğim gibi çalışamıyorum. Çok sıcak ve çok ziyaretçi geliyor. PR geldi. Herkes gibi o da hayran kaldı, özellikle atmosfere. Medyaya dağıtacağımız metni hazırladık. İki-üç işçi tuttuk ufak tefek eksikleri için. Kemeri ve hamamın iç sıvasıyla tuvaletlerini bitirecekler. Hamamın kubbelerini tam bir yarımküre yapamıyorlar ne yazık ki, eğri büğrü oluyor. Olsun, böyle de güzel... Hamamlardan biri bitti gibi, temizliği kaldı. Bu sıcakta nasıl keyfini çıkaracaksak... Bir öğrenci hamama klima önerdi!
25 Temmuz Çarşamba: Sabah 9'dan akşam 8'e kadar ders yapıyoruz. Öğle yemeği için bir saat ara veriyoruz sadece.
26 Temmuz Perşembe: İnanılmaz bir şey! Jandarma köyü bastı. Akşamdı. Sonat ders veriyordu. İnşaat ruhsatı sordular. Yok! Başvurusunu bile yapamadık, çünkü 12 aydır fiziken var olan yolumuzu kadastroya kaydetmeye çalışıyoruz. Tam işler bitecekken yasa değişti, AB yasalarına uyum gereği eski koordinatlar artık geçerli değilmiş, bundan böyle uydu koordinatları gerekiyormuş. Bu ölçümleri yapan aygıt da henüz gelmemiş bu yöreye... Ama 50 bin YTL'ye getirtiliyormuş... Aynı ihtiyaçta başkalarını bulabilirsek bedeli paylaşabilirmişiz... Diğer işlemler için de bir o kadar gerekiyor...
Köylü nasıl izin alıyor? Ruhsatsız inşaat yaparsam ne olur diye sordum bu işten anlayanlara. 5-10 milyar cezası var dediler. Tamam dedim, öğrencilerin öğrenecekleri yanında 5-10 milyar ne ki! Cezayı kabul edip inşaata başladık. Bu sabah bir gazetenin Ege ekinde çıkan Matematik Köyü haberini ihbar kabul edip icabet etmiş jandarma. Haber yapılmasını biz rica etmiştik. Böylece kendi kendimi ihbar etmiş oldum! Haberin sadece Ege ekinde değil, tüm yurtta yayımlanan nüshasında çıkmasını dilemiştim. Ama şanssızlık bu ya, o gün çok tecavüz haberi varmış, bizim habere yer kalmamış. Sadece Ege ekinde bastılar haberi. Yarım düzine kadardılar ve silahlıydılar. Amma korkutmuşum! Tapu Kadastro Müdürü de vardı.
Öğrenciler kahramanca yazokulunu savundular. Yüzbaşı komutanla atıştılar. Birçoğunun başına ilk kez geliyor böyle bir şey. Ders vermek için Milli Eğitim'den izin almadığım da anlaşılmış! Bu konuda da soruşturma açılmış. Daha neler! Ben üniversite hocası değil miyim? Ne izni! İnşaat alanını mühürlediler. Amfiteatrı ve hamamları kullanamayacağız. Oysa buna yetkilerinin olmaması lazım. Sorup soruşturmuştum inşaata başlamadan önce. Öğrencilerin fotoğraf çekmesini yasakladılar. Nedenini sorduk. Bu bir baskınmış ve baskında fotoğraf çekmek yasakmış... Tutanak tuttular. İmzaladım.
Telefon kesik. Arızanın nedenini bilmiyoruz. Kesmiş olabilirler mi? Sanmam.
27 Temmuz Cuma: Felaket bir gün oldu. Sabah elektrik idaresinden geldiler. Ziirai gerekçeyle aldığımız elektriği meskenlerde kullanıyormuşuz ve bununla yetinmeyip arazi dışındaki çadırlara elektrik vererek yasaları deliyormuşuz... Jandarma ihbar etmiş... Neyse ki elektriği kesmediler. Birkaç gün içinde abonelik koşullarını değiştirmemiz gerekiyor. Akşama daha beteri oldu. Gene geldi jandarma.
Dersteydim. Dersimi bölmemek için bir süre beklemişler sağolsunlar. Selçuk Cumhuriyet Savcısı'nın emriyle pazartesi sabahı saat 8'de meskenleri mühürleyeceklermiş, dolayısıyla evlerden çıkmamız gerekiyormuş!
Hiç beklemiyordum bunu. Mevzuat böyle değil ki... Olsa olsa inşaatı durdurup ceza kesebilirler, onu da savcılık değil İl Özel İdaresi yapabilir. Bana böyle söylenmişti. Tek ruhsatsız ev burda mı var? Hepsini mi mühürlüyorlar? Ne yapacağız çoluk çocuk? Öğrenciler gene jandarmaya itiraz ettiler. Yapmayın etmeyin demenin faydası olmayacağını biliyorum ama gençlik işte, başkaldırıyor, işe yaramasa bile.
Önce Vakıf'ta ya da Bilgi Üniversitesi'nde devam ederiz yazokuluna diye düşündüm ama sonra köyü terk etmenin mağlubiyeti kabul etmek demek olacağını idrak edip, ormanda çadır kurup kuramayacağımızı sordum komutana. Kurabilirmişiz. Öğrencilere dönüp,
-Arkadaşlar, dedim, pes etmece yok! Çadır kurarız, dersleri açık havada yaparız ama yazokuluna ve matematiğe devam... Kabul mü?
Sınır tanımaz matematikçiler
Anında kabul ettiler, üstelik sevinç çığlıklarıyla. Sınır tanımaz matematikçiler diyorum onlara. Öğrencilerin kimlik bildirimlerini jandarmaya zamanında vermedim diye 100 lira ceza kestiler... Aklıma gelmedi değil, hatta talimat da verdim bunun için. Hiç zamanımız olmadı ki. 100 lira ne ki? Ama burada beni yaralayan davranış biçimi. Uyarsalar, 24 saat içinde kimlik bildiriminde bulunun deseler, biraz daha yakınlık gösterseler olmaz mı? Bu kadar iyi, güzel ve doğru bir işe biraz anlayış gösterilemez mi?
Buraları yıkılacakmış... Öyle dedi komutan.
Gece yemekten sonra ortak mekânın önünde toplandık. Ruhumuz çökmüştü. Haksızlığı sineye çekmek kolay olmuyor, hele genç yaşta. Bu kadar güzel bir ortam gerekçe ne olursa olsun bozulabilir mi? Bundan daha büyük bir günah olabilir mi? Gece bir-iki şişe Şirince şarabı açtık keyiflenelim diye. Şarkılar, türküler söyledik. Birden hepimizi bir neşe sardı. Gece yarısına doğru kahkahalar ayyuka çıktı.
Öğrencilerden Ali İlik gecenin en büyük numarasını yaptı. Ders veren herkesin taklidini yaptı. Müthişti. Güle güle yerlere yattık.
28 Temmuz Cumartesi: Ders saat 9.30'da başladı. Hiç hoşuma gitmedi bu yarım saatlik gecikme. Söylendim. Bu gibi durumlarda disipline özellikle dikkat etmeliyiz. Dersten sonra Sevan'la ruhsat işimizi yürüten arkadaşa gittik. Olan bitene çok şaşırdı. Savcının böyle bir yetkisinin olduğunu sanmadığını söyledi. Nitekim içinde yaşanan meskenlere mühür vurmak bir infazdır ve infaz için de mantıken mahkeme kararı gerekir. Sorduk soruşturduk, gerçekten de öyleymiş. Keyfi bir uygulamayla karşı karşıyayız. Ama karşımızda silahlı jandarmalar var, kime ne laf anlatacağız? Sonra Sevan'la jandarmaya gittik. Nuh diyorlar peygamber demiyorlar. Pazartesi her yeri mühürleyeceklermiş.
Zamanlamayı da öyle seçtiler ki... Cuma akşamı saat 5'te gelip pazartesi sabahı saat 8'de mühürleyeceklerini söylediler. Hafta sonu her yer kapalıdır, hakkımızı arayamayacağız.
Köylüler bizi alkışlıyor
Akşam, Star TV'nin Matematik Köyü'nün açılışını anahaberde vereceğini duyduk. Hepimiz Şirince'deki Çınaraltı kahvesine gittik kendimizi seyretmeye. Bizim köyde televizyon yok. Ekrana çıktığımızda kahvede bir alkış koptu. Sadece biz değil, köylüler de alkışlıyorlardı. Haber bittiğinde aldığımız alkış daha da şiddetliydi. Bir iki gün içinde kapanış haberi çıkar!
Gece, yemekten sonra bir toplantı yaptık. Disiplin üzerinde durdum. Son birkaç gündür yaşadıklarımızdan hareketle 'iyi insan' ve 'emir kulu' kavramları üzerinde tartıştık biraz. Sonra yarın yapılması gereken işleri belirledik. Sahanın düzlenmesi, yeni çadırların kurulması, elektrik, su, banyo, tuvalet, telefon, mutfak sorunu... İş bölümü yaptık, sorumluları seçtik. Yarın ders yapmayacağız. Herkes çalışacak. Bir de bu gibi zor durumlarda insanların sinirlerinin bozulduğunu, birbirine düştüğünü söyleyip herkesi uyardım. Kardeşlik bağı oluştu aramızda.
29 Temmuz Pazar: Sabah kahvaltıdan sonra hemen çalışmaya koyulduk. Çadır kurmak için ormanı düzledik. En müsait yer, çöp ve at mezarlığı olarak kullanılan ağaçsız bir bölgeydi. Koca bir traktör dolusu çöp attık. Kemikleri üst üste yığdık. Etkileyici bir heykel çıktı ortaya. Ders yapabileceğimiz oldukça geniş bir başka alanı da düzledik. Kız erkek herkes çalıştı. Kan ter içinde kaldık. Sonra kütüphaneyi, mutfağı, yatakları taşıdık. Odalarda hiçbir şey bırakmamamız lazım. Yarından sonra odalara giremeyeceğiz. Korkan ya da ailesinden baskı gören birkaç öğrenci yazokulunu terk etti. Çok üzüldüm. Avukatım tatilini kesip geldi. Ve böylece bu saçmasapan bürokratik iş yüzünden bütün gün matematik yapamadık. Bu gençlerin bugünü bir daha geri gelmez ki... Gitti gider.
Ders gün doğmadan başlıyor
Matematik Köyü haberini duyanların akınına uğradık. Yarın kapanacağımızı söylediğimde çok üzülüyorlar. Bu gece herkesin çadırlarda kalmasını önerdim. Alışalım, eksiklerimizi anlayalım. İlk defa çadırda kalacaklar var. Yorgunluktan ölüyoruz. Yarın sabah saat 6'da kalkıp derslere başlayacağız. Artık açık havada ders yapacağımızdan, güneş yakmaya başlamadan matematik yapma kararı aldık. Tam bir komün hayatı ve dayanışması. Emre Alkan geldi. Yarın analitik sayılar kuramı derslerine başlıyor.
30 Temmuz Pazartesi: Erkenden derslere başladık. Şahin yavrusu meraklı gözlerle bizi izliyor. İyileşti ama salmak için büyümesini bekliyoruz, şimdilik avlanamaz. Bize de çok alıştı. Yemek saati oldu, jandarma gelmedi. Allah Allah... Oysa sabah 8'de geleceklerdi. Avukatımızdan olumlu haberler geliyor. Gelmeyeceklerini sandık. Öğrenciler söylendiler. Hem söz veriyorlar, hem de gelmiyorlar... Yaptığımız o kadar iş boşa mı gidecek? Çok komikler.
Öğleden sonra elektrik işi için Selçuk'a giderken jandarmanın bir saat içinde mekânı mühürleyeceği haberini aldım. Ruhsatsız inşaattan mühürleyemeyeceklerini anlamışlar, izinsiz eğitimden mühürleyeceklermiş...
Elektrik idaresinden sonra savcıyla görüşmeye gittik. Kaçak eğitim veriyormuşum... Bir eğitim kurumu kurulmuş, izni yokmuş... Eğitim kurumu yok ki izin alalım. Kimseden para almıyoruz, kayıt yok, diploma ya da sertifika verilmiyor, sınav yok, not yok. Sadece Nesin Vakfı'nın mekânını kullanıyoruz.
Yemeği, temizliği, bulaşığı ortaklaşa yapıyoruz. İnşaatta bile çalışıyor herkes. Böyle eğitim kurumu mu olurmuş? Üstelik bu yazokulu TÜBİTAK destekli ve dolayısıyla onaylı. TMD, İstanbul Bilgi Üniversitesi de cabası... İzin gerekmediği gibi, izin gerekse bile daha ne izni gerekiyor? Çaresizlik içinde kıvranırken savcıya "İzne ihtiyaç olmaması gerek, ben Ali Nesin'im, üniversite hocasıyım" diyorum, "Adınızı duymuştum bir yerlerden... N'apalım yani!" diyor. Ses tonu bayağı yükseldi. Daha fazla konuşmanın anlamı yok. Ayrılırken el sıkışmadık.
Köye geldim. Jandarmalar gelmişler. Sadece ders yaptığımız ortak mekânı mühürlediler. Bir-iki gün sonra gelip yattığımız yerleri de mühürleyeceklermiş, emir zamanında ulaşmamış...
Jandarmalar oradayken ziyaretçiler geliyor köyün açılışını kutlamak için... Çok üzülüyorlar kapanmak üzere olduğunu anlayınca. Onları teskin etmeye çalışıyorum. Akşam ders yaptık.
31 Temmuz Salı: Gene saat 6'da kalktık. Yazokulunun kapandığı haberi yayılmış, TV'ler, radyolar, gazeteler, dostlar, telefon eden edene. Yetişemiyorum. Elektriğimiz kaçakmış... Valilik öyle demiş. Oysa değil. Bizim kendi elektriğimiz. Sadece sulama amaçlı aldığımızın farkında değilmişim. Nereden bileyim elektriğin sulamalısının olduğunu... Adam gibi söyleyemezler miydi? İl Özel İdare'den geldiler. İşte yapılması gereken buydu. Ölçtüler biçtiler, inşaatın durdurulduğuna dair bir mühür vurdular ve gittiler. Yakında Milli Eğitim'den de müfettişler gelecekmiş... Hoş gelirler. Bir de Orman Bakanlığı'ndan geleceklermiş. Ormanda çadır kurduk ya... O da yasakmış. Galiba bizi denize dökmeye niyetli bunlar. PR'a gerek kalmadı. Tüm gazetelerdeyiz. Ümraniye kahvelerinde, "İnşaat kaçak, eğitim kaçak, elektrik kaçak, hocaları da kaçık" diyorlarmış...
Moralleri ayakta tutmak için yarını tatil ilan ettim. Gene Milli Park'a denize gideceğiz.
Ormandan da çıkın emri
1 Ağustos Çarşamba: Milli Park'tayız. Biz yoldayken telefon geldi. Orman Bakanlığı'ndan müfettişler gelmiş. Ormanda çadır kurduğumuzu tespit etmişler... Milliyet'te 'Orman bizim oldu' diye demecim yayımlanmış, hakarete uğramış saymışlar kendilerini... Orman bizim oldu dediysek, arka cebimize koyup evimize götürdük demedik ya... Orman orada duruyor, üstelik eskisiden çok daha temiz ve sağlıklı. Ormana çadır kurmanın cezası altı ay bir yılmış. Ama Milli Park'ta gençlerle o kadar mutluyum ki hiçbir şey umrumda değil. Mutluluğun doruk noktasına ulaştığı anlardan birinde, yoksa ben öldüm de cennete mi geldim diye düşündüm.
2 Ağustos Çarşamba: Yeni çıkacak derginin provaları geldi İstanbul'dan. Akşam, yemekten sonra öğrencilerle tashihleri yaparız. Saat 17 sularında, yerel tabirle Ormaniye'den geldiler. Jandarma eşliğinde. 24 saat içinde çadırlardan çıkmamız istendi. Biz o ormanı adam ettik, çöplüktü, at mezarıydı, pırıl pırıl yaptık, gerçekten ormana benzettik. Bunu da biliyorlar. Üstelik jandarmaya ormana çadır kurup kuramayacağımızı sormuştuk, izin almıştık.
Çadırlarda kalmasak ama çadırları yerinden oynatmasak... Olmazmış. 24 saat içinde pılımızı pırtımızı toplamamız gerekiyormuş.
Allah korusun salgın çıkar!
Ardından jandarma yüzbaşısı, evlerde kalınamayacağını, dolayısıyla bu arazinin bu kadar kişiyi barındırmak için sağlığa uygun olmadığını, Allah korusun bir salgının çıkabileceğini söyleyip Pamucak'a gitmemizi önerdi. Oysa Şirince'de çeşmeler kupkuru, bir damla su yok, asıl salgın tehlikesi orada var, burada değil. Burada suyumuz gürül gürül akıyor ve akacak da, eğer elektriğimizi kesmezlerse. Hepsi bahane tabii. Gözdağı vermek, moralimizi bozmak, yazokulunu dağıtmak istiyorlar. Sürekli taciz. Ayrıca inşaatın durdurulması neden evlerde kalmamıza engelmiş ki? Bu mantıkla Türkiye'nin yarısı evsiz kaldı demektir!
Bu düşmanca tavrı anlamakta zorluk çekiyoruz. Siyaset yapmıyoruz, ekonomiyle, toplum düzeniyle ilgili bir etkinliğimiz yok. Yalnızca çoluk çocuk matematik yapıyoruz... Şimdi Mehmet Kıral analitik sayılar kuramı yapıyor. Birazdan bir yüksek lisans öğrencisi sonlu elemanlar tarafından gerilmiş abelyen grupların sınırlandırılmasını anlatacak. Bizden ne istiyorlar? Biliyorum, bu saçmalıklar sona erecek, unutulacak hatta ve geriye Matematik Köyü'nün ihtişamı kalacak. Ama gene de rahatsız oluyorum.
Yeryüzünde daha önce olmayan, olmuşsa da gerçekleşmemiş bir düşünce Matematik Köyü. Ne yazık ki herkesin çapı müsait değil bunu görmeye. Öğrenciler çadırları sökeceğimiz için çok üzüldüler. Çok çalışmışlardı, kan ter içinde kalmışlardı. Başkaldırıyorlar duruma. Biz düşman mıyız? Niye görmüyorlar kimseye zarar vermeden matematik yaptığımızı, sadece vatana millete değil, dünyaya da yararlı bir iş yapmaya çalıştığımızı? Evet... Bu kadarı da biraz fazla. Bir şeyler yapmalıyım.
3 Ağustos Perşembe: Öğrencilerden çadırları sökmelerini isteyemedim. Cesaret edemedim. Çok üzüleceklerdi. Ormaniye'den gelselerdi bugün git yarın gel diyecektim ama gelmediler. Ali İlik bir ders verdi akşamüzeri. e'nin kesirli sayı olamayacağını gösterdi. Kırdı geçirdi hepimizi. Müthiş bir komedyen, tam bir stand up, one man show... Meğer mahsus güldürmüyormuş, hiç öyle bir niyeti yokmuş. Heyecandan doğal komikliği ortaya çıkmış!
Yazokuluna tam hız devam ediyoruz. Hiçbir güç bizi matematikten alıkoyamaz.(EÜ)